T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Mavi gömlek kir göstermez

Bir çok kimse ve bilhassa bazı iş adamları ve politikacılar, MAVİ GÖMLEK giymeyi tercih ederler. Çünkü, MAVİ GÖMLEK insana yakışır...Her renk elbiseyle giyilebilir.

Fakat bazılarının, bu renk gömleği tercih etmesinin sebebi başkadır: Çünkü, MAVİ GÖMLEK KİR GÖSTERMEZ...

Bu DAVRANIŞ bir felsefenin UYGULANMAYA KONULMUŞ şeklidir. Yani TEMIZ GÖRÜNMEK, TEMIZ OLMAKTAN daha önemlidir.

Bu felsefe, bir çok yönleriyle adeta içimizde yaşamaktadır. Meşhur TEFTİŞ DİŞ FIRÇASI hikayesini bilmeyenimiz pek azdır. Hatta, KOL KIRILIR YEN İÇİNDE şeklindeki ATASÖZÜMÜZ DE bu manada, yanlış yorumlanmaktadır. Biz, aile birligimizi, dostluklarımızı ve hatta Milli Bütünlügümüzü, ancak, İYİ GÖRÜNMEK maksadıyla BAZI GERÇEKLERİ saklamakla koruyabilecegimizi zannetmişizdir.

GÜZEL GÖRÜNMEK maksadıyla GERÇEKLERİ saklamak hastalığı, sadece TÜRKİYE'YE mahsus bir şey değildir. Geri kalmış veya kalkınmakta olan ülkelerin çoğunda, bu hastalık mevcuttur. Avrupa Konseyinin İnsan Hakları alt komisyonu üyeleri olarak, gittiğimiz bir çok ülkede ve bilhassa yeni gelişmekte olan ülkelerde bunun bir çok misallerini görmüşüzdür.

Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'da, HAPİSHANELERİ ziyaret ettiğimizde, hepsinin yeni boyanmış ve hatta boyaları kurumamış olduğunu görmüşüzdür. Bu hapishanelerden bir tanesinde, yatakhanelerde bembeyaz çarşaflar vardı. Fakat çarşafların, daha yeni serildiği belliydi. Çünkü, çarşafların paketleri içerisinde hasıl olan kırışıklıklar bile açılmamıştı. Bu hapishane koğuşlarından bir tanesinin köşesinde henüz yeni açılmış veya hiç açılmamış YATAK ÇARŞAFI paketleri vardı ve bu paketlerin üzerinde de, DENİZLİ'DE imal eden firmanın ismi yazılıydı.

Her zaman, kötü sandığımız gerçekleri saklamak bizi iyi bir sonuca götürmez. Hatta diyebiliriz ki, saklamak istediğimiz gerçek, vermek istediğimiz görüntüden DAHA YARARLI olabilir.

Avrupa ülkeleriyle ve bilhassa AVRUPA BİRLĞİYLE olan ilişkilerimizi, bu program çerçevesinde çize gelmişizdir. Demokrat olmaktan daha çok DEMOKRAT görünmeye, İNSAN HAKLARINA saygılı olmaktan çok, saygılı görünmeye çalışmışızdır. Gerçekle görünüm arasındaki ÇELİŞKİ bizi daima müşkül durumda bulundurmuştur.

Bazı büyük basın organlarımızda, büyük başlıklar görmüşüdür: AVRUPA, SESİMİZİ DUY... Neden, çünkü, Avrupa'nın istediği bir kanunu çıkarmış veya onlar tarafından beğenileceğini zannettiğimiz bir iş yapmışızdır.

Sayın Mesut Yılmaz kabinesindeki bir bakanımız, bir gazeteye verdiği bir beyanatta aynen şöyle diyordu: Biz Avrupa İNSAN HAKLARI mahkemesinin yetkilerini kabul ettik... Haydi bakalım... Bizi hala beğenmeyecekler mi?

Birkaç gün önce, Türk kökenli bir BELÇİKA SENATÖRÜ soydaşımız aynen şunları söylüyordu:

-Yapacaklarımızı, kendi ihtiyaçlarımız olduğu için yapalım. Avrupa'ya yaranmak için değil... Belki de, yıllardan beri gayret ettiğimiz halde, hala, demokrasimizin kusurlarını giderememiş, bu sebepten kaynaklanmaktadır.

Biz AVRUPALI OLMAK'LA, AVRUPA BİRLİĞİNE üye olmayı birbirinden ayırmalıyız. Avrupalı olmak yani Avrupa'yı oluşturan DEMOKRATİK, İNSAN HAKLARINA SAYGILI ve HOŞGÖRÜLÜ bir toplum olabilmek bizim elimizdedir. Bunu yapmalıyız.

Ancak buna rağmen bir AVRUPA BİRLİĞİNE alınmıyorsak, bu ONLARIN BİLECEĞİ BİR ŞEY'DİR.

Biz mavi gömlek arkasına sığınarak güzel görünmeye çalışmayalım.

Biz sadece kendi yararımıza olanları yapalım. Bu durumda, göreceğiz ki, BATININ ÇIKARLARI DA bizi içlerine almak olacaktır.

TBMM'DE BİR OTURUMUN...

Milletvekillerine kim hakaret etti?

31 Ekim Perşembe günü çıkan gazetelerde bir haber vardi. Bu haberde, Sayın Devlet BAKANI DERVIŞ, milletvekillerinin telefonla iş takip etmelerinden şikayet ediyorlardı.

TBMM'NİN aynı gün yapılan oturumunda, MECLİS BAŞKANI, İÇİŞLERİ BAKANI, SİYASİ PARTİLERE MENSUP MİLLETVEKİLLERİ bu konuşmayı kınadılar ve bunu bir HAKARET kabul ettiklerini belirttiler.

Aklımıza şu sual geldi: Acaba TBMM üyelerine hakaret eden sayın DERVİŞ Mİ idi yoksa başkaları mı?

Güney kasabalarımızdan birisinde DELİ ALİ isminde birisi vardı. Ali bir yönüyle DELİ GİBİYDİ ama, bazı özellikleri de vardı. Mesela, AT'I çok sever ve AT'LARA çok iyi bakardı. Bu sebeple de, kasabanın ileri gelenleri, ATLARINI ara sıra gezdirmesini ALİ'DEN isterlerdi.

Kasaba eşrafından HACI ağanın güzel ve NAZLI bir atı vardi. At soylu degildi ama GÖSTERİŞLİYDİ. Ali bu atı alır, yularından tutarak kasabanın sokaklarından, adeta, öğünerek geçirirdi.

At ise ahırda beslenmekten semirmiş, belki de uzun süre bağlı kalmaktan sıkılmış olduğundan, yanından geçenleri ısırmaya çalışır ve rast gele ÇİFTE ATARDI. Ali de atı hem gezdirir ve hem de söylenir dururdu: -HAAY YAVRUM HAAY... Onu bunu sen ısırmıyorsun... Bu çifteleri de sen atmıyorsun... Bu ÇİFTELERİ HACI AĞANIN ambarındaki ARPALAR atıyor...

Öyle sanıyoruz ki, TBMM üyelerine sayın DERVİŞ hakaret etmedi... Onlara asıl hakaret eden İMF ve DÜNYA BANKASI'DIR...

...DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


5 Kasım 2001
Pazartesi
 
CEVDET AKÇALI


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED