AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Amerika'nın kültürel açmazı: 'conscious indeference'

Amerika, soğuk savaş döneminde SSCB ile sadece siyasi ve askeri alanda değil kültürel alanda da kıyasıya bir imaj yarışına girmişti. Frances Stonor Saunders'in, "Kültürel Soğuk Savaş" isimli kitabında belirttiği gibi, Avrupa'nın önde gelen yazar ve akademisyenleri CIA tarafından finanse edilmişti.

Her türlü sorun karşısında kaba kuvvete başvurmayı bir gelenek haline getiren Beyaz Saray yönetimi, Amerikan toplumunun tarihsel ve sosyal bünyesinden kaynaklanan kültürel sorunları bile polisiye yöntemlerle çözmeye çalışıyor. Arts Journal dergisinin internet sitesinde yayımlanan bir incelemede, Amerikan kültürünün içinde bulunduğu kısır döngünün ve Amerikalıların diğer toplumların kültürlerine karşı gösterdiği "conscious indeference- bilinçli ilgisizliğin" en büyük kanıtı olarak yabancı dillerden yapılan yazınsal çeviri eserlerin kıtlığı gösterildi. İncelemeyi kaleme alan K. A. Dilday, çeviri kıtlığından dolayı zaten tek dilli olan ve sadece İngilizce yazıp-okuyabilen Amerikalıların, kendileri dışındaki milyarlarca insanın düşünce, gelenek ve inanışlarından habersiz yaşadığına vurgu yapıyor. Dünyanın giderek daha karmaşık hale geldiği, farklı kültürlerin edebi ve düşünsel eserleri arasında kapsamlı bir alışverişin yaşandığı bir evrede Amerikalıların tıpkı yıkılmadan önceki Yunan ve Roma uygarlıkları gibi kapalı ve sığ bir toplum haline gelmesi duyarlı Amerikan aydınlarını ülkelerinin toplumsal dinamiklerini geç de olsa eleştiri süzgecinden geçirmeye zorluyor. McDonald'sın, Hollywood'un, blue jean'lerin, Coca-Cola, CIA, CNN, NBA ve Pentagon'un ülkesi Amerika'yı bir avuç Yahudi-Hıristiyan beyaz adamın yönettiğini belirten Edward Said, Amerika'yı dönüştürebilecek en önemli sosyal dinamiğe sahip göçmen ve siyahi kültürün sistemli bir şekilde sistemin dışında tutulduğunu belirtiyor. Beyaz Saray, Irak işgalinden sonra dünyada oldukça yıpranan Amerikan imajını düzeltmek için tek bildiği yöntem olan ve soğuk savaş dönemindeki uygulamasında hayli yüksek performans gösterdiği entellektüel casuslardan yararlanma politikasını yeniden devreye sokacak. Oysa kültürel, sosyal ve tarihsel sorunların polisiye yöntemlerle çözülemeyeceği konusunda hem fikir olan aydınlar, Amerika'yı dünyaya açılmaya, tıpkı küreselleşmenin ekonomik ayağında olduğu gibi kültürel alanda da dünyayı kavrayışındaki önyargı duvarlarını yıkmaya davet ediyorlar.

İmaj yarışından kültürel karantinaya

Bilindiği gibi Amerika, soğuk savaş döneminde SSCB ile sadece siyasi ve askeri alanda değil kültürel alanda da kıyasıya bir imaj yarışına girmişti. Frances Stonor Saunders'in, 'Kültürel Soğuk Savaş' isimli kitabında belirttiği gibi, Avrupa'nın önde gelen yazar ve akademisyenleri CIA tarafından finanse edilmişti. Paris'te, CIA denetiminde Congress for Cultural Freedom - Kültürel Özgürlük Derneği (CCF) adlı bir birim kuran Beyaz Saray, Rockefeller ve Ford Vakfı tarafından finanse edilen konferans ve sempozyumlar düzenleyerek sanatsal ve tarihi geziler organize etmiş, resim sergileri ile müzik festivallerine ön ayak olmuştu. Aralarında Stephen Spender, Irving Kristol editörlüğündeki Encounter gibi 1960'ların kültürel yaşamına damgasını vuran 20'den fazla dergi yayımlamıştı. Bu dergilerde dönemin en ünlü yazarlarını bir araya getiren CIA, hem Amerikan toplumunun dış dünyaya bakışını değiştirmiş hem de Avrupa ve Asya'daki teorisyen Raymond Aron, romancı ve denemeci Arthur Koestler ile düşünür Bertrand Russell, Jorge Luis Borges, Vladimir Nabokov, W.H. Auden, Arnold Toynbee ve Isaiah Berlin gibi çeşitli öncü entellektüeller eliyle Amerikan kültürünün propagandasını yaparak dünyaya Sovyet ideolojisinin kötülüklerini empoze etmişti.

Amerika'nın 1950 ile 1967 yılları arasında Sovyetler birliğine karşı Eisenhower'ın direktifleriyle başlattığı kültürel soğuk savaş projesi, Yahudi kökenli romancı Philip Roth'un 1970'li yıllarda "Writers From the Other Europe-Öteki Avrupa'dan Yazarlar" serisiyle ayrı bir ivme kazanmıştı. Bu proje sayesinde Milan Kundera, Ivan Klima ile Bruno Schulz gibi demir perde ardında yaşıyan bir çok doğu Avrupalı yazar Amerikan okuyucusuyla tanıştırıldı. Yine1962 yılındaki Küba Füze Krizi'nin ardından başlayıp 1980'lere kadar devam eden ve American Society-Amerikan Topluluğu tarafından yürütülen diğer etkili bir proje çerçevesinde ise aralarında Gabriel Garcia Marquez'in 'Yüzyıllık Yalnızlığı'nın da bulunduğu Latin Amerika'dan 80 kadar klasik ve çağdaş edebiyat ürünü Amerikan okuyucusunun beğenisine sunuldu. Beyaz Saray'ın bu geçmişte kalmış ama etkili kültürel girişimleri yeniden devreye sokmasını öneren K.A. Dilday, "Değişik bakış açıları ve kültürel motiflerle beslenmeyi reddeden entellektüel yaşamımız giderek monotonlaşıyor ve değişim geçiremediği için ölümcül yaralar alıyor. Amerikalıların 11 Eylül'den alması gereken en önemli ders, dünyanın geri kalanında nelerin olup bittiğini bilmektir. Kendimizi kültürel karantina altına almanın bedelini çok ağır ödedik daha da ödeyeceğiz" diye konuşuyor.

De facto inançlar

America's National Endowment of the Arts-Amerikan Ulusal Sanat Vakfı'nın 1999 yılı verilerine göre yabancı dillerden İngilizceye çevrilen şiir, hikaye ve roman kitaplarının sayısı sadece 330 adet. Karl Popper'ın yaşlı, yıkılmaya yüz tutan, dışa kapalı ve anti demokratik uygarlıkları tartıştığı ünlü "The Open Society and Its Enemies- Açık Toplum ve Düşmanları" adlı kitabında iddia ettiği tüm belirtileri göstermeye başlayan Amerika'nın şu anki manzarası giderek Yunan ve Roma uygarlıklarının son dönemlerine benzemeye başladı. Öyle görünüyor ki her şey Amerikalıları şaşırtmaya devam edecek. Amerika sadece politik açlığını giderecek eserlere yöneliyor. Yerel kalmakta direnen Amerikan yayın endüstrisi küresellikten, kültürel karışım ve çoğulculuktan uzak kalmaya mahkum. K.A.Dilday, şu haklı serzenişte bulunuyor: "Doğumdan mezara kadar sadece anne sütüyle beslenen tek yanlı bir kültürü empoze ediyor Amerikan yayın endüstrisi. 1999 yılında yayımlanan 11 bin 570 çeviri eserden sadece 330 tanesi başka dillerden yapılan yazınsal çevirilere ait. Bu çevirilerin yüzde doksanı da Almanca, Fransızca ve İspanyolca'dan yapılmış. Yazın çevirisi alanında Amerika, ideolojik kardeşi olan Avrupa'nın oldukça gerisinde."

Amerikalılar dil olarak monist-tekçi bir toplum. Bu yüzden milyarlarca insanın ne düşündüğünden habersizler. Harvard Üniversitesi Kennedy Hükümet Merkezi bölümünün dekanı olan Joseph Nye, Amerikan kültürünün "güdük" kalmasının önündeki en büyük handikap olarak "Amerikan İmparatorluğu" fikrini gösteriyor. Bazı tarihsel ve siyasal nedenlerden dolayı başka uluslardan yazarların Amerika'da benimsenmesinin kimi "de facto" zorlukları var. Bu zorluklar kanunlarda yer almasa bile toplumun belleğinde yazılı. Amerikan kültür dünyasında Arap ve Müslüman yazarlara karşı hala bilinçli bir yok saymanın hüküm sürdüğünü belirten K.A. Dilday, "Amerikalılar arasında, büyük yazarların sadece Avrupa ve Amerika'dan çıktığına dair 'dogmatik' bir inanç var. Nobel ödüllü Necip Mahfuz'u okuyucularına kabul ettirmek isteyen yayınevi onun Flaubert, Balzac ve hepsinden önemlisi Proust'tan çok etkilendiği propagandasını yapmak zorunda kaldı. Büyük bir reklam kampanyasıyla onun batılı değer yargılarına aşina olduğuna halkı inandırmaya çalıştı" diyor.

Diğer kültürlerin egzotik etkisine açık olmak için insanların imge dünyasının geniş olması ve onların bu tür yolculuklar için donanımlı olmaları gerekiyor. Amerika'daki en çok yabancı yazın eseri çeviren yayınevi olan New Directions Press'in editörü Barbara Epler, "Amerika'da insanların pek çoğu hala yabancı kitap okumaya karşı. Dünyanın neresinde olursanız olun ikinci bir dil bilmek bir erdemdir ve gıptayla karşılanır. Bu yabancı dil, onu konuşan insana prestij kazandırır. Ama bu durum Amerika'da tam tersi. Burada yabancı dil bilmek insanın değerini azaltır" diyor. Yazar Primo Levi, İngilizce dışında ikinci veya üçüncü bir dil bilmenin Amerika'da "yabancı ve öteki" anlamına geldiğini ifade ediyor. Levi şu önemli noktaya değiniyor: "Dünyanın neresine giderse gitsin kültürlü ve donanımlı biri olarak karşılanacak böyle birine Amerikalılar, potansiyel bir düşman olarak bakıyor. İngilizce dışında dil bilen biri Amerikalılar için barbar ve yabancı demek. Yabancı dil bilen bir insan, etimolojik olarak pek iyi yetişmemiş, kekeme, nasıl konuşacağını bilmeyen, dahası şahsiyeti olmayan biri olarak algılanıyor. Bu anlamda, dilsel kurgular ve çeviriler ister istemez etnik ve politik bir tabana oturuyor. Bu da Amerikan toplumunun kötü alışkanlıklarından biri." Giderek tek yönlü, kapalı ve asosyal bir topluma dönüşen Amerikalılar için Steve Wasserman ise, "Bu bir ironi olsa gerek. Dünyayı global olmaları için zorlayan Amerikalılar, iş kendilerine gelince ayırımcılığa varacak kadar yerel ve kapalı davranıyorlar" diyor. Bütün bu değerlendirmeler ışığında Dilday'ın şu tespitine katılmamak elde değil: "Fukuyama aslında 'Tarihin Sonu' tezini tam anlamıyla Amerikalılar için söyledi." Amerika'nın bu kültürel gerçeği tamamen Yeni Oryantalizm'in doğuyu oryantalize etme kriterlerinden kaynaklanıyor. Çünkü günümüzdeki Yeni Oryantalizm'in asıl hedefi artık sömürgeciliği yasallaştırmak değil; öncelikli amaç kültür düşmanlığı ve bunun estetize edilmesidir.

NOT: Sosyalbilimciler, Amerika'nın diğer kültürleri yok saymaya yönelik yaklaşım, tutum ve davranışlarını 'Conscious indeference' (bilinçli ilgisizlik) kavramıyla tanımlıyor.

  • BERCAN TUTAR / GAZETECİ-YAZAR

    Mazeret değil, hayattır aşk

    Diyorlar ki eski aşklar yok artık. O büyük, uğruna dağların delindiği, çöllere düşüren, gözlere mil çektiren sevgiler yok. sevdiğini kaybedince kalbi duran sevgililer, kilometrelerce uzaklıktan yarin kokusunu duyan aşıklar tarih oldu. Ağlamaktan kararan gözlere ışık olamıyor Yusuf ëun giysileri.

    Eskiden büyük sevdalar vardı diyor geçmiş zamanlı cümleler. Şimdi başka bir devir. Çünkü güvensiziz herşeye. Devlete, millete, anaya babaya hatta kendine bile güvenemez oldu insanlar. Sanki bunun peşinde herkes; kendine bir güvenlik alanı aramanın yani.

    İdeolojilerin konuşulmadığı, modernizm postmodernizm tartışmalarının yapılmadığı, sinemanın müziğin ilahlarının ilahelerinin olmadığı zamanlarda kaldı aşk hikayeleri. Moda dergilerindeki bütün kadınlar güzel artık, podyumlardaki bütün erkekler yakışıklı. Utangaçlığımızdan değil, silikonlar patlamasın diye yok ettik sevda buselerini... Bu çağ başka bir çağ. Aşkın sevdanın yaşanamayacağı bir çağ.

    Uzatamıyorum cümlelerimi. Anlattıkça daha çok anlamsızlaşıyor gözümde herşey. Aşktan haberi olmayanların aşksızlığa dair mazeretleri... Mazeretin ne çağı var ne medeniyeti. Aşkın da öyle... İşte bu yüzden bu çağ en büyük aşkların kaderi.

    Nasıl geldik bu hale, kim getirdi bizi buralara? Leylaların Şirinlerin aşkını tarihe gömenler mi? Aşk bütün çağlara meydan okuyabilecek kadar güçlü değil diyorsanız şayet kendi medeniyetinizin hangi büyük aşkını gömmek için mücadeleniz?

    İnanmıyorum aşka inançsızlığımız için uğraşan cümlelere. Ne çağlar ne medeniyetler kandıramaz beni. Dünya ne üzerine dönüyor diye soranlara aşk üzere dönüyor, sevda üzere dönüyor demeliyiz gene. Kapital üzere, çıkar üzere, güvenlik üzere, zevk üzere dönüyor diyenlerin gözlerinde bile görüyorum dillere destan bir aşka susamışlığı... Leyla kadar sevebileceği kadınlar, mecnun kadar sevecek erkekler arıyor kadınlar. Hiçbir devirde olmadığı kadar yayılıyor, anlatılıyor aşk hikayeleri. Hiçbir devirde olmadığı kadar saygın artık aşklar ve aşıklar. Kendi çağlarında yaşananlara gözlerini yummuş; sevgililerden bahsederken romanlar, filmler, şarkılar; aşkı sevenler ağlarken aşksızlıklarına;bir yerlerde yaşanmakta gelecek nesillere her medeniyetin üzerindeyim ben dedirtmek üzere sevdalar... Benim mazeretim ve zamanım olamaz diyecek aşklar; yaşanmaktalar...

  • MÜZEYYEN KARTI / EĞİTİMCİ




    1 Eylül 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED