T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Ya tutarsa..."

Yumurta tavuktan mı çıkar tartışmasının bir benzeri de diplomasi ile savaş arasında yaşanır. Diplomasi mi savaşın devamıdır, yoksa savaş mı diplomasinin... İç içe girmiş süreçlerdir bunlar. Her ikisinde de kuvvet hesabı yapılır. Hangi gücü kullanırsanız neyi elde edersiniz?

Türkiye tarihinde savaşta kazanıp diplomaside kaybetmek, bir ukdedir. Bu, savaşa sarfettiğiniz kuvvetin diplomaside beklenen sonucu üretmemesi şeklinde ortaya çıkar.

Türkiye için bunun en yakın örneği, Körfez Savaşı'nda ödediği bedelin diplomatik karşılığını alamaması, hatta olumsuz sonuçlarıyla (Kuzey Irak sancısı) boğuşur hale gelmesi olmuştur.

Şimdi Afganistan Savaşı'nda rol üstleniyoruz. Bunun hiç şüphesiz stratejik hesaplarla ilgisi vardır. Yoksa körü körüne İslam dünyasının duygusal öfkesine, hatta kendi toplumunun reddine rağmen asker gönderme dahil birtakım bedeller ödenmesi, en kötü iktidarların bile yapacağı iş olamaz. Körfez'de rahmetli Özal, "Bir koyup üç alma" gibi bir hesabı aklından geçirmiştir. En azından "Amerika yanında yer alırsak..." gibi bir mantık süreci işlemiştir.

Afganistan harekatına Amerika yanında katılırken "bunun İslam'a karşı bir savaş niteliğine bürünmesini önlemek" gibi iddialar ahmak otundan ibarettir. "Teröre karşı yerimiz belli olsun" söylemi de, iç kamuoyunu avutma amacı ağır basan bir propagandadır. (Çünkü bugüne kadar güdüldüğü güce göre iyi-kötü ayrımına tâbi tutulan terörün bundan sonra mutlak tanımlarla reddedileceğinin garantisi yoktur.) Ama onun ötesindeki hesapları yadsımak mümkün değildir. Türkiye, "Amerika burada mutlaka yener, Asya'da stratejik kartlar yeniden karılır, o zaman masada yer alabilmek ve Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren Asya kıtasında oyuncu olabilmek için bugün Amerika'nın yanında yer almalıyız. Ayrıca yarının mutlak dünya gücü (?) olan Amerika'nın yanında yer almak her bakımdan iyidir. Türkiye'nin dünya finans çevrelerinden ekonomik talepleri de Amerika'nın tavrına göre şekillenecektir. IMF'nin yeşil ışığı Amerika'ya bağlıdır. Ve Avrupa ile ilişkilerin düzgün gelişmesi de Amerika'nın müdahalelerine ihtiyaç göstermektedir. Öyleyse..."

Evet "öyleyse..." deyip, asker gönderme dahil Amerika'nın yanında yer alışımız ve gittikçe daha çok kirlenen savaşın tüm boyutları meşrulaştırılıyor.

Bu bir hesap. Bütünüyle Amerika'nın zaferine ve Türkiye'ye dönük "iyi niyet"ine bağlanan bir hesap...

Bize göre özünde "ya tutarsa" mantığı yatan bir hesap.

Şu anda bu hesabı yapan birçok çevre, bir yandan Amerika'nın başarısı için dua (!) ediyor, diğer yandan da "Ya tutmazsa" kaygısını taşıyor. "Ya tutmazsa..."nın altında da, bir, Amerika'nın başaramama korkusu var, (Amerika'nın yenmemesi mümkün mü güvenine rağmen, Sovyetler'in hezimeti, Afganlar'ın savaşçılığı, Afganistan'ın çetin coğrafyası, neredeyse bir ayı bulan hava bombardımanlarının kayda değer bir sonuç vermiş olmaması, ilk kara harekatının hüsranla sonuçlanması bu korkuyu besliyor) iki, Amerika'nın "iyi niyet"i boş verip, Körfez harekatındaki gibi yan çizmesi endişesi var. Amerika'nın dostlarını harcaması ilk değil, hemen şuracıkta şimdi yoketmek için dünyayı seferber ettiği Taliban örneği var.

Bu ön değerlendirmelerden sonra şimdi Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in Kıbrıs konusundaki alarmına gelebiliriz. Hemen söyleyelim ki bu bir "Ya tutarsa..." eylemidir ve belki de onun negatifi olan "Ya tutmazsa"nın ilk sınavıdır.

Dışişleri Bakanı, herhalde devlet politikası olarak, Avrupa'nın önüne "Ya herru ya merru" söylemiyle çıkıyor. "Kıbrıs Rum yönetimini AB'ye alırsanız biz de her bedeli göze alarak adım atarız..." bundan sonrası herhalde şöyle gelişecek: Ne yaparız? Kıbrıs'la bütünleşiriz, Ada bölünür ve Türkiye ile olan Rum-Yunan ihtilafını AB sırtlanmış olur. Bunun bedeli AB ile kopmaksa buna da varız!"

Buradan Türkiye'nin AB'den kopmayı göze aldığı sonucu mu çıkar?

Hayır, bir başka hesap çıkar buradan.

Türkiye, Afganistan'a, cepheye asker göndererek bir İslam ülkesi olarak en hayati desteği vermenin ilk stratejik karşılığını almak istiyor. Biraz peşince almak istiyor. Hem de, Türkiye'nin bütün dış ilişkilerini, hatta ekonomisini etkileyen en kritik dış meselesinde...

Cem'in yaklaşımı Amerika'ya ve Avrupa'ya bir çağrıdır. Türkiye Amerika'ya "Kıbrıs konusunda benim yanımda ol" demek istiyor, Avrupa'ya da "Afganistan'da İslam ülkesi olarak Batı'nın yanında yer aldım. Amerika ve İngiltere ile yan yanayız. Türkiye'ye rağmen bir karar alırken iki kere düşün" çağrısını yapıyor.

Türkiye Amerika'nın iyi niyetini sorguluyor, Avrupa'ya da güç gösterisinde bulunuyor.

Nasreddin Hoca'nın "Ya tutarsa..." anekdotu, daha çok olmayacak ümitler için anlamlıdır. Çünkü göle maya çalar Hoca ve kendisine aklını kaçırmış olmalı gibi bakarak "Ne yapıyorsun?" diye soranlara söyler "Ya tutarsa..." sözünü...

Şimdi Türkiye'nin Amerika yanında yer almasını olabildiğince kutsayan ve Kıbrıs konusunda çok da duyarlı olmayan çevreler feryada başladılar. Koro halinde İsmail Cem'e "Ne yapıyorsun?" diye soruyorlar. Ya Avrupa bunu blöf telakki eder de, Türkiye AB ile ilişkilerde çok daha olumsuz duruma düşerse... Anlaşılıyor ki Kıbrıs konusunda ve Türkiye-AB ilişkilerinde Amerikan desteğinden çok emin değiller. Aslında bu tepkinin altında İsmail Cem'e "Bu konuda Amerikan desteğine güveniyorsan yanılıyor olabilirsin. Hiçbir desteği çantada keklik belleme. Avrupa'nın Türkiye'nin Afgan savaşında yer almasını çok önemseyeceğini de sanma, ayrıca Amerika bile Avrupa'yı etkileyemeyebilir" gibi bir değerlendirme var. "Avrupa'dan koparsak tamamen Amerika'nın kucağına düşeriz, o zaman da Amerika bölge politikalarında bizi joker gibi kullanır" endişesi de var mı bilmem.

Ülkeler savaşta da diplomaside de kuvvet kullanarak sonuç alırlar. Kullandıkları kuşkusuz her zaman kendi kuvvetleri değildir. Kimi zaman dost kuvvetleri de kendi kuvvetiniz gibi kullanabilirsiniz. Amerika Afgan savaşında çoğu zaman başkalarının kuvvetini kullanarak sonuç almaya çalışıyor. Biz de bazı sorunlarımızı çözmek için "dost" diye bildiklerimizin kuvvetinden yararlanmak istiyoruz. Kıbrıs konusundaki son girişimimiz böyle bir diplomatik atak.

Eğer bir operasyon yaparken yeterli kuvvet olmadan harekete geçmişseniz, blöf yapıyorsunuz demektir. Blöfler risklidir.

Dileriz son çıkışımız iyi bir kuvvet değerlendirmesine dayansın ve blöf olmasın.

Denebilir ki Amerika bir kere daha Türkiye'ye karşı "iyi niyet" sınavı veriyor, denebilir ki Türkiye-Amerika ilişkileri sınav veriyor, denebilir ki Afganistan konusundaki tavrımızın stratejik değeri sınav veriyor.


5 Kasım 2001
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED