T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İlahiyatın, İlahiyatların ve İlahiyatçıların tarihine dair

İslamiyât Dergisi'nin 4 no'lu bülteninde yer alan Hüseyin Atay hakkındaki önemli bir söyleşiden hareketle dünkü yazımda bazı değerlendirmeler yapmış ve ilahiyat hocalarına dair geçmişten gelen bilgi eksikliklerimizin hâlâ sürüyor olmasını da nazar-ı itibara alarak bu tür söyleşilerin ve hatta çeşitli vesilelerle düzenlenecek anma toplantılarının ilahiyât camiasının mensuplarını tanımak/tanıtmak bakımından büyük bir fırsat addedilmesi lazım geldiğine mümkün mertebe işaret etmeye çalışmıştım.

Evvela biraz yakın maziye gidelim ve soralım: Niçin ilahiyatçılar umumiyetle, sözgelimi Elmalılı Hamdi Yazır, Babanzade Ahmed Naim, İzmirli İsmail Hakkı vb. zevatın (tefsir, hadis, kelam, siret gibi teknik sahalardaki bilgi seviyelerini şimdilik bir kenara bırakarak söyleyelim) biyografileri hakkında ciddi düzeyde bilgi sahibi olma arzusu taşımazlar?!? Onlarca, bilgi'nin ve bilgin'in kendisi kadar tarihi de, çevresi de niçin derin tedkiklerin konusu olmaz, olamaz? Niçin nazarî meseleler kadar fikir, kültür ve siyasî tarih de ilahiyatçılarımızın pek ilgisini çekmez?!? ['Umumiyetle' alakasızlar; yani ilgili oldukları sahaların tarihiyle 'çok azı' ilgileniyor. Tarih hakkında 'derin' tedkik yapılmıyor; yoksa tek tük tedkikler yapılıyor; ilgilerini 'hiç' çekmiyor değil, 'pek' çekmiyor.]

Bir camiayı toptan hedef alan bir suçlamada bulunmak gibi bir niyetim olmadığı gibi, birilerini incitmek kabilinden maksatlı sözler de sarfetmeye çalışmıyorum; bilakis acısını kendi yüreğimde de duyduğum insanımızın müşterek bir zaafına dikkat çekmeye çabalıyorum. Niyetimi açık kılmak bakımından, olumsuz bir örnek vermek yerine, olumlu bir örnek vereyim ve hemen sorayım o halde: Niçin ilahiyatçılarımız M. Said Hatiboğlu Hocamız gibi olmayı tercih etmezler de bilgi'nin ve bilgin'in de en az kendileri kadar ilgiyi hak eden önemli bir tarihî zemini olduğunu hiç nazar-ı itibara almazlar?!?!? İslamiyat'taki son yazısını kolay ulaşılabilir bir delil olarak sunuyorum ne demeye çalıştığımı anlama gayretinde olacaklar için... [Kabilevî bir reaksiyonla bu sualleri haksız bir îma şeklinde telakki edecekler için de şimdiden söyleyeyim ki sözlerim suçlama değil, bilakis açık bir tesbit! Aksi düşünülebilseydi, mesela İsmail Kara'nın İslamcılık Düşüncesi adlı eserinde yer alan biyografik malumat şimdiye kadar çoktan aşılır, hiç değilse doktora çalışmalarında olsun, küçücük bir ilavede bile bulunulmaksızın yağmalanmaya lüzum görülmezdi.]

O halde ilahiyatçıların tarihi önemsediklerini göstermeleri için ilk adım önce bu ülkede İlahiyatın, İlahiyatların ve pek tabii ki İlahiyatçıların tarihini yazmak olmalı... Diyanet İşleri Başkanlarının hâlâ elimizde doğru dürüst biyografileri yok! "Bize ne?" diyenlere soralım: Vefat etmiş ilahiyatçıların var mı? [Yaşayan yaşlı ilahiyat hocaları için geç kalındığını düşünmüyor musunuz?!? İlahiyat hocalarında hatırat ya da günlük yazmak âdetine pek rastlanmadığına göre, mesela Süleyman Ateş'in, ya da Hayreddin Karaman'ın yazıp çizdikleri, niçin kendilerinin mufassal biyografilerinden mahrum bir surette okunsun?!?]

Hüseyin Atay Hoca'yla yapılan söyleşiyi okuduğumda aklıma gelenler de işte bu tür şeylerdi... Söyleşide yer alan bilgileri küçümsediğimden değil, aksine teybin düğmesine plansız ve hazırlıksız bir surette basıldığından dolayı heba edilmiş bir fırsatın bizlere kaybettirdiği malumatın muhtevasını birazcık bildiğimden ötürü bu sevimsiz satırları karalıyorum....

60 İhtilalini yapan askerlerin isteğiyle hemen 8-9 ayda bir Kur'an meali hazırlamış bir hocadan "Çeviri Tarihi" adına neler öğrenilmezdi? Ya Hasan Basri Çantay'la bu konuda yaptığı tartışmalara dair? İsrail'e gönderilip orada İbranice öğrenen, sonra da Yahudi âlimi Musa b. Meymun'un dünyaca ünlü eserini yayımlamış bir hocadan tecrübelerini anlatması istenemez miydi? Hiç değilse bu yoğun çalışma sırasında gözlerinin kaç derece bozulduğunun hikayesini okurlarıyla paylaşması temin edilemez miydi? Meali birlikte hazırladığı, İsrail'e birlikte gittiği bilinen ve fakat sonra aniden gizemli bir biçimde ölüsü bulunan Yahudi Teolojisi ve Siyonizm tedkikleriyle meşhur Yaşar Kutluay hakkında Atay Hoca'dan daha yetkin bir isim bulunabilir miydi? Vs. vs. vs.

Ben bardağın boş tarafını göstermek istedim; dolu tarafını görmek için söyleşinin kendisini okumalısınız ve eğer varsa, camia asabiyetinizi camianızın tarihine alaka göstererek ispatlamalısınız!

Not: Uzun bir aradan sonra Mantık Atölyesi Salı günü (14 Ocak 2003 tarihinde) eski mekanında, Taksim Atatürk Kitaplığı'nda yeniden faaliyete geçiyor. Modern dünyaya inat konumuz hâlâ 'insan' (Hz. İnsan!)... Biz yine İstanbul'da ve yine nefs-i nâtıka (düşünen/konuşan insan) üzerine nutkumuzu sürdürüyoruz... Dostlara duyurulur!


12 Ocak 2003
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED