T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 31 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Derinliksiz ve yapay burjuvazi imparatorluğu (2)

Milletin çoğunluğu hayatından bezip 'dağ da, ferman da, ölen de, kalan da, yalan da, talan da Şef'indir' diyecek noktaya geldiğinde, bugün her fırsatta iktidarlarının devamı için seferberlik havası çalan "ilmiye" mensupları, siyasetçiler, işadamları ve istisnasız bütün kurumların "babalar"ı, ancak hain oldukları kadar iktidar olabileceklerdir.

Anadilimiz, klasik dilimiz: Osmanlı Türkçesi
   PROF. DR. TEOMAN DURALI

  BERAT DEMİRCİ
Osmanlı üretim tarzının belkemiği köylüdür, ama Osmanlı'nın köylüsü bile, köylü değerlerle medenî olunamayacağının bilincinde olduğu için, şehirde oluşan değerleri kendi imkan ve nisbetince köye taşımıştır. Aynı köylü, payitaht erkekleri askerlikten muaf iken bütün harplerin yükünü çekmiştir. Başta İstanbul olmak üzere Avrupa şehirlerinde daha önce yaşanan ve aristokrasinin değerlerini popüler kültür haline getirme süreci olan burjuvalaşmak, bizde Avrupa burjuvazisi değerlerinin hoyratça ve bedevadan tüketilmesi olarak cereyan etmiştir.

KÖYLÜ KIZILORDU ÇERİSİ DEĞİLDİR

"Kırolaşma" süreci de, bizde şehirlilerin "kırolaşması" ile başlamış, "kıroluğun" rantını yiyen ve tadını çıkaran ise Avrupa'nın tersine varoşlara değil, kırmaşa kırmaşa yatağını genişleten ve önce şehirlerin sonra da bürokrasinin en güzel yerlerine oturan birinci göç dalgasının köylüleri olmuştur. Bu oluşumun tamamı burjuvazi değil, "kırovazi"dir.1 "Kırovazi", tarih dalkavukluğu ve hamasetle zevahiri kurtarmaya çalışan temsilî sathî iktidarların da, "yavrukurt" figürüne sığınan iktidar derinliğinin de bürokratik işlemden geçmiş tek ideolojisidir.

Köylünün varoşlara taşınması ve köylülükten çıkması hâlâ derinliksiz gazete yazılarının en şapırtılı konusudur. Köylüye tarihdışı bir varlık olarak bakmak, köylü kökenlerini örtmeye çalışan bir beyaztürk(!) populizmdir, kolaycılıktır ve nesnesinden kopuk sosyolojizmdir. Tarih ilmi açısından öncelikli olarak değerlendirilmesi gereken husus, şehirlere göç edenlerle, çift bozarak dağa çıkanların soy ve huy olarak akrabalıklarıdır.

Türk köyü ve köylüsü, Osmanlı'nın süreğidir; Avrupa'nın serflerine benzemez, çünkü hürdür. Hür vasıflı olan bir sosyal varlık, Kızılordu çerisi gibi tek yekün hattında kategorize edilemez. Köylü bütününün kendi içinde medenisi-bedevisi, zengini-fakiri, bilgilisi-bilgisizi, arifi-cahili vardır. Medeniyet açısından olumlu vasıflılar hareketli değildir, çünkü konumlarından memnundur; olumsuz vasıflılar göçe meyillidir çünkü memnuniyetsizdir. Bedevi, fakir, bilgisiz ve cahil köylü kesimlerin ilk etapta ve seri bir şekilde şehre akmaları en katı sos-yolojik gerçektir. Şehirlerin "Suriçi sakinleri" ise kendi içlerinde Avrupalılık karşısında "kırolaşma" sürecini yaşamıştır; züppe, yabancı ve itici tipler sokağa hakimdir ve şehrin göçmen köylülere görünen yüzü bunlardır. "Suriçi"nin yerli kalanları ise, resmen "öteki" muamelesiyle bir tür ev hapsine mahkum edilmiştir. Gecekondu köyün şehre taşınması değil, zevksiz şehirleşmenin ve içindeki münharif yaşantıların faydacı amaçlarla pratize edilmesidir.

İKİNCİ DALGA

İkinci köylü göçü dalgası, köylünün medenî ve aristokrat temayülleri olanların hareketidir. Bunlara bu somut dayanakları olmayan temayülleri ve ruhu veren de kendilerini vatanın ve devletin dayandığı aslî asabiye saymalarıdır. Bunlar "Mehmetçik Mehmet"tirler, devlet denildiğinde ilikleri titrer ve "ebed-i müddet" sözüyle cümleyi tamamlarlar. Yerli burjuvazinin reel demografik tabanı olması gereken bu sadakat, her fırsatta engellenmekte, engellenmesi için "çapraz savaş" sürdürülmektedir. Bu göç, şehirlerle ve şehirlilikle kısa sürede bütünleşmiştir. Sosyolojik ve tarihî nedenlerle gecikmeli olarak eğitim yoluyla statülerini yükseltmek için uğraşmaya ve muvaffak olmaya başlayınca, hem şehirli "köktenkıroları", hem de onların kötü taklidi olan ihtiraslı köylüleri huzursuz etmiştir. Bu rahatsızlık Türkiye'nin demokratik ve rekabetçi bir seçkinler dolaşımını engelleyen en önemli faktördür; engelleme en büyük desteğini de uluslararası terör sektöründen almaktadır.

Sektörün patronları için harp ve darp, nüfusun büyük kesimini oluşturan bu insanları devletin altından bir minder gibi çekmenin en geçerli yoludur. Çapraz savaş da bu noktada başlamaktadır. Faili hâlâ meçhul olmasına rağmen zinde güçleri harekete geçiren çok teknik ve sofistike siyasi cinayetlerin, keşiş kılıklı ve Yeşilçam kostümleriyle şeyh postuna büründürülmüş intibaı veren tecavüzcülerin, cehennemden başka silahı olmayan etine dolgun vaizlerin, tahta kılıçla fetih destanı yazmaya çalışan hayalî siyaset başbuğlarının, hatta ve hatta Vurun Kahpeye filminde taşlanan kadının, evet hepsinin suçlusu bu insanlardır. Bu bölücü tavır, dışgüçlerin oyunu değildir, ama dışgüçlerin oyunları bu tavrın üzerinden yürür.

"Ferman padişahın dağlar bizimdir" yahut "Şalvarı şaltak Osmanlı!" diyenlerin, gerçekte Osmanlı'yla filan bir dertleri yoktu, diyalektik illüzyonlarla umut vadeden tek Türk toplumunu atıl tutmak için kırovaziyle köken ve çıkar birliği gereği bütünleşmiştir.

MÜZİK BİTTİĞİ ZAMAN

"Kırovazi"nin derin gücü, "birşeyci olmaya" azmettirilerek, karşı karşıya getirilen korkak kalabalıklardan gelmektedir. Korku imparatorluğunun, ülkeyi bir defa daha, toptan yönlendirir ve yönetir hale gelmesi ise kart ve acımış türkücüleri bile post-modern jenerik enstrümanı olmaktan çıkarmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Niyet ettiğinin daima dışında fonksiyonlar doğuran kurumların akıbeti ne olur, izci marşlar kimin için çalar, kim oynar bilemeyiz.

Müzik biter, "Heil Şef" nidaları ortalığı kaplarsa, tecrübeyle sabit olan tecelli eder ve Amerika Vespuçi'nin torunları bir defa daha Türkiye'yi keşfeder. Kâşiflerin demokratik cumhuriyetlere değil, faşist cumhuriyetlere ihtiyacı vardır. Amerika kendi ülkesinde Stalincikleri sevmez, ama iktidarının acentesi konumundaki ülkeleri faşistleştirmek için derin çaba gösterir.

Milletin çoğunluğu hayatından bezip 'dağ da, ferman da, ölen de, kalan da, yalan da, talan da Şef'indir' diyecek noktaya geldiğinde, bugün her fırsatta iktidarlarının devamı için seferberlik havası çalan "ilmiye" mensupları, siyasetçiler, işadamları ve istisnasız bütün kurumların "babalar"ı, ancak hain oldukları kadar iktidar olabileceklerdir.

Ecnebî basına gözucuyla baktığında bile, hâlâ Türkiye'nin içerideki kurumlaşmış bayilikler vasıtasıyla "çapraz savaş" taktiklerine maruz tutulan en önemli ülke olduğunu anlayamayanlardan "izci" bile olmaz. Dürbünlerinizi koltuklarınızdan bir çevirin, koltuğunuzdan gördüğünüzü ekrana, yahut ekrandan gördüğünüzü koltuğunuza aktarmak yerine, pencereden bir bakın hiç olmazsa.

"Kırovazi imparatorluğu" o kadar derinliksiz ki, kör olsanız görürsünüz.

*Denemeci - sosyal teorisyen


  • Derinliksiz ve yapay burjuvazi imparatorluğu (1)

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi