AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Biz 'bu borçları' öderiz abi!

'Bu borçlar' Türkiye'nin borçları. Neredeyse herkes kendi şahsi borçlarını da unutup Türkiye'nin borçlarına kafa yormaktadır. "Bu borçlar ödenir mi? Nasıl ödenir? 1980'li yılarda Özal ve arkadaşları, modern Türkiye'nin tasarruflarının yetersiz ve fon ihtiyaçlarının fazla olduğunu görüp dışarıdan da borçlanma imkânlarını görünce, hızla dış piyasalarda borçlanmaya giderek o yıllarda 3 milyon dolar seviyesinde oan dış borcumuzu 3-4 yıl içinde hızla beş katına çıkararak 15 milyar $'a ulaştırmışlardı.

Elbette Türkiye gibi sermayesi kıt bir ülke, yurtdışı kaynaklara müracaat edecektir ve etmelidir. Önemli olan, Türkiye'de kimin, hangi mekanizmalarla ve ne gibi şartlarla bunu yapacağıdır. Şimdiye kadar izlenen yolun yanlış ve doğru tarafları var ama, en doğru yaklaşım ne olmalıdır? Esas soru budur.

İstatistiklere baktığımızda bizim, tüm Türkiye Ekonomisi olarak, 227 milyar $ civarında borcumuz olduğunu görürüz. Gayri safi milli hasılamızın, yani bir yıl içinde ürettiğimiz mal ve hizmetlerin değerinin yaklaşık 180 milyar $ olduğu dikkate alındığında, gerçekten ürkütücü bir meblağ! Ama biraz daha yakından baktığımızda 'biz bu borçları öderiz' noktasına gelebiliriz.

Özel Sektörün Dış Borçları

Bu borçların yaklaşık beşte biri Türk bankalarının aldığı sendikasyon ve benzeri kredilerden oluşur. 10-15 milyar dolarlık kısmı Türk şirketlerinin yurtdışından makina, ekipman ve hammadde alımı için Alman HERMES, İsviçre ERG, Fransız COFACE, Amerika, EXİM vs gibi kaynaklardan temin edilen mal alım kredileri ile muhtelif kaynaklardan temin edilen işletme sermayesi kredilerinden oluşmaktadır. Geriye kalan yaklaşık 20-25 milyar dolarlık kredi ise Türk Özel Sektörünün kendi parasıdır. Ortaklar adına yurt dışın mevduat olarak çıkarılan para şirkete kur farkı ve faiz gideri oluşturmak, vergi avantajları sağlamak ve yurt dışına yasal para transferini yapmak amacıyla yapılmaktadır.

Böylece sermayenin enflasyon karşısında erimesini önlemeye çalışılmaktadır. Hiç kimse de özel sektör bu borçları ödemez, ödeyemez dememektedir. Yani borcun bu kaleminde bir problem yok; tam tersine bazı fırsatlar var.

Kit ve kamu bankalarının dış borçları

Kitler, yurtdışından makina, ekipman, hammadde ve işletme sermayesi tedariki için kredi almışlardır. Hepsinin para eden tesisleri, mal stokları, alacakları ve nakitleri vardır. Çoğu borçlarını rahatlıkla ödeyebilecek durumdadır. Sanayi ve yatırım bankalarının borçları karşılığında da alacakları, mal varlıkları vs vardır. Bu kalemde de ciddi bir problem olduğu söylenemez.

Konsolide bütçe dış borçları

Bu borç kalemleri içerisinde vadesi 1 yıldan kısa olan borç yok; çoğunun vadesi 5 yıldan uzundur. IMF ve diğer uluslararası kuruluşlara olan borçlar 23 Milyar $'dır. Yaklaşık 23 milyar $ da uzun vadeli Eurobondlardan oluşmaktadır. Bu Eurobondların en az yarısının Türkler tarafından satın alınmış olduğu neredeyse kesindir. Yaklaşık 10 milyar $'lık kısmı da diğer alacaklılara aittir. Sonuç: Görüldüğü gibi dış borçlarımızın tutarında ve geri ödeme projeksiyonunda çok ciddi problemler öngörülmektedir. Dış borçlarla ilgili en önemli problem ödenen yüksek faizlerdir. Zaman içinde daha uygun şartlarla borç bulma yeteneğimiz artınca faizi daha düşük krediler mevcutlarının yerine ikame edilebilir.

Türkiye'nin İç Borçları

Türkiye'nin iç borçlarını da ikiye ayırabiliriz. Hazinenin diğer kamu kurumlarına olan borçları ki bu borçların dolar karşılığı yaklaşık 48.7 milyar $ tutmaktadır. Bu borçların faizi düşük vadesi uzun ve yönetilmesi kolaydır. Kimse bu borçların çevrilmesi ile ilgili bir problem öngörmemektedir. Bu borçların en önemli kaynağı da Türk Bankacılık Sektörünün yaşadığı krizdir.

Diğer en önemli borç kalemi, Hazine'nin özel kesime olan borçlarıdır. Bu borçların toplamının dolar karşılığı da yaklaşık 46.4 Milyar $'dır. Bütün dertlerin, problemlerin, bunalımların kaynağı ve sebebi bu borçlar gösterilmektedir. Bu borçların yaklaşık yarısı TL, diğer yarısı da döviz, dövize endeksli TL ve vadesi 1 yıldan uzun olan TL cinsinden borçlardır. Özel kesime olan vadesi bir yıldan kısa borçların reel faizleri yüksektir ve ekonomik konjonktürden çok fazla etkilenmektedir. En küçük bir dalgalanmada faizler hızla yükselebilir. Bu borçların geri dönmesi uzun vadeye yayılabilirse, mesela Euro'ya veya diğer bir dövizde de dönüştürülebilirse, faizler hızla düşecek ve borçların çevrilebilirliği sorunu ortadan kalkacaktır. Görüldüğü gibi sadece 20-25 Milyar $'lık bir borç iyi yönetilebilirse, dikkat edin 'ödenirse' demiyoruz, borçlanma sorunumuz yoluna girecektir. Faizler ve enflasyon hızla düşecek, devletin giderleri azalacak, yabancı sermaye Türkiye'ye gelecek, Türkiye'deki şirketler önlerini daha iyi görüp yatırım yapacak, ekonomi sağlıklı bir şekilde büyüyecek ve böylece borçların GSMH içindeki payı azalacağından boynumuza bir ilmek olarak takılmak istenen borç sorunundan kurtulmuş olacağız. Türkiye'nin borç sorunundan kurtulması için yapılacak şey öncelikle enflasyonla mücadelede çok kararlı olmaktır. Bu, borç faizlerini düşürür. Borç paraya çok fazla mahkum olmadığımızı göstermek için de kaynak paketlerinden elde edilen parayla bu kısa vadeli TL borç stokunu düşürmek gerekir. Böylece kamu yönetilebilir düşük maliyetli bir borç ile başbaşa kalacak ve ekonomi istikrara kavuşacaktır. Türk Şirketleri de böyle bir ortamda uzun vadeli, düşük maliyetli uluslararası fonlara rahatlıkla ulaşabileceklerdir. Hükümetin bu işin önem ve önceliğinin ayırdında olması umut vericidir.

  • MEHMET ALİ VERÇİN / EKONOMİST

    Merkez Bankası'nın Dış Borçları

    Bankanın en önemli dış borcu Türk İşçilerinin Alman DRESNER Bank'ta T.C. Merkez Bankası hesabına yatırdıkları 15 milyar $'dır. Merkez bankası bu paraları verimli bir şekilde kullanamamasına rağmen yüksek faizler ödemektedir. Bu da ayrı bir konu. Merkez bankasının döviz rezervleri borçlarını rahatlıkla karşılayabilecek düzeydedir. Önemli yanlışlıklar yapılmazsa burada da bir problem yoktur.

    Renklerin ve seslerin ritmi

  • FAYSAL SOYSAL / YAZAR İran sineması kendi şiirindeki sesi ve ritmi ile her dönem yeni biçimlerde geliştirerek sürdürdü. İlk olarak Nima Yusiç (Ali Isfendiyari) ardından Şehriyar, Sipihri ve sonrasında Fürug Ferruhzad ile yeni şiir denilen şiir kendi ritmi ile kendi imgesini ve biçimini yaratmaya başladı. M. Mahmelbaf tarafından İran Sinemasını Nima Yusiç'i olarak adlandırılan yönetmen Sair Sohrab Sehilsales 'Cansız Tabiat' filmiyle bu kaybedilmiş insanı yeniden bulma arayışına soyundu. Yönetmen A.Evensiyan bu insana tarihin çok uzağından ve öncesinden Antonionininkine benzer yalnızlığına 'Çeşme'yi sundu. Ve ardından A. Kiyarostami ile insanı varoluş anına götüren hayatın çocukluğu sunuldu beyaz perdeye. Ondaki hiçlik barındırmasında rağmen umuda ve dostluğa götüren imgesine rağmen ve Orson Walles ne de Godard umud ve hiçlik arasında bir imge yaratamamıştır. Daryus Mehrcui ile toplumsal sıkıntıları ve sonra daha çok kadının kendisi olmaya giden yolculuğunu İtalyan neorealistlerini ve Fellini'yi de geride bırakan düş şiiriyle izledi tüm bir insan. Sonra Mahmelbaf filmlerinde hayatın birer zıtlıklar yumağı olan şiirini yeni sinemanın diliyle okudu bize... E. Nadiri, koşmanın şiirindeki bitmeyen ideallerin zamanın kıyısında nasıl eridiklerini 'Koşucu' filmiyle yeni şiirin renklerini kullanarak söyletti bize. 'Su, rüzgar, toprak'ı insana ve ta ilk yaratıldığından beri insanın ateşine sundu. Hatemikiya, 'düşte gerçeği, gerçekte düşü' yaşatan imgeleriyle düş gerçek ayrımını kaldırdı insanların sokakta yaşadıkları uykudan. Sanatçı tarafından ölü olarak ortaya konan her sinema seyircisi tarafından yeniden ortaya kondu. Topluca okunan bir şiir oldu sinema...

    Hayata dair notlar

  • HÜSEYİN KOLUKIRIK / EĞİTİMCİ

    Hayat, insanoğlunun en büyük sermayesi. Ya bir hiç olsaydık, yaratılmasaydık; yokluk aleminden çıkıp varlık aleminin sırrına kadem basmasaydık?

    Hayat ne geçmiştir ne de gelecek. Hayat içinde yaşadığımız şu andır. Ve o 'an' mütemadiyen akıp gitmektedir. İnsan hayata sevgi bağıyla tutunmuştur. Umutlarını yitirenler önce sevgilerini yitirmişler ya da sevenlerini bulamamışlardır. Yalnızlık herkesin hesabının ayrı olduğunun göstergesi. İnsan iç aleminde yürürken, ne bir refakat edeni vardır ne de bir yol arkadaşı. Kemalettin Kamu boşuna demiyor; "Ben gurbette değilim gurbet benim içimde." Çağdaş psikologlar, insanlara "empati" kurmayı öneriyor. Yani kendini başkasının yerine koymak. "Başkalarının dertleriyle dertlenen insan, hayattan zevk alır" diyor bir düşünür. Şu gizemli hayatta hâlâ kimse 'mutluluğun resmini' çizemedi. Çizemesek de o resmi acaba keşfedemez miydik? Hayallerimiz, sevgilerimiz, ölümüne aşklarımız, ihtiraslarımız, ideallerimiz, ölümcül fikirlerimiz vardır. Gönül bu, suya düşer; su yanar serap olur.

    'En güzel insan'ı daha çok hatırlamanın etkili yolları

  • Yrd.Doç.Dr. ZAFER ERGİNLİ / İlahiyatçı

    En Güzel İnsan'ı, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'i (s.a.v.) anmak üzere gerçekleştirilen bir Kutlu Doğum mevsimini daha geride bıraktık. Ben bu yazıda kısmen haberdar olduğum, kısmen de zihnimden geçen, fakat uygulanıp uygulanmadığından haberdar olmadığın bazı etkinlik türlerini ele alıp, bundan sonraki yıllarda organize edilmesini teklif edeceğim.

    Öncelikle bu organizasyonların genel çerçevisini bir gözden geçirmekle işe başlayalım: Kendi katılmış olduğum Kutlu Doğum programlarında görebildiğim kadarıyla bu programlar şöyle bir format içerisinde gerçekleştiriliyor: Programa tercihen İlahiyat Fakültesi mensubu bir konuşmacı çağrılıyor. O il ya da ilçenin müftüsü uzunluk derecesi değişen bir konuşmayla çağrılan kişiyi takdim ediyor, daha sonra konuşmacı konuşmasını yapıyor; böylece Kutlu Doğum programı tamamlanmış oluyor. Bazen buna o bölgedeki bir ilahi solo ya da korusunun konuşmadan önce yer alan minik bir konseri, bir sinevizyon gösterisi, birşiir de eşlik edebiliyor. Bu tür bir şekle sokulmuş olan program, aslında En Güzel İnsan'ı anlatmanın en güzel yolu olmasa gerek. Bütün bu uygulamaların doğru olmadığı düşüncesiyle bunu söylemiyorum, yalnızca bu programın takrir yönünün ağır basmasının ve kısmen eğlenceli olabilecek yönlerinin konuşmadan önce tüketilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Konuşma öncesinde yapılan tüm uygulamaların geliştirilerek konuşmalarla bütünleştirilebileceği kanaatindeyim. Her şeyden önce,en güzel insan olan Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hatırlanması aylar öncesine uzanan bir hazırlığın ürünü olmalıdır. Öncelikle farklı formatları deneyenler ve düşünenler, tecrübe birikimlerini Diyanet İşleri Başkanığı ve Diyanet Vakfı yetkilileriyle paylaşarak katkıda bulunmalıdırlar.

    İlim alemi içerisinde Hz. Peygamber'le (s.a.v.) ilgili akademik araştırma yarışmaları bir yol olarak önerilebilir. İlk, orta ve yüksek okullarda düzenlenecek olan şiir, kompozisyon ve drama yarışmaları bu kutlamalara damgasını vurabiir. Drama yarışması derken, Hz. Peygamber'in hayatından tablolara dair tiyatro eserlerinden söz etmiyorum. Toplumumuzda ihtiyaç duyulan ahlakî davranış kalıplarını ve kangren haline gelmiş bazı sıkıntıları ele alan dramalar toplumumuza ışık tutabilir. Bazı televizyon programlarında olduğu gibi, kişisel gelişim çerçevesinde ele alınan dramalar, dinleyiciler üzerinde de kalıcı etkiler bırakacaktır. Kişisel gelişim ırmağının, din okyanusuna kavuşma zamanı gelmiştir ve bunun için ideal başlangıç Kutlu Doğum programlarıdır. Belli bir yere konuşmacı olarak gidecek olan kişinin, konuşacağı yerin, sosyal, dinî ve ahlakî sıkıntılarından haberdar olması, daha etkili ve faydalı bir program için son derece önemlidir. Aynı zamanda toplumda yara haline gelmiş söz gelimi hırsızlık ya da kan davası gibi-bazı konulardan söz edilirken, konuşmacı sözü o yerleşim biriminin mülkî erkânına bir süre için bırakarak o konuyla ilgili genel ve yerel rakamları ve o rakamların neler ifade ettiğini topluma aktarmasını sağlayabilir, o yetkili kişi de bu gibi olumsuz durumlardan korunma ve bunlarla mücadele yollarını gösterebilir.

    İlk, orta ve yüksek okul öğrencileri arasından dereceye giren şiirlerin konuşma arasında okunması, hem genç şair ve yazar adaylarının şahsiyet kazanması, hem de dinleyicilerin memnuniyeti açısından değerli katkılar sağlayacaktır. Buna ilahî ve müzikal etkinlikler de eklenebilir. Önümüzdeki Kutlu Doğum programları için bir önerim var: Aileler içinde Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayıtını okuma seferberliği. Her evde aile reislerinin ön ayak olacağı bu tür bir seferberlik, çok ihtiyaç duyduğumuz Peygamber ahlakının yaşantımıza yansımasını sağlayacaktır. En Güzel İnsan'ın hayatımıza girmesi, manevî aydınlanmamızın habercisi olacaktır.


  • 2 Haziran 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED