T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 30 ARALIK 2005 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Sami HOCAOĞLU

Taklit: Mağlubiyet psikolojisi

Taklidin mantığını aradım. Bulamadım. Sonunda, taklitte mantık aranmaması gerektiğine kani oldum.

Taklidin, mantığı zehirlediği açık. Zaten, bu yüzden taklit ya. Taklitçilik bir hastalık, hem de kişiliğe arız olmuş bir hastalık. O yüzden bu hastalık, taklitçinin özgüven yokluğuna dayanıyor, bu bir. İkincisi, iddialarından arındırılmış olduğunu gösteriyor. Üçüncüsü, taklit ettikleri karşısında mağlup olduğunun tescili anlamına geliyor.

İbn Haldun'un Mukaddime'de yaptığı o muhteşem tesbit, bu ülkenin yaşadığı yüz yıllık dramın tek cümlelik özeti: "Mağluplar galipleri taklit ederler."

Mağlubiyetin de onurlusu vardır, onursuzu vardır. Onurunu yitirmeyen mağluplar, fiziken mağlup görünürler. Dişe diş mücadele etmişler, mağlup olmuşlardır. Elbet her mağlubiyetin bir çok sebebi vardır.

Onurlarını koruyanlar, mağlubiyeti içselleştirmezler. Fakat, sadece değerler için mücadele edenler, yenildiklerinde dahi onurlarını koruyabilirler. Yenilgilerinin faturasını kendi değerlerine kesmezler. Aksine, yenilgilerini bir bilinç yenileme, yani bir "tevbe" ve "istiğfar" vesilesi olarak bilirler. Sorunu, kendi değerlerinde değil, değerleriyle ilişkilerinde ararlar. O ilişkileri sağlıklı hale getirmek için, mücadele meydanından çekilip, mücahede meydanına atılırlar. Bu, mağlubiyeti içselleştirmeme savaşıdır. Onurlu mağluplar için, galipleri taklit etmek, düşman saflarına geçmekle eş değerdedir. Asıl mağlubiyet işte odur.

Onurunu yitirenler, mağlup olunca kelimenin tam anlamıyla mağlup olurlar. Onlar, fiziken galip gelseler bile mağlupturlar. Mağlubiyet onların karakteri olmuştur. Çünkü, mütecavizine aşık olan ahmak kız rolüne soyunmuşlardır.

Mağlubiyetlerinin faturasını kendi değerlerine keserler. Tez elden o değerlerden kurtulmanın yollarını ararlar. Kendilerine "ben idraki" veren o değerleri her görüşte mağlubiyetlerini hatırlarlar. Bu da onları kendi değerlerine düşmandan fazla düşman olmaya iter. Değerlerinden kurtulunca, kendilerinin de galiplerden olacağına inanırlar.

Mağlubiyetin faturasını kendi değerlerine kestikleri için, kendilerinden nefret ederler. Bu nefret, galiplere karşı marazi bir aşka dönüşür. Kendilerini gerçekleştirmek yerine, galipleri taklit etmek gibi ucuz bir yolu benimserler. Bu taklit onları galip yapmaz elbette. Sadece "maymun" yapar. Bunun anlamı, galiplerin maskarası ve soytarısı olmaktır.

Hiçbir galipten, mağlupları içerisinden başkalaşım geçirerek maskaralaşan birilerini, kendisiyle eş değerde görmesi beklenemez. Hiçbir efendi, soytarısını, kendisiyle eşit haklara sahip bir partner olarak benimsemez. Değil mi ama: Hiçbir maymun, ne kadar iyi insan taklidi yaparsa yapsın, insanlar sınıfına dahil edilmez?

Bu toprakları İslami değerlerden uzaklaştırma ihalesini üstlenen taşeron seçkinlerin psikolojisi, "mağlubiyet psikolojisi"dir. Bu marazi psikolojiyle, sadece mağlubiyeti benimsemekle kalmamışlar, hepimize benimsetmek için, bu milletin sırtında sopa kırmışlardır. Galiplerin savaşarak elde edemediklerini, onlar altın tepsi içinde sunmuşlardır. Yüzyılın ihalesinin bedeli, böyle ödenmiştir.

Mağlubiyet psikolojisi, "büyük kırılmanın" ardından, mağlubiyet ideolojisine dönüşmüştür. Mezkur kırılmadan sonra, bu topraklardaki hakim ideolojinin adını kim ne koyarsanız koysun, gerçekte onun değişmeyen tek adı vardır: Mağlubiyet ideolojisi. Bu ideolojinin sırtımıza geçirdiği deli gömleği, elimizi kolumuzu kıpırdamaz hale getirdi. Şu içinde bulunduğumuz "bir kuşa çevrilmişlik hali", bunun neticesidir.

Takvim değişikliği, mağlubiyet ideolojisinin enkazından sadece biridir. Bu pakete giren tüm diğer unsurlar gibi, bu da bir "koparma" ameliyesidir. Temelinde yatan şey, bu toprakları, ait olduğu "Müslüman zamanından" koparma kaygısıdır. Bu kaygı, öyle gösterildiği gibi "laiklik" hassasiyeti üzerine temellendirilmemiştir. Eğer öyleyse, yerine konulanın bir Papanın (Gregorius) adını taşıyan ve Hıristiyan zamanını gösteren bir takvim olmasını neyle açıklayacağız?

1519'da Jeronim de Aguilar, yıllarca Mayaların arasında kaldıktan sonra bir grup Hıristiyanla karşılaşınca "Bugün Çarşamba mı?" diye sormuş. "Evet" cevabını alınca gözyaşlarını tutamamış. Çünkü 'kafirlerin' arasında geçirdiği uzun zaman boyunca ibadetini hep doğru zamanda yaptığının göstergesiymiş bu. Ne dersiniz, bu toplumda kendi gerçek zamanını bir çırpıda bilen kaç kişi çıkar?

Müslüman zamanında, Papa Gregorius takviminin yılbaşı, hiçbir 'değer' ve 'anlam' taşımıyor. Malum medyanın köpürttüğü yılbaşı çılgınlığı, son yıllarda "Noel ayinine katılma" noktasına gelip dayandı. Ha gayret, az kaldı! Bir adım sonrası, kutsanmış şarap-ekmek kuyruğuna girmek.

Mağlubiyet ideolojisinden başka ne beklenirdi ki?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi