Logo... Yazarlar...

Tecrübenin yerli olma zarureti

M. Akif AYDIN

B ilinen bir gerçeği tekrarlamak zorundayım: Demokrasi ve temel hak hürriyetlerin yerleşmesi bunlar olmadan nasıl bir yönetim ve kaosun hakim olduğu görülmeden mümkün olmuyor. Her türlü mal, bilgi ve teknolojiyi başka ülkelerden ithal etmek mümkün. Ancak tecrübenin ithal edilmesi mümkün değil. Her ülke kendi tecrübesini kendisi geçirmek ve bundan ileriye dönük dersler çıkarmak zorunda. Esasen bu sebepledir ki 28 Şubat'tan sonra demokratikleşme ve temel hak ve hürriyetlerinin hakim olması yolunda akl-ı selim sahibi kimselerin uyarıcı çabaları etkili olmadı. Birbirimizin gözünü oymaya devam ediyoruz. Yaşanarak çıkarılan dersler teorik bilgilerden daha öğretici oluyor.

Başka ülkelerin yaşadıklarından ders almayışımızda millet olarak sinirli ve kavgaya yatkın bir yapımızın olmasının da etkisi var galiba. Kimse kusura bakmasın ama biz millet olarak kavga etmeyi seviyoruz. Şahsen benim bunu anlamam için bir Ortadoğu ülkesinde bir yıl kalmam gerekti. Seneler önce Mısır'da bulunduğum süre içinde bir gün sokakta kavga eden iki kişi gördüm de bir gerçeğin farkına vardım. Kahire'de en az altı aydır yaşamakta olduğum, trafik kazasından diğerlerine, kavga etmeye sebep olacak bir çok hadiseye şahit olduğum halde kavga eden insan görmemiştim. Olayları "mâliş" (bir şey olmadı) veya "salli ale'n-nebiy" (peygambere salavet getir) diyerek, karşıdaki insan çok sinirlenmişse alnından öperek geçiştiriyorlar. İki defa otomobilimle ufak kazalar yaptım. Birinde bütünüyle ben kusurluydum, karşı taraftaki taksi şoförü beni yabancı görüp sesini çıkarmadı, sağolası arabulucular zaten "mâliş" diyerek adamı sakinleştirmişlerdi. Benim kusursuz olduğum olayda da ben karşı tarafın görme özürlülüğünden başlayarak kavgaya elense çekdiysem de adam bir Türk'e uyma cesaretini gösteremeyip (!) "bütün suç bende" diyerek beni yatıştırdı ve kavga arzumu kursağımda bıraktı.

Hep düşünmüşümdür. Acaba senelerdir hep hükmeden bir millet oluşumuz, dediğimiz dedik deyip bizi uzlaşmasız bir millet haline mi getirdi. Bu yüzden mi türban meselesinde bir uzlaşma zemini bulamayıp birbirimizin gözünü oymaya, ilk fırsatta karşı tarafa "haddini bildirmeye" çalışıyoruz. Her halde uzlaşmayla meseleyi malletmeyi gururumuza yakıştıramıyoruz. En uzlaşmacı olması gerekenlerimiz olayı en fazla tahrik edip kavgaya benzin dökmekle meşguller. Deniyor ki "eğer demiyorsa ki başını örtmeyen Müslüman değildir..." Peki bu ülkede kim demiş ki başını örtmeyenler Müslüman değil. Böyle diyen mi var? Güya türbanı bahane edip Cumhuriyet'i yıkmak isteyenler varmış gibi; "Eğer türban vesile ederek Cumhuriyet yıkılmak isteniyorsa..." deniyor. Pekala Cumhuriyet yıkılmak isteniyor da devlet neden bu yıkılmaya şimdiye kadar seyirci kalmış? Başını örtenlerin hangi devlet aleyhine eylemine şahit olmuş?

Bütün bu asılsız iddialar, gerçek dışı faraziyeler neden ortaya atılıyor? Nedeni basit: Çünkü bunlar söylenmeden kavga çıkarılmıyor. Kavga çıkarılmadan da ortalık bulandırılamıyor, baskı kurulamıyor.

Şuna kesin olarak inanıyorum ki bu problem aşılacak. Bu tahrikler tutmayacak. Hem de din ve vicdan, düşünce ve ifade gibi temel hak ve hürriyetler hayata geçirilerek aşılacak. Kimsenin cadı avına çıkar gibi hain avına çıkmadığı, vatanperverliği tekeline almadığı günler gelecek. Gelecek ama bu acı tecrübeleri bizim yaşamamız gerekiyor. Biz başkalarından tecrübelerinden ders almadık. Dileyelim başkaları bizim tecrübelerimizden ders alsın.
 


  14 Mayıs 1999 Cuma


 

Başka ülkelerin yaşadıklarından ders almayışımızda millet olarak sinirli ve kavgaya yatkın bir yapımızın olmasının da etkisi var galiba. Kimse kusura bakmasın ama biz millet olarak kavga etmeyi seviyoruz. Şahsen benim bunu anlamam için bir Ortadoğu ülkesinde bir yıl kalmam gerekti. Seneler önce Mısır'da bulunduğum süre içinde bir gün sokakta kavga eden iki kişi gördüm de bir gerçeğin farkına vardım. Kahire'de en az altı aydır yaşamakta olduğum, trafik kazasından diğerlerine, kavga etmeye sebep olacak bir çok hadiseye şahit olduğum halde kavga eden insan görmemiştim. Olayları "mâliş" (bir şey olmadı) veya "salli ale'n-nebiy" (peygambere salavet getir) diyerek, karşıdaki insan çok sinirlenmişse alnından öperek geçiştiriyorlar. İki defa otomobilimle ufak kazalar yaptım. Birinde bütünüyle ben kusurluydum, karşı taraftaki taksi şoförü beni yabancı görüp sesini çıkarmadı, sağolası arabulucular zaten "mâliş" diyerek adamı sakinleştirmişlerdi. Benim kusursuz olduğum olayda da ben karşı tarafın görme özürlülüğünden başlayarak kavgaya elense çekdiysem de adam bir Türk'e uyma cesaretini gösteremeyip (!) "bütün suç bende" diyerek beni yatıştırdı ve kavga arzumu kursağımda bıraktı.


 

|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| DÜŞÜNCE || YAZARLAR || SERBEST KÜRSÜ ||
|| AÇIK OTURUM || LİNKLER ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED