üskünler ile Fazilet Partisi arasında bir anlaşma olduğu haberleri medyada yer alıyor.
Bu işin hiç mantıki bir yönü yok. Çünkü Fazilet Partisi öteden beri, en erken tarihte seçimi istemekte. Buna rağmen niçin, "serseri mayın" gibi ortalarda dolaşan milletvekilleri ile anlaşsın?
Recai Kutan'a sordum. Meğer, o da, bu haberleri yalanlama çabası içindeymiş. Bir dokunduk, bin ah işittik.
Recai Kutan'ın söylediği, fakat medya objektifinde çarpıtılan haberin aslı şöyle:
Haberin aslı
Meclisin açılması iki kademeli bir işlem.
Önce, üye tam sayısının beşti birinin (110 milletvekili) talebi üzerine, Meclis Başkanı TBMM'yi toplantıya çağırıyor. (Madde 93)
Müzakerelerin başlayabilmesi için, toplantı yeter sayısına ulaşmak lazım. Bu da üye tam sayısının üçte birine tekabül eden 184 milletvekilinin Genel Kurul'da hazır olmasını gerektiriyor. (Madde 96)
Recai Kutan, küskünler konusunda görüşünü soranlara, "Fazilet Partisi, 110 milletvekilinin veya 184 milletvekilinin temininde bir katkıda bulunmaz" cevabını veriyor. Ve ilave ediyor: "Ama, Meclis açılıp da çalışmalara başlarsa, elbette, oturumlara katılırız ve demokratikleşme yolundaki adımlara destek veririz."
Aslında, Recai Kutan, malumu ilan ediyor. Meclis toplandıktan sonra, elbette diğer siyasi partiler de faaliyete katılacak ve Genel Kurulu'u başıboş bırakmıyacaktır.
Gazeteler, Recai Kutan'ın sözlerinin en önemli kısmını, "Eğer 184 milletvekili toplayıp da, Meclisi çalıştırırlarsa" bölümünü almayınca, Fazilet Partisi'nin, toplantı yeter sayısına ulaşabilmek için katkıda bulunacağı izlenimi doğuyor.
Bu yanlış haberden yola çıkarak yorumlar yapılıyor.
"Körlerle sağırlar, birbirini ağırlar" derler ya... birinin söylediğini diğeri duymuyor. Gerçek durum gözlerden saklanıyor. Olay bambaşka mecralara akıp gidiyor.
DSP'de durum
Fazilet Partisi bütün kamuoyu araştırmalarında birinci çıkıyor. İkinci ise, her partinin yaptırttığı araştırmaya göre değişiyor!
Fazilet Partisi kurmayları, 28 Şubat havasının, 18 Nisan'la birlikte hafifleyeceği, hatta dağılacağı kanaatini taşıyorlar.
Bu durumda, niçin, büyük bir kaos yaratacak ve seçmeni de kızdıracak bir teşebbüse sahip çıksınlar? Bu işte hiç mantık var mı?
Bununla birlikte, son bir aydır, DSP'nin oylarında bir artış gözleniyor. Ecevit, başbakan olmasının avantajını, şansının da yardımıyla, iyi kullanıyor.
Televizyonlarda hiç tartışma olmaması, iktidarın lehine işleyen bir durum yaratıyor.
Mesut Yılmaz, "Ben diğer liderlerle televizyona çıkmam" deyiverdi. Böylece, 12 Eylül darbe dönemi sona ererken, Turgut Sunalp ve Necdet Calp'in bile kabul ettiği bir tartışma zemininin önü kesildi.
Özal - ki oldukça diktatördü ve muhaliflerine pek fırsat verilmesin isterdi - o bile, hem de Süleyman Demirel ile karşı karşıya gelmeğe razı oldu. O tarihte, TRT'nin düzenlediği açık oturumda, vatandaşlar, her lideri diğerleri ile karşılaştırma fırsatını elde etmişlerdi.
Ecevit ve Yılmaz
Mesut Yılmaz Hükûmeti, cumhuriyet tarihinin yolsuzluk dolayısıyla düşürülen ilk hükûmeti oldu.
Anap lideri, "Azınlık hükûmetiydik. Bu yüzden gensoru önergesinin kabul edilmesi doğal" şeklinde bir izahatla, işin, siyasi boyutunun altını çiziyor. Oysa, neden Refahyol hükûmeti aleyhine hiç yolsuzluk önergesi verilmedi? Demek, suistimal söylentilerinin Meclis tarafından onaylanarak, güvensizlik izhar edilmesi, sadece siyasi bir tavır olarak değerlendirilemez.
Türk Bank ihalesindeki yolsuzluk Ecevit tarafından bile kabul ediliyor.
Ecevit, Radikal'de, Bilal Çetin'le yaptığı mülakatta şunları söylüyor: "Neticede ne oldu? Yolsuzluk oldu mu? Olmadı. Bizim kanadın etkisiyle de olsa, büyük bir yolsuzluk önlendi. Ama, tabii, Mesut Yılmaz'ın kendisini inandırıcı bir şekilde savunması gerekir." (28 Şubat 199 Radikal)
Anap, bugünden DSP ile koalisyon kuracağını ilan ediyor. Demek, Bülent Ecevit, böyle bir kabinede, Yılmaz'ın "namusunun bekçisi" olarak yer alacak.
1977 sonbaharında, Ecevit, CHP hükûmetini, Adalet Partisinden transfer ettiği 11 milletvekilini bakan yapmak suretiyle kurmuştu. Ama, onların namusunun bekçisi olamadı. Şaibeli bakanlar, Tuncay Mataracı ve Hilmi İşgüzar, daha sonra Yüce Divan'da yargılanarak mahkum oldular.
CHP ve 11'ler
1977 sonunda, Adalet Partisinden transferlerle oluşturulan CHP ve 11'ler hükûmeti, memlekete de, Ecevit'e de bir fayda getirmedi. Türkiye, CHP iktidarında, en karanlık günlerini yaşadı. Elektrikler sık sık kesiliyordu. Mazot bulunamıyordu. Her malın bir de karaborsa fiyatı oluşmuştu. Döviz darboğazı, herkesin boğazını sıkıyordu. Üstelik, Ecevit döneminin vurguncuları türemişti. Zengin daha zengin oldu, fakir daha fakir.
CHP lideri Ecevit, durumu "Kötü mirasla" açıklamaya gayret ediyordu ama, seçmen bu izahata pek inanmamış olacak ki, iki yıl gibi kısa bir süre içinde, büyük umutlarla baş tacı ettiği Karaoğlan'ın pabucunu dama attı. 1979'da, Senato kısmi yenileme seçimleriyle birlikte düzenlenen ara seçimlerde, Demirel'e ve Adalet partisi'ne yöneldi. (Demirel 24 Ocak kararlarıyla memleket ekonomisine çeki düzen verince, herkes, "Demek olabiliyormuş" diye düşündü.)
Umut mu, hayal kırıklığı mı?
Ecevit iktidarını yaşayanların, bir daha DSP'ye oy vereceklerini pek sanmam. Ama, yığınla genç nüfus var. Onlar, ana babalarının tecrübelerinden yararlanmak veya nasihatlarını dinlemek yerine, "Biz de kafamızı taşa vuralım" diye düşünebilirler. Ellerinde gazete bulunduran güç odaklarının beyin yıkama kampanyasına kapılıp, "yeni bir umut" diye "eski bir hayal kırıklığının" peşine düşebilirler.
Amerika'nın, Apo'yu Türkiye'ye teslim etme karşılığında, İncirlik üssünü, Irak'ı bombalamak için kullanması dahi, Karaoğlan'ın, bugün nasıl bir teslimiyet içinde bulunduğunu bize gösteriyor.
Şahsen Ecevit'i severim. Ama ülkemi de çok seviyorum.
Bugün Kartel madyası ile el ele veren güç odaklarının, nasıl bir senaryo peşinde olduğunu görüyorum. Ecevit ile Yılmaz koalisyon kuracak. Sonra gelsin teşvikler ve arsa tahsisleri. İmar planını çiğneme pahasına yükselen gökdelenler.
"Bir musibet bin nasihattan iyidir" diye düşünenler, bu sözlerimize kulak vermeyebilir. "Bir hayal kırıklığından", yeni bir "umut" yaratmaya kalkışanlar çıkabilir.
Ne yapalım: "Kendi düşen ağlamaz."
6 Mart 1999 Cumartesi