T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 17 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


'Demokrasi-faşizm' matriksinde yeni dünya düzeni

Popper, "açık toplum" derken ve en olmayacak iki ülkeyi umut verici bulurken bir gerçeği değil temenniyi dile getirmiştir. Popper'in siyaset kuramı oluşturulduğunda, demokrasi-faşizm matrixi yoktu, "Matrix" filmi de çekilmemişti. Aslında bugün "açık toplum" umudu Türkiye başta olmak üzere, Popper'in tanıyamadığı ülkelerdir.

  • Doç. Dr. BERAT DEMİRCİ
    "Simge" kelimesi, kurum tarafından mahalli ve çok kullanılmayan "sim"den türetilmiştir ve köklü olmamasına rağmen tutmuş gözükmektedir. Simgenin tam karşılığı alamet-i farikadır; birşeyi başka bir şeyden ayırdeden işaret anlamına gelmektedir. Hayal karşılığı olarak imal edilen "imge" de pek kullanılmayan "im" kökünden türetilmiştir. "İm" kelimeciğinin de işaret, alamet anlamına geliyor olması işi biraz karıştırmaktadır; zaten imalatçı da kökten, ekten değil, Fransızca "image" kelimesinin sesdeşliğinden hareket etmiştir. Kurum dilcileri de, hatalı da olsa teklif getirebilir, ancak o teklifleri psiko-ideolojik nedenlerle mükellefiyet haline getirmek ve ısrar etmek tedavi gerektiren bir durumdur. Bu yazıda simge, "alamet-i farika" karşılığı olarak kullanılacaktır, imge de bir varlık hakkında oluşmuş/oluşturulmuş ve gerçekliğiyle bağlantılı olma zorunluluğu olmayan, hattâ gerçekliği bulandıran hayal.

    Simge reel bir olguya, ama o olgunun başka özelliklerinin fevkinde göze batan ve kültürel temeli olan bir hususiliğe dayanır. İmge (image, imaj) saf haliyle hayalgücünün bir ürünüdür ve tahsis edildiği öznenin özelliklerine dayanması gerekmeyebilir. İmaj oluşturma; başkalarının hayallerini biçimlendirmek niyetiyle gerçekleştirilen aklî bir faaliyettir, günümüzde medya ve para gücünün desteğiyle gerçekleştirilen ve giderek profesyonelleşen bir sektör haline gelmiştir. "Akıl çağı"nın aklı, gerçeklikten kasıtla koparılan imaj üretme rekoru kırarak "akıl" denilen varlığı insanlardan uzaklaştırma görevini hakkıyla yerine getirmiştir. İnsanlığın büyük bölümü "akıl gereği" gibi gözüken sanal gerçekliklerle idare etmekte ve edilmektedir. Akıl sahipleri bütün dünyada statüsü olmayan bir azınlıktır.

    Simge ve imge üretme donanımı, insanı biyolojik bir varlık olmaktan çıkaran en önemli özelliğidir. Simgeler; kültür değerini kavramayı, tazelemeyi kolaylaştırır; lisanı da kaidelerle dondurulmuş kelimeler deposu olmaktan çıkararak, yaşayan canlı bir varlık haline getirir. İnsanın alamet-i farikası bu iki haslet, hayat ve hareket kabiliyetini durdurmak ve biçimlendirmek azmiyle yürütülen bir imalata dönüşmüş, gezegenimizi üretilen simge ve imgelere boyun eğen insanlar kaplamıştır. Akıl ve hayalgücü, simge ve imge sektörünün bir taşla vurduğu iki kuştur.

    Akıl ve hayalgücünden mahrum insanların demokrasisi, dünya patronlarının iktidarlarına çomak sokulmaması için kullandıkları bir araç haline dönüşmüştür. Toplumlar, insanlar "yeni dünya düzeni" adına düşman olarak tanımlanmakta, tanımlar simgeleştirilmekte ve mesnetsiz imgelerle belirginlik kazandırılarak hedef haline getirilmektedir. Bu olumsuz süreç, ancak faşizmin tarihi akışı ve ideolojik çeşitlenmesi olarak tahlil edilebilir.

    İPTİDAİ FAŞİZM

    Monarşik yönetim tarzı, siyaset tarihinin uzunca bir zaman gözde düzenlerindendir. Monarkın adalet anlayışı, zeka seviyesi, alt takımının kalitesi monarşiyi başarılı ya da başarısız kılar. Bu sistemde Herşey monarkın becerisine bağlı olduğu için önceki monarkla sonraki monark arasında uygulama birbirinden çok farklı olması sonucunu doğurmuştur. Adil bir sultandan hemen sonra, berbat bir sultanın tahta oturması monarşi tarihinde çok rastlanan bir durumdur. Monark beceriksizliğinden, yahut alt kadrolarının yoldan çıkarmasıyla ülkeyi batağa sürükler, halkta hoşnutsuzluk başlar. Bu zaman zaman isyanlara sebep olur. İsyanlardan korkan monark sertliğe başvurur, kendine halkı adaletle değil zulümle itaate zorlar.

    Bunun en canlı tasviri, Schiller'in bir efsaneden yola çıkarak yazdığı şapkasını selamlattıran valinin hikayesidir. Tebaasının kendine bağlılığını, arz-ı ubudiyet derecesinde görmek isteyen bir ceberut vali, şapkasını şehrin kapısından giren herkesin önünden geçeceği bir yere dikmiş. Valinin şapkasını selamlamadan geçen, dipçik zoruyla şapka dikili sırığın önünde diz çöktürülür; direnen kişi ise asi ilan edilerek sualsiz idam edilirmiş. Sur dışında yaşayan Wilhelm Tell oğlunu da yanına alarak şehre alışverişe gelir. Valinin zulmünden haberdardır ve yüreği isyanla doludur, ama şapkaya selam buyruğundan haberdar değildir.

    Askerler Wilhelm'i zorla şapkaya diz çöktürmek isterler, üstelik "Aslan babam" diye babasını seven bir çocuğun gözü önünde. Wilhelm, direnir ve birkaç askeri pataklar, ama sonunda derdest edilerek valinin huzuruna çıkarılır. Vali Wilhelm'i tanımakta, ok atmada usta bir kişi olduğunu bilmektedir. Asi olmaya gerek yok, hüner sahibi olmak vali için zaten yeterlidir ve Wilhelm'e meydan dayağı yerine oğlunun başına yerleştirilen elmayı okla vurma cezası verilir. Wilhelm sadağından bir ok çıkararak yedekler, ikinci oku kirişe yerleştirir, yayı gerer ve elmayı vurur. Şapkaya hürmetten usanan ahali müthiş sevinçlidir, tezahüratta bulunur. Vali, Wilhelme birinci oku neden iğreti olarak kuşağına soktuğunu sorunca, "Eğer oğlumu vursaydım, ikinci oku senin kalbine fırlatacaktım!" der.

    Şapkasını selamlatmakla kendini muktedir hisseden monarşik azgınlık, ilkel faşizmdir.

    İKİ TARZ-I FAŞİZM

    Şapkaya selam yönetimleri günümüzde kalmamışsa da, siyasi literatürde faşizm olarak adlandırılan ileri versiyonları etkindir, kaybolacak gibi de gözükmemektedirler.

    Şimdilik bütün saflığıyla belirlenen bir faşist yönetim olmasa bile, faşizm bir düşünme biçimi ve bir teknik olarak terakki geçirmiştir.

    MODERN FAŞİZM

    Modernite'nin tam ortasında doğan ve modernliği değişmez bir tarifeye bağlamak isteyen Hitler, ırkının üstünlüğüne, kendinin de ırkının en üstünü olduğuna inanıyordu; tarihi "üstün ırk" belirlemeliydi. Fakat, halkın kendine inanması için düşmanlara ihtiyaç vardı, Hitler Yahudileri ve çingeneleri hedefe yerleştirdi; Yahudiler olayı şahsileştirdiler, ama en yakında onlar vardı, onlardan başlandı. Hitler ve avenesi hızını alamayarak bütün dünyayı Almanların yöneteceğini vadeden uzun bir savaşa girdi. Avrupa'nın diğer ülkeleri Hitler'e faşizmden dolayı değil, kendilerini küçük gördüğü için kızıyorlardı. Pek çok Avrupa ülkesi, Yahudilere kucak açmadığı gibi, örtük bir antisemitizmi onayladı. Yahudiler bu örtük faşizmden dolayı bütün dünyada "takıyye"yi hayatta kalmanın yegâne yolu olarak benimsemişlerdir. Hegel'in tarihi belirleyen "Geist"ını Hitler kendi ruhuyla özdeşleştirmişti. Fakat, tarihin kemal noktası ve sonu olan "Mutlak Devlet"in Germen malzemesiyle tahakkuku ideali sonuç vermemiş, tarih'in sonu gelmemişti.

    Avrupa ülkeleri faşizme düşmanlıklarından değil, Almanya'nın gücüne karşı kompleksleri olduğu için Hitler'i Amerika'nın yardımıyla yok ettiler. Stalin Rusyası faşizmin yeni ikametgâhı oldu. Stalin, Nazilerin gamalı haçı sembol edişlerine benzer bir hareketle "Moskova patrikliği"ni kurarak kendine millî-dinî bir zemin oluşturdu. Hitler'in nasyonal sosyalizmi Stalin'e örnek teşkil etti. En çok Türk unsurları soykırımdan geçirdi. Stalin, Hitler'in yalnızca tarzını değil düşmanlıklarını da tevarüs etmişti, Türklerden fırsat bulur bulmaz Yahudi temizleme hareketi başlattı ve antisemitizmi Rusya'ya yaydı.

    Stalin tarihin en büyük andıç ustasıdır, düşmanları için dosyalar oluşturmuş, o dosyalar vasıtasıyla kendine rakip gördüğü herkesi tepelemiştir. Ölümünden sonra Ruslar Stalin'in yaptığı herşeyin baştan ayağa sakat olduğunu, andıçlara istinaden yazdığı devrim tarihinin sahte olduğunu anladılar. Lenin'in yanına eştikleri mezarını kaldırıp devrimciler mezarlığına götürdüler. Marx'ın "Geist" yerine ikame ettiği "Sınıf Bilinci" mistifikasyonu da işe yaramamış, modernite Sovyet eliyle de mutlak bir tarifeye bağlanamamıştır: Tarih hâlâ devam etmektedir.

    POST-MODERN FAŞİZM

    Demokrasi-faşizm matrixi, "İkiz Kule" saldırıları ile uç vermiş ve oradan dünyaya serpilmiştir; gerektiğinde Hitler'den gözü kara katliamlar ve savaşlar planlayabilen organize bir faşizm ideolojisidir. Andıç üretme kabiliyet ve imkanı Stalin Rusyasına oranla daha gelişmiştir. Bu "yeni dünya ideolojisi"nin fazladan bir yanı eğitilmişler, medya ve terör sektörünü aynı anda kullanarak, ürettiği düşmanı basitçe vurulabilecek bir hedef haline getirebilen yeni bir teknik geliştirmiş olmasıdır. İnsanın simge üretme ve simgeleştirme özelliklerini "Birinci Kuvvet" yardımıyla yönlendirdiği ve demokrasi ile iç içe geçirilmiş bir "matrix"e sahip olduğu için bu yeni ideolojik versiyonunun adının "post modern faşizm" olarak adlandırılması mümkündür. Simgeler ve imgeler akıl gereği ve gerçekliğin ta kendisi gibi takdim edilerek hem hayalin, hem aklın dondurulması modernitenin ideallerinin de sonudur. Sonrası, zamanın sonuna kadar elbette olacaktır.

    Son model faşizm uyarlamasının en canalıcı özelliği, düşmanlarını ve düşmanlarını canlı hedef haline getiren simgelerini az sayıda ve iyi örgütlenmiş derin iktidarın oluşturmasıdır. Medya ise, Nixon'ın "taht"tan indirilmesinden beri resmiyet kazanmış, birinci güçtür. "Matrix"in en etkin silahı, artık tüm dünyada tekleşmiş ve "Dünya-Medya" haline gelmiştir. Dünya-Medyanın bayilikleri, merkezce oluşturulan "karşı simge"leri, kendi ülkelerine mahsus imgelerle doldurarak mahalli hedef haline getirmektedir. Demokrasiyi yayma ve geliştirme adı altında oluşturulan savaşların, darbelerin, krizlerin arkasında "demokrasi-faşizm matrixi" vardır. Henüz bütün kurumlarıyla cesamet kazanmamış olan post modern faşizm üzerine konuşmak bugün şart olduğu için konuşulmalı. Testi kırıldıktan sonra yapacak bir şey kalmaz.

    'AÇIK TOPLUM' ADRESİNDE DEĞİŞME

    Popper, Amerika'yı ve Büyük Britanya'yı "Açık Toplum" adına ümit ve heyecanla yadetmişti. Çünkü bu mühim filozof, Adolf Hitler zamanını yaşamıştır. Führer'in adı anıldığında bile imgesi her tarafı kuşatır ve herkes "Heil" deyip ayağa kalkarak selama durur. Ne başka bir imge vardır ne de simge; şefin bıyıkları her tarafa batmaktadır. Popper, "açık toplum" derken ve en olmayacak iki ülkeyi umut verici

    bulurken bir gerçeği değil temenniyi dile getirmiştir. Popper'in siyaset kuramı oluşturulduğunda, Demokrasi-faşizm matrixi yoktu, "Matrix" filmi de çekilmemişti. Aslında bugün "açık toplum" umudu Türkiye başta olmak üzere, Popper'in tanıyamadığı ülkelerdir.

    *Sosyal Teorisyen ve Denemeci

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi