|
|
Şiir okumak sanattır
Sanatçıdır şiir okurları da. Şiir okurluğu, başkasının bestesine kendi enstrümanınızla eşlik etmek gibidir... Acaba sıradan şeyler de şiir olabilir mi? Matsuo Basho bu soruyu "..olduğu gibi betimlenirse, değerlidir" şeklinde yanıtlamış. Max Jacob ise şiirin -görünürde- yüzeysel olduğuna dem vuruyor öğütlerinde. Ve ekliyor "Mühim olan yüzeysel görünümün altında yatan önemliliğin derinliğidir" diye. "İlkin, Tanrı'yı bulun!" Evet, içselliğimizin dışarıda olup bitenlerden etkilenmesi bizi esintiler altında tutar. Dış dünyada, bizim dışımızda her ne oluyorsa. Sıradan olağanlıklar; içimizin, ruhumuzun tek gerçeği, malikiyle kurabildiğimiz temas ile önemli hale gelir. Bu temas tek bir boyutta mümkün: Sevgi... Yaratıcınızı ne yoğunlukla severseniz, size duyduğu şefkati o kertede iç dünyanızda hisseder ve genişlersiniz evrenin sonsuzluğunda. Şiir yazmak sanattır. Kendi estetik yapısı içinde bahçesinin çitlerini geren bir sanat. Yazılmış bir şiirin okuru olmak da bu sanatın yakınında duran ama kendisi olmayan başka bir sanattır -belki yan bahçedir , belki de çitin yanından geçen patika yol-. Şiir okurlarını, sanatçı payesiyle selamlıyorum. Şiir okurluğu, piyano ile icra olunan bir besteye, vurmalı ya da yaylı bir çalgıyla eşlik etmektir. Yüreğinizi ne tür bir enstrümana dönüştürdüyseniz onunla katılırsınız bu müzikal yolculuğa. Kararı benliğiniz verir. Ritm duygunuzun paralellikleri ve sapmaları ölçüttür şiiri yaşatabilmenizde. Önem sırası yoktur, bütünün parçalarıdır. Nitekim, okuruna ulaşmamış şiir asla tamamlanmamıştır, kaypaktır, şairinin ellerindeki kaygan zeminde devinir. Doğa muhteşem döngüsünü yönetiyor. Bozulmaksızın, saliseler içinde zamanı yaşıyor, kendinden emin. Ve her kıpırtı akan bir mısra doğanın dudaklarından. Rakipsiz olmanın mağrurane duruşu, kusursuzluğun şiddetli lezzeti üzerinde saklı. Ağaç gövdesinden reçinelerin akışı misali, akıyor. Nedir bu dokunulmazlık? Nedir bu saltanat? Malikine öyle inanmış, öylesine sindirmiş ki egemenliğini, bütün etkisi bundan. Yaradanı şiir yüklü perdelerle gizler ve öykünülmesi gereken de budur ancak. Bireyin dindarlığını (ya da karşıtını), şairliğini ya da her ne ise o halini birbiri içine geçmiş halkalar olarak tanımlıyorum. Ayrışması olası olmayan halkalar, gölgeleri birbirinin üzerinden eksik olmayan tavır takınarak ışığa karşı. Bu kimya bireyin hem yiten, hem de gelecek zamanıdır. Yiten zaman! Şairin görevi -eğer var ise- hayatı önünüze felsefi anlamda açmak değildir. Yiten zamanın sorgusu, belki de bu tuzağın şifresini barındırır. Nedir yiten? Kalan nedir? Şair olmak bu sorunsalla didişmeye engel teşkil etmez elbette. Ama hiçbir şiir, hiçbir problemin matematik çözümü olamaz, diyelim ki oldu, olsa da bu amaçla söylenmez, bu amaçla yazılmaz.
Şiir duyguların döküldüğü akışkanlardır. Okurunun kabı ne ise o şekle girer. Bu noktada değişkendir ve hiçbir şeyin çözümü değildir değişebilirliğinden. İçsel bir yanıttır. Soyuttur şiir. Oysa dışarıda olup bitenler, dış dünya, öylesine somut ki. İçselliğimiz ne kadar sahibine temas ediyorsa ürettiğimiz o nispette önemlidir, değerlidir. Hüzün, kırıklıklar, mutsuzluk.. şairin hesaplaştıkları olup düşer şiire. Ve isyanı gerektirir. Şiirin yazarı ve okuru bu isyanı hangi doğrultuya yönelteceğini bilmek sorumluluğuyla yaşar. Birey, kendi bilgi seline kendini katıp, seçimini yapar.
|
|
|