T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İrlanda'ya ölü ayak basanlar ve bir başka ölüm...

Bir yandan televizyonda, İrlanda'da köhne bir konteyner içinde ölü çıkan bedenlerle ilgili haberi dinliyorduk.

Bir yandan da dertleşiyorduk, gecenin bir yarısında soğuk, çok soğuk Londra akşamında...

Son Azerbaycan yolculuğunu anlatıyordu bana.

Türkiye'nin üzerinden geçerken havanın nasıl pırıl olduğunu...

Terkedip bıraktığı memleketindeki dağları örten kar örtüsünü...

Haberi duyunca acı acı güldü...

O da aynı topraklardan gelmişti buralara seneler önce.

Bir ömür kadar uzun yıllar buradaydı.

Neredeyse bütün gençliği burada geçmişti memleketinden ve ailesinden uzak.

O insanları iyi tanıyordu.

Onların, doğup büyüdükleri, yaşadıkları, yakınlarının bulunduğu o toprakları bırakıp, böylesine acılı bir yolculuğa kalkışmalarının nedenini iyi biliyordu.

O sırada İrlanda başbakanı, konteynerden sağ çıkan 5 mülteciye sığınma hakkı vereceklerini açıklıyordu.

Telefonu çaldı... Belli ki çok uzaklardan geliyordu.

Yıllar önce bırakıp gitmek zorunda kaldığı topraklardan.

Kısa bir görüşme oldu...

Telefonu kapattı...

"Annem ölmüş" dedi.

Donup kaldım.

Bunu o kadar doğallıkla söylemişti ki...

"20 yıldır göremiyordum onu."

Ölümünden daha çok, sanki yıllardır çektiği hasrete yanıyor gibiydi.

"Beni telefonla arasın , diye haber göndermişti. Arayamadım bir türlü" dedi, ardından.

Ona zarar vermelerini istemediği için telefonla aramadığını söylemişti bir gün bana...

Ne biçim bir memleketen geliyorduk? Ne biçim bir memleketti bu?

"Herşeye rağmen aramaya karar vermiştim. Azerbaycan dönüşü arayacaktım onu."

Aynı gün Cumhurbaşkanı Sezer, Olağanüstü Hal Kararnamesi'nden yakınıyor, "Sansür ve sürgün kaldırılmalıdır" diyordu. Olağanüstü Hal Kararnamesi'nin Anayasa Mahkemesi'nin denetimine sunulması gerektiğinden söz ediyordu.

Aynı saatlerde, İrlanda Cumhuriyeti'nin doğu kıyılarındaki Wexford adlı bir limanın gözlerden uzak bir rıhtımında, köhne bir konteynerin içinde 54 saat geçirdikten sonra havasızlık, soğuk ve açlıktan ölen 8 insanın, 8 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bedeni morga kaldırılmayı bekliyordu.

Telefondaki ses arkadaşıma,"annen öldü" diyordu.

Arkadaşım, annesinin ne dirisine ne de ölüsüne gidemiyordu.

Telefon dahi edemiyordu...

Memleketin bütününde haberleşmenin derin devletin kontrolünde olduğu bir ülkede, Olağanüstü Hal Bölgesi'ndeki haberleşmeyi düşünün siz...

Bunu çok az insan düşünüyordur eminim...

Kaç kişinin başına geliyor böyle olay?

Kaç kişi, gecenin bir saatinde bir arkadaşıyla dertleşirken uzak memleketinden bir telefon alıp annesinin öldüğünü öğreniyor.

Kaç kişi başı belaya girebilir endişesi ile annesine telefon etmek gibi insani bir refleksinden vazgeçebiliyor? Kaç kişi?

Laf aramızda ben de öyle öğrendim iki yıl önce, annemin öldüğünü.

Bana da yeğenimden bir telefon gelmişti bir sabah vakti.

Yapacak hiçbir şeyim yoktu.

Bunları anlattım arkadaşıma.

Bir süre, zaman zaman anneme telefon etmeyi düşündüğümü, ama hemen sonra onun ölmüş olduğunu hatırıma getirip hüzünlendiğimi anlattım.

O da yaşayacaktı bunu.

O, üstelik daha da katmerlisini yaşayacaktı.

20 yıldır görmemişti annesini ve uzunca bir süredir, Allah bilir kaçyıldır da telefonla dahi konuşmamıştı.

Bu ne biçim memleketti böyle.

Her ne biçim olursa olsun, Azerbaycan'a giderken göğün on bin metre yüksekliğindenaşağıya bakarken yine güzeldi.

Dağları yine heybetli ve dağların tepeleri yine bembeyazdı.

O topraklarda atalarının mezarları, sevdiklerinin hala bacası tüten evleri ve çocukluğunun unutamadığı anıları vardı.

20 yıl önce oralardan kopmak zorunda kalmıştı ama, hâlâ her tepeyi, her çeşmeyi, evlerinin yakınındaki her ceviz ağacını gayet iyi hatırlıyordu.

Televizyonda spiker, İrlanda'nın kuytu bir limanında, köhne bir konteyner içinde ölü bulunan bedenlerle ilgili haberini vermeye devam ediyordu.

Aylar önce memleketlerini terketmek zorunda kalan Türkiyeli mülteciler, insan tacirleri tarafından İtalya, Fransa, Almanya'da dolaştırıldıktan sonra Belçika'nın Seerbrügge limanından bir sanayi ürünü gibi, bir narenciye kasası gibi o paslı metal konteynere konulmuşlardı.

54 saat sonra o dev metal kutunun kapağı açıldığında içinden üçü bebek 8 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının cesedi çıkmıştı.

Kimin umurundaydı bu facia?

Kimin umurundaydı insanların memleketlerinden, kimliklerinden zorla kopartılıp uzak limanlarda, köhne konteynerlerde ölüme terkedilmeleri?

Ve kimin umurundaydı bütün ömrünce kahır çekmiş bir Kürt annesinin oğluna 20 yıl hasret kaldıktan sonra son nefesini vermesi?

"Neden" diyordu arkadaşım. " Neden bu kin?"

O sırada spiker haberini tamamlıyordu.

"... ölenlerin bir kısmının Türk bir kısmının ise Kürt kökenli oldukları anlaşılmıştır."


13 Aralık 2001
Perşembe
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED