|
Kimisi açlıktan kimisi hırstan “ek iş” peşinde!
I-

Yoldan geçen birisi, evinin bahçesinde tuhaf hareketler yapan bir adama sorar:

– Niye öyle tepinip duruyorsun?

– Keçe tepiyorum, sıkıştırıp pazarda satacağım. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz.


– Başındaki çıngırak ne?

– Çevredeki bahçelerin ekin ve meyvelerine kuşların gelmemesi için ses çıkarıyorum. Sahipleri de bana bir miktar ücret ödüyor. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz.

– Peki, sırtındaki yük nedir?

– Bu yayıktır. Yoğurttan yağ çıkarıyorum. Sonra da götürüp pazarda satacağım. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz.

– O elinde döndürdüğün nedir?

– Bu bir kirmendir. Komşuların yünlerini eğiriyorum. Onlar da ücretini ödüyor. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz.

– Ağzınla ne mırıldanıyorsun?

– Hatm-i tehlil okuyorum, isteyenlere hediye ediyorum. Onlar da bana çeşitli hediyeler veriyorlar. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz.

– Niye öyle sağa sola bakıyorsun?

– Komşu çocuklarını takip ediyorum. Onları tehlikelerden korumak için bakıcılık yapıyorum. Komşular da bana ufak-tefek hediyeler veriyorlar. Ne yapalım, fani dünya işte, üç-beş kuruş kazanıyoruz!..

– Peki, dünya fâni olmasaydı daha neler yapardın?

– Ona göre tedbir alırdım!..

II-

Reşat Nuri Güntekin’in Kavak Yelleri (okumadıysanız muhakkak okuyun, müthiş bir dönem romanıdır) adlı romanında insanların pek çok mesleği bir arada yaptığına tanık oluruz. Geçim sıkıntısı onları bu yola sürüklemiştir.

İstanbul’dan gelen Dr. Sabri, kiracısı olduğu ebenin yaptığı meslekleri şaşkınlıkla görür. En şaşırdığı da kadının ölü yıkayıcısı oluşudur:

“Ebenin ara sıra kenar mahallelerde mevlit okumaya çağrıldığını işitiyor, Süleyman Dede, mevlidinin onun ağzında alacağı ahengi pek tasavvur edememekle beraber dışarıdan birkaç kuruş kazanmak istemesini tabii buluyordum. Fakat sonradan doğuma gidiyorum diye evden kaybolduğu bazı gecelerde yine kenar mahallelerde ölü bekçiliği yaptığı ve ölü yıkadığı kulağıma geldi. Fukara için buna da “namuslu bir iş değildir” diyemem. Hatta bir cinayet yüzünden Vilayet hapishanesinde yatan genç bir akrabasına ara sıra gönderdiği para da belki bundan gidiyordu. Nihayet ölü yıkayıcılık, doktorun pek yadırgamaması lazım gelen bir meslektir ve benim yarasından mikrobundan iğrenmemden bir biçare vücuda yapmaya çalıştığım hizmetin devamı demektir. Fakat duygu ve sinir meselesi.

İlk geldiğimden beri evde cinsini tayin edemediğim acayip bir koku hissediyordum. İşi öğrenince bu koku, bana cenaze kokusu gibi geldi. Artık ebenin sabun kokan tertemiz minder örtüleri, pencerenin dışındaki gırgır testide soğuyan su, mutfakta kaynayan tencere bana cenaze kokuyordu. Tabağımdaki yaprak dolmasını onun hangi parmaklarıyla doldurduğu aklıma geldikçe aş yeren gebe kadınlar gibi safram kabarmaktaydı.

Sonra bu fakir ev için lüksten sayılacak bazı eşyanın ölü eşyası olmasından şüphelendim. Nihayet bir gece yatağımda her zamanki eski yorgan yerine baklava baklava dikilmiş bir atlas yorgan görünce adeta ürktüm ve minderde paltoma sarılarak geceyi geçirdim.” (s.83)

III-

Eskiden TRT ekranlarında parodiler olurdu. Memur maaşlarının yetersizliğini dile getirmek için pazarcılık yapan öğretmenler, masa altı çorap satan memurlar filan.

Lakin “ek işin” bir de zengin ayağı/bürokrat ayağı var, ne ki hiç kimse yazmıyor.

Kapitalist örgütlenmenin zincir markaları gibi, artık bireylerin zincir işleri var.

Memlekette işsizlere her geçen gün bir yenisi eklenirken bazı kişilere de her gün yeni bir iş ekleniyor. Peki işi bir iken iki, iki iken on iki olan kişiler bu kadar iş ile nasıl başa çıkıyor. Şöyle:

Üstat bir devlet üniversitesinde profesör. Derslerine asistanı giriyor. O da asistanının imkan sağladığı boş vakitlerinde özel üniversiteye gidiyor. Özel üniversite de derslere pek girmiyor. Özel üniversite öğrencisi için ders vermeye ne gerek var. “Kendinizi çok sıkmanıza, derslere devam etmenize pek gerek yok çocuklar benim kitabımı okusanız yeterli” diyor.

Devlet Üniversitesinde asistan ders anlatır, özel üniversitedeki öğrenciler ders kitabından bir şey öğrenmeye çalışırken üstat “kendisi için arttırdığı zamanı” doğru kullanmak adına engin bilgisini kitlelerle paylaşmak için ekrana çıkıyor.

O iyi bir ekran yüzü. Bütün kanallar onu arıyor. Çünkü hiç ikiletmiyor gelen davetleri. Konu ne olursa olsun bir iki artist hikayesi bir iki fıkra “hahahihi” bir tebessüm bir kahkaha yarım kilo pirzola. Mis.

Hala boş vakti var üstadımızın. Onun için kendisine teklif edilen pardon kendisine zoraki teklif ettirdiği yönetim kurulu üyeliği için Ankara İstanbul seferlerine başlıyor.

Devamını merak mı ettiniz? Etrafınızda tanık olduğunuz bir “üstad” hikayesi üzerinden metnin geri kalanını tamamlayabilirsiniz.

#Reşat Nuri Güntekin
#Devlet Üniversitesi
#TRT
7 yıl önce
Kimisi açlıktan kimisi hırstan “ek iş” peşinde!
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’