AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
İşler nasıl çorbaya çevrilir!

Cumhuriyet'ten Hikmet Çetinkaya, iki yazısını "sıkmabaş" meselesinden hareketle öğretmen Fereşta Ludin'in başvurusu üzerine Alman Anayasa Mahkemesi'nden çıkan kararı değerlendirmeye ayırdı. Biliyorsunuz; Ludin'in başörtüsüyle derslere girmesine izin vermeyen Baden Württenberg eyaleti hükümeti ve idari mahkemesinin bu yöndeki kararları, Anayasa Mahkemesi tarafından bozuldu. Tamam yalan değil; gerçekten de Anayasa Mahkemesi, AIHM yargıcı Rıza Türmen'in dediği gibi, türban konusunda esasa girmeyip topu kornere atmayı tercih etti. Mahkemenin kararı asıl olarak, söz konusu eyalette başörtüsüylü derslere girmeyi yasaklayan bir yasanın olmamasına dayanıyordu. Ancak hemen şunu da hatırlatalım ki, Bavyera ve Hesse gibi CDU-CSU ittifakının yönetiminde olan eyaletlerde yöneticiler başörtüsünü yasaklayan gerekli yasaları süratle çıkaracaklarını gecikmeden ilan etmiş olsalar da, gerek Sosyal Demokrat'ların meseleyi "düşüneceklerini" açıklamamış olmaları, gerekse Yeşiller'in zaten konuya çok daha ılımlı bakmalarından dolayı, dosyanın nasıl kapanacağını şimdiden söyleyebilmek imkansız.

Bir "ara yorum" olarak şu hususu da belirtmekte yarar var: Dikkat ederseniz, Almanya'nın tartıştığı konu, bir öğretmenin derslere başörtüsüyle girip giremeyeceği konusudur. Yani, bizdeki "türban" tartışmalarında sıkça kullanılan bir ifadeyi hatırlayarak söyleyecek olursak, Almanya'nın meselesi (bu tartışmalarda söz konusu olan en "iyimser" yorumla) "kamu hizmeti alan" ve "kamu hizmeti veren" ayrımı üzerine dayanmamaktadır. Bu durumda, Almanya'nın bizde olduğu gibi "üniversite öğrencilerinin" başörtüsü kullanıp kallanmayacaklarına kafa yorduklarını sanmayalım! Bu ülkede tartışalan konu, basbayağı, bir öğretmenin derslere başörtüsü ile girip girmeyeceği meselesinden ibarettir. Oysa bizde "türban" tartışması henüz bu safhanın çok çok gerisindedir. Biliyorsunuz, biz bu konuda çözümü çoktan bulduğumuz için tartışmayı da zaten kapamışız. Bizde "Okul"a girmesine izin verilen tek "başörtülüler" eskiden "hademe" olarak adlandırılan "hizmetliler"den başkası değildir! (Nasıl ama; "başörtüsü" meselesinin ülkemizde aynı zamanda bir "sınıf" meselesi olarak anlaşılıp, düzenlendiği nasıl da ortada! Hademe "Fatma teyze"nin (o da bir "kamu görevlisi" olmasına rağmen, onun da diğer "memurlar" gibi "Emekli Sandığı"na aidat ödemesine rağmen okulda "başörtüsü" ile dolaşması kabul, hatta teşvik edilirken, "Öğretmen hanımlar"ın böyle bir işe kalkışmaları "yasa" gereği yasaktır!)

Neyse... Biz gelelim Çetinkaya'nın konuyu değerlendiren iki yazısına: Hemen söyleyelim ki, Çetinkaya, yine, konuyu öyle bir tarzda ele almış ki, tartışılmaya aday mesele tam bir çorbaya dönmüş! Yazılarda verilen bilgiler eksik ve tutarsız, bu bilgilerden hareketle varılan sonuçlar tamamen havada. Yani kısaca, yazıların amacı, sadece Türkiye'de değil başta Avrupa'da olmak üzere pekçok Batı ülkesinde de giderek hızla merkeze yerleşmekte olan bir "problem"i anlamaya çalışmaktan çok uzak olarak, Fereşta Ludin dosyasından hareketle "içeri"ye yine hep o hikayeyi anlatmaktan ibaret.

İsterseniz buradan itibaren yazıları esas alarak ilerleyelim:

Çetinkaya ilk yazısına (30 Eylül) şu soruyla başlıyor: "'Sıkmabaş' ve 'karaçarşaf' Avrupa ülkelerinde gerçekten serbest mi?"

Yazar işe bu soruyla başlamasının nedeni şöyle açıklıyor: "Bu soruyu sormamın nedeni, bazı gazetelerin son günlerde AKP iktidarına yaranmak için yaptıkları haberlerle ilgili.. Haberlere göre Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika, Avusturya gibi ülkelerde, kamusal alanda 'sıkmabaş' ve 'karaçarşaf' giyerek çalışmak serbest... Daha ileri gidenler de var: 'Almanya, Hollanda ve Fransa'da kız öğrenciler sıkmabaşla okula gidecekler...'"

Ama bakın, Çetinkaya, sorduğu soru ve yaptığı açıklamanın hemen ardından bakın ne diyor:

"Elbet üniversitelerde 'türbanlı kız öğrenciler' var bu ülkelerde... Ama sayıları çok az!.. Üstelik onların ideolojik bir yanı da yok!.."

Görüyorsunuz, gerçekten ne kadar zor... "Yasakçı" bir zihniyetin sonunda kabul etmek zorunda kaldığı "gerçekliği" yorumlaması ne kadar büyük bir sıkıntı...

Ne güzel, Avrupa'da üniversitelerde "türbanlı kız öğrenciler" (sanki bunun "erkek öğrenci"si de olurmuş gibi!) var olmasına var ama onların hem "sayıları az", hem de "ideolojik bir yanları yok"! Peki "onlar" toplum içine çıkarken niçin başörtüsü kullanıyorlar? Yazar, herhalde "Bunu da okurlar keşfetsin!" diye düşündüğünden olacak, bu sorunun cevabını vermiyor!

Çetinkaya'nın doğrudan Ludin dosyasıyla ilgili değerlendirmesi de çok ilginç. Bakın neler yazıyor:

"Alman Federal Anayasa Mahkemesi'nin Ferasta Ludin adlı Afgan kadınla ilgili kararı, bu ülkeye 'sıkmabaş ve peçe' özgürlüğü getirmiyor.... Hiçbir Avrupa ülkesinde 'sıkmabaş ve peçe'yle ilgili bir yasa yoktur!... Bu tür kararları yerel yönetimler, Milli Eğitim Kurumları'nın yetkilileri, hatta okul müdürleri verir... Hollanda'da da Fransa'da da durum aynı..."

Bize sorarsanız, yine olmadı, deriz....Bir kere, herşeyden önce şunu sormak gerekmiyor mu? "Hiçbir Avrupa ülkesinde 'sıkmabaş ve peçe'yle ilgili bir yasa" niçin yoktur acaba? Besbelli ki –Almanya örneğinde olduğu gibi- bu ülkelerde yasakoyucu (ya da bizde olduğu gibi onun yerine Anayasa Mahkemesi!) insanların kılık kıyafetine ilişkin bir "yasa" çıkartmayı aklından bile geçirmemiştir...

İkinci olarak, Çetinkaya'nın Avrupa ülkelerinde "sıkmabaş ve peçe" meselesinin denetiminin "yerel yönetemler, Milli Eğitim kurumları'nın yetkilileri, hatta okul müdürleri"nin yetkileri çerçevesindeymiş gibi sunması da çok problemli... Öyle anlaşılıyor ki, Çetinkaya, "başörtüsü"nün Avrupa'daki serüvenini izlerken ülkeleri ve başörtüsünün tartışıldığı kurumları birbirine karıştırmış. Çünkü, en taze örneğiyle biliyoruz ki, Almanya'da Anayasa Mahkemesi'nin Ludin davası ile aldığı karar, "başörtüsü"ne yasak getirmek hususunda "yerel yönetimler, Milli Eğitim Kurumları'nın yetkilileri, hatta okul müdürleri"nin hiçbir yetkisi olmadığını ortaya koyuyor.... Belli ki, Çetinkaya, Fransa'daki "kolejlerde" (yani bizim "ortaokullar" diyelim) "başörtüsü"nü denetleme görevinin "okul müdürleri"ne verilmesini hatırlayarak bu satırları yazıyor. Ama dikkat edin, "kolejler"den, yani bizim "ortaokullar"dan söz ediyoruz...

Çetinkaya ikinci yazısını özellikle Ludin davasını gözden geçirmeye ayırmış. Ayırmasına ayırmış ama, işler bu kez de "çorba"ya dönmüş! Yazar ısrarla, Almanya'da Ludin'e destek çıkan çevrelerin içinde CDU ve CSU gibi muhafazakar partilerin yer aldığını söylüyor. (Örnek: "CSU'lu politikacı Peter Gauwiller, Berlin yabancılar sorumlusu CDU'lü Barbara John, hep Ludin'in yanında oldular.") Adı geçenlerin Ludin'e destek verip vermediğini bilmiyoruz; ama şunu da unutmayalım ki, Almanya'daki muhafazakar partilerin (hiç de sanıldığı gibi olmayan bir biçimde!) "başörtüsü"ne sıcak baktıklarını ileri sürmek mümkün değildir.

Çetinkaya'nın Amsterdam Üniversitesi Yönetim Kurulu üyesi olarak tanıttığı Ankie Verlaan'ın şu açıklamasını yazısına almasının nedenini de anlayamadık:

"Karaçarşaf, peçe sadece okullarda değil, Hollanda genelinde yasaklanmalıdır. (...) İnsanlar karşılıklı olarak gözlerinin içine bakarak konuşurken. Bu saygının ifadesidir."

Anlamayamadık, çünkü sanki ortada "peçe" ve "karaçarşaf" la okul ya da üniversite kapısına dayanmış öğrenciler var!

Ve nihayet Çetinkaya'nın meseleye nokta koyan son cümleleri:

"Dini sembol olan başörtüsü; Başbakanlık Dışişleri Konutu'nda, Esenboğa'da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i uğurlama töreninde, devlet protokolünde, imam hatip liselerinde, kamusal alanlarda!...

Ne diyor laik Almanya'daki yargıçlar:

'Başörtüsü basit bir kıyafet değildir; siyasal İslam'ın sembolüdür!'"

Bakın, haksız mıyız, işler yine "çorba"ya dönmedi mi? (K.B.)


Peki, medyanın başlatacağı 'sürek avı' ne olacak?

Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç, 1 Ekim tarihli yazısında, AIDS virüslü Y.O.'nun eğitimine "normal" bir şekilde devam edebilmesi için iyi niyetli ama medyamızı hesaba katmadığı için korkunç sonuçlar doğurabilecek bir öneri getirdi.

Şöyle: "Serdar Turgut nefis bir yazı yazmıştı dün.. Yol da gösteriyor, başka ülkelerden, yani 'Gelişmiş' dediklerimizden örnekler vererek.. Özeti.. Orada HIV taşıyıcısı çocuklar rahatça okula gidiyorlar. Çünkü çevrenin haberi yok.. Bizdeki Hepatit B'den haberleri olmadığı gibi.. O zaman sorun da çıkmıyor.. Serdar diyor ki.. 'Palavrayı bırakın. Ben bilime inanırım. Taşıyıcı çocuğun zararı yok.. Tamam.. Ama gene de kendi çocuğumu o sınıfa yollayamam..' İşte mesele bu..

"O zaman çözüm devlette.. Y.O. ve ailesi, 'Tanıkları koruma' planında olduğu gibi, bu yöreden alınacak. Başka isimler, hatta gerekirse görüntü değişiklikleri ile bir başka kente yerleştirilecekler ve Y.O. HIV taşıdığının bilinmediği bir okulda, mutlu arkadaşları ile, mutlu mutlu okuyacak. Başkaca çözüm sahte olur, zorlama olur, sorunları da çözmez. Y.O. ile okuyacak 20 kahraman arkadaş bulunsa bile, bu HIV hep onun ve arkadaşlarının arasında durur. Durmadan yüzüne çarpılır ve onu durmadan yaralar…"

Dedik ya, iyi niyetli bir öneri… Ama bu medyayla bu iş nasıl olur, diye de sormak gerekir…

Kanal D genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı 30 Eylül'de medyanın neler yapabileceğini yazdı:

"Muhabir arkadaşlarımız geldiğinde oturup konuştuk. Tam bir rezalet yaşanmış. İki televizyon kanalının muhabirleri canlı yayın için kavga etmişler, öğretmen bunalıma girip kaçmış, 7-8 yaşında çocuklar şaşkın bir biçimde olan biteni izlemişler…"

Altaylı'nın buradan çıkardığı yerinde sonuç da şöyle: "Olayları öğrenince hemen oturup bir karar verdik. Bundan böyle Kanal D Haber olarak Y.O. ile ilgili haber yapmayacağız. Okuluna ne muhabir ne kamera yollayacağız. Bu iş eğitimcilerin, pedagogların, doktorların işi. Biz bu çocukları daha fazla rahatsız etmeyeceğiz…"

Söyleyin, kaç medya yöneticisi "haber koşusu"nun bu "verimli" etabından böyle gönül rızasıyla çekilir? Bu medyayı biliyoruz, önceki "haber öznelerini kapışma" tecrübelerini de unutmadık.

Hiç kuşkumuz yok, devlet bu meseleyi Uluç'un tavsiyesi doğrultusunda çözmeye çalışırsa bütün Türkiye'de büyük bir sürek avı başlar ve en sonunda bir kanalda işte Y.O.'nun yeni yüzü haberini görürüz… Bizden uyarması… (A.G.)


2 Ekim 2003
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED