Logo... Yazarlar...

DÜCANE CÜNDİOĞLU


Birşeyler yapmak gerekiyormuş!..

S iyasî hâdiselerin tesirinden ne denli mâsûn kalmak istersek isteyelim, hâdiseler bizi bize bırakmıyor; bütün şiddetiyle üzerimize sökün ediyor. Tufanlar kopuyor, akıp giden seller önüne çıkan herşeyi sürükleyip götürüyor. İnsanlar huzursuz... Ne yapacaklarını bilmiyorlar, bilemiyorlar. Bir fırtınadır kopmuş gidiyor. Peşine takılmamak, bu seyl-i hurûşana karşı koymak ne mümkün?!?

Gazete sayfalarının manşetleri irileşiyor, devleşiyor, televizyon ekranlarında tamtamlar susmak bilmiyor, yalanlar, iftiralar, saldırılar, sövüp saymalar, hakaretler, tehdidler, rejimin tehlikede olduğu, yıkıldığı, yıkılacağı çığlıkları hergün kulaklarımızda çınlıyor. Tefekkür ve teemmül dumura uğramış âdeta. Teenninin, itidalin, sağduyunun esâmesi bile okunmuyor.

Karşı karşıya kaldığımız, hatta içine düştüğümüz bu keşmekeşi açıklamaya kalkışmanın (bu patırtı gürültüye açıklık getirmek çabasına girişmenin), bu keşmekeşten medet umanların ekmeğine yağ sürmek demek olacağını anlamak için pek zeki olmak dahî gerekmiyor. Çünkü bu keşmekeşte taraf olanların herhangibir şeyi açık kılmak şeklinde bir niyet taşıdıklarına dâir ufukta hiçbir alâmet bulunmuyor. Mütecaviz olanlar kim meselâ?! Kimlerin, ne için ve ne sûrette tehlike teşkil ettiklerini bilen mi var? Birilerinin tehlike teşkil ettiğini iddia etmenin, gerçek tehlikeleri örtmenin en iyi yollarından biri olduğu mücerreb bir hakikat değil midir?

Tecrübe etmek gerekmiyor, sadece tehlike çanlarını çalanların, halkı uyarmak için değil, halkın olup bitenleri duyma/anlama yetisini yok etmek için o sopayı ellerinde bulundurduklarını bilmek gerekiyor. İç siyasetin dalgalanmalarıyla dış siyasetin dalgalanmaları arasındaki eşzamanlılığın farkına varmak ve deniz açıklarda kabarmadıkça, iç koylarda sükûnetin hâkim olamayacağını idrak etmek lâzım geliyor.

Türkiye'nin başındaki dış gâileler ne zaman artıyorsa, siyasî merkez bu gâilelerle ne zaman başa çıkmakta zorlanıyorsa, garip bir biçimde içeride patırtının şiddeti artıyor, kulaklar gürültüden hiçbirşeyi işitemez hale geliyorlar. Her konuşma teşebbüsü gürültüyü artırıyor. Ne yazık ki gürültü gürültüyü çıkaranların değil, gürültüye hedef kılınanların canını yakıyor, asıl zararı, olup bitenlerden zarar görmesi gerekmeyenler görüyor.

En nihayet sular durulur gibi oluyor ama durulmuyor. Gürültüler kesilir gibi oluyor ama kesilmiyor. Kulaklardaki çınlama sürüyor. Kulaklardaki çınlama sürdükçe, duyulması gerekenler duyulmuyor, efkâr-ı umûmiyeyi aydınlatmak amacıyla yayılan ışığın kesafeti her tarafı parıldattıkça beklenen gerçekleşiyor ve böylece asıl görülmesi gerekenler görülmüyor.

Ne yapmalı? (!)

Birşey mi yapmalı? Birşey yapmalı mı? Gerçekten de ne yapmalı, nasıl yapmalı?

Bu tür suâlleri soranlar, acaba bizlere cevabını bildikleri bir suâli mi yöneltiyorlar, yoksa yaptıkları/yapmakta oldukları şeye katılmamızı mı istiyorlar? Birşeyler yapan/yapmakta olanlar bu tür suâller sormaya ihtiyaç duymayacaklarına göre, ne yapacaklarını bilmeyenlerin, bizlerden birlikte katedilebilecek bir arayışa ortak olmamızı istediklerini mi düşünmeliyiz? "Ne yapmalı?" suâli herhangibir arayışa çıkarılan davet değilse şayet, yapılması lâzım geldiği düşünülen ve fakat yapılıp yapılmaması hakkında karar verilemeyen bir işe başkalarının (!) katkısı olabilir mi sanılıyor?

Herkes şikayet ediyor, herkes kızıyor, öfkeleniyor... Şikayet etmeyi, kızmayı, öfkelenmeyi anlamsız kılan da zaten adına herkes (!) denilenler değil mi? Herkes'e katılmak istemediğinizde, herkes gibi davranmanızın da bir anlamı yok. Oysa bizleri "birşeyler yapmak" mecburiyetiyle yüzyüze getirenler, bizlere "Ne yapmalı?" diye sormuyorlar; onlar yapmamamız gerekenleri ihtar etmek sûretiyle bizi herkes gibi birşeyler yapmaya zorluyorlar. VE işin garip tarafı, herkes gibi yaptığınızda bir şey yapmış da olmuyorsunuz. Nitekim şikayet edenler, bu nedenledir ki kendileri birşey yapmadıkları gibi, başkalarının birşeyler yapmalarından yana değiller.

"Ne yapmalı?" diye soranlara kulak asmamalı, yapmakta olduğumuzu yapmaya devam etmeli. Şayet yapagelmekte olduğunuz birşeyler yoksa ve üstelik bugüne kadar da hiç olmamışsa, bundan sonra da yapabileceğiniz bir şey yok demektir. Fakat yapageldiğiniz birşeyler varsa ve bugüne kadar da hep olmuşsa, şu halde siz niçin "Ne yapmalı?" sualine muhatap olasınız?

Bırakın onu bugüne kadar birşey yapmamış olanlar düşünsünler!


 


  14 Mayıs 1999 Cuma


Türkiye'nin başındaki dış gâileler ne zaman artıyorsa, siyasî merkez bu gâilelerle ne zaman başa çıkmakta zorlanıyorsa, garip bir biçimde içeride patırtının şiddeti artıyor, kulaklar gürültüden hiçbirşeyi işitemez hale geliyorlar. Her konuşma teşebbüsü gürültüyü artırıyor. Ne yazık ki gürültü gürültüyü çıkaranların değil, gürültüye hedef kılınanların canını yakıyor, asıl zararı, olup bitenlerden zarar görmesi gerekmeyenler görüyor.


 

|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| DÜŞÜNCE || YAZARLAR || SERBEST KÜRSÜ ||
|| AÇIK OTURUM || LİNKLER ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED