T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Özgür yazar ve gazeteciler mi dediniz?

Basın Konseyi Başkanı Sayın Oktay Ekşi'nin bir beyanı vardı, dünkü "Hürriyet"te; "Hapse mahkum gazeteciler bize başvursun" diye...

Haber hem üzücü ve hem de sevindirici... Demek ki, bizde hâlâ hapiste gazeteci ve yazarlar varmış... Ve üzücü tarafı, "Basın Konseyi"nin bundan haberi yokmuş demek...

Bunun böyle olduğunu, yazar ve gazeteci olarak, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık veya Genelkurmay'ın gazeteci ve yazarlara verdiği "basın brifingleri"nden anlamak mümkün...

Basın için, bir davet ve protokol listesi varmış ve orada yer alanlar bu resmi davetlere katılabiliyormuş...

İş böyle olunca, siz hangi mahkûm ve tutuklu gazeteci ve yazarın özgürlüğü için bir çaba sarfetmiş olabilirsiniz ki?..

Mer'î düzene aykırı yazı yazan veya eser veren olursa, onların haklarını kim koruyacak, Gazeteciler Cemiyeti mi, yoksa Basın Konseyi mi?

Bu sorular kafamızı karıştırırken, gözümüzün önüne iki olay geldi:

Öncelikle şunu söyleyelim ki, bundan 5-6 yıl öncesinde on kadar gazeteci ve yazar ile tv yorumcusu "Düşünceye Özgürlük Platformu" oluşturmuştuk. Beşiktaş Yıldız'daki köşklerde birkaç toplantı yapmış, epey bir yol almıştık. Hatta, Bandırma'ya gidip, cezaevinde yatan Nureddin Şirin'le de görüşmüştük..

O Nureddin Şirin ki, düzmece bir "Hizbullah'ın Beyrut'lu bağlantısı" olarak 17 yıla mahkum edilmişti.

Sonra, bizim bu "platforma" bir şeyler oldu ve gazeteci ve yazar "özgür" adamların her birinin bir başka tarafa "sülük" ettiğini gördük. Ve birden bire bir "sol soluklu egzantirik şovmenlere" kucak açıldı!..

Aradan yıllar geçti, bugün yine Nureddin Şirin, hapiste...

Öz vatanında, çocuklarının hayat sürmeye "mahkûm ettiği toprak" üzerinde, inancının çilesini çeken bir Nureddin Şirin'e "özgürlük" hakkını kim verecek diye soruyoruz?

Amma, bir Selahaddin Eş'i de gündeme getirmekten kendimizi alamıyoruz. İsveç'ten birçok "yasaklı yazar" gelip, yıllardan sonra, "Hürriyet" ve benzeri gazetelerde yazı yazıp, bildikleri "kutsalın savunması"na olanca enerjileri ile "hademelik" ediyorlar.

Amma bir "Selahaddin Eş"ten bir haber yok!..

Bizim 12 Eylül öncesi "kuşağı yazar" takımının öncülerinden olan Selahaddin Bey'in arkadaşları şu anda, Türkiye'de yazarlık, gazetecilik ve yayıncılık yapıyorlar!..

Fakat, Selahaddin Eş, 20 yıldır ülkesine gelemiyor!

İşte onu, yılbaşı gecelerinin birinde Köln'de buldum. Evlenip, orada kalmak mecburiyetinde imiş!

Hayatında hiçbir şekilde "zigzak" çizmeyen EŞ'in nikah şahitliği için "Sanzig" şehrine doğru yol alsak da, yörenin belediyesinde şahitlerin "Almanca bilmesi" gerektiğinden bu tarihî olaya katkımız olamadı. Ama, "Gürcü" yengemize emanetle ayrıldık.

Yazılarından ötürü, "Paşakapı Cezaevi"nde yatan bir yazarın bugün kaç tanıdığı kaldı ki Türkiye'de.

Bir nesil göçüp gidiyor, yeni nesil de ondan bî-haber!..

Dileriz ki, AB ile uyum yasaları çözüme doğru bir takım kapıları aralarken, bu ülke için, samimî ve kalıcı öneri ve hizmetleri geçen insanlar da, kalkıp ülkelerine döner, ahır ömürlerinde fikir ve tecrübelerinden "çilekeş insan nasıl olurmuş" görecek nesillere zeminler oluşturulur..

Yoksa, böyle birbiri ile dalaşan ve birbiri ile cedelleşen bir toplumda, ne özgürlük olur ve ne de huzur kalır...

Çünkü bizdeki baş yöneticiler ile hizmetlerinin doruk noktasına gelmiş olanlar, hâlâ başörtüsü ile, bir avuç sakallının tekkesi ile uğraşır tablolar çizdiği görülüyor.

Diyarbakır'daki facianın ardından Malatya'da çarpışan iki Fantom'un pilotlarına bakınız! Yüzleri nuranî ve göklerde seyr eden birer melek gibi bu âlemden göçtüler. Amma cenazelerinde görülen manzara bizi hayrete düşürdü: "Şehit" pilot yüzbaşı Fazıl Taşkın'ın eşi Emine Hanım, "başörtülü" gözyaşı dökerken, manzaranın en acıklısını gösteriyordu.

Bizim kafamıza takıldı: Acaba, merhum Fazıl, hayatta kalsaydı, gelecekte bir yılda "YAŞ kararı ile" eşinin başörtüsünden dolayı, gökte uçan bir şahin olmaktan, yerlerde gezen bir "işsiz-güçsüz" insan konumuna gelmiş olacak mıydı?

Çünkü, ülke öyle karmaşık bir manzara arzediyor ki, kime nasıl ve nereden bir "sadme-baskı" gelecek anlamak mümkün değil...

Fikirler net değil, bakış açıları hileli ve hesaplı...

Kimine "yürü ya kulum", kimine de "Kandıralı sen de dur" diye diye işler yürütülüyor!..

Ne demiş Başbakan Sayın Gül: "Uluorta yerde memleket meselelerini konuşmam, her şeyi yeri ve zemininde ele alırım."

Her şey her zeminde el-aleme faş edilmezmiş, demek...

Çünkü, onların adamları var, koruyucuları da bulunur, amma temelde alttan gelen ve emekleyerek yazar olup, fikir üretenlerin her zaman karşısında bir "kalantor"lar düzeni çıkmıştır.

Bu bakımdan, onların adamlarını savunanlar var, her zaman da onlar için "gündem" oluşturulur!..

Biz de kendi kulvarımızdakilerin halâs ve felâhı için birkaç satır yazsak, o da mı "bağnazlık" sayılacak?..

Biz, Sayın Ekşi'nin bu son beyanatını okurken, böyle bir "ikilem"den canımızın çok yandığını, aksine bu zamanda, bu tür geri kalmışlık ve bağnazlık kokan işlemlerden kurtulup, "özgürlükler ülkesi" olmanın hazzını ve tadını ahır-ömrümüzde tatmak ve algılamak ile hatırlatmak istiyoruz!..


www.sadikalbayrak.com

12 Ocak 2003
Pazar
 
SADIK ALBAYRAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED