T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 18 MART 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Şehirsiz burjuvazi ve bir 'istiklâl marşı vak'ası'!

Değerleri yaşatmak ciddiyet ister. Lâfla, nutukla, hamasetle olmaz. Süreklilik ve istikrarla olur. Gelenek oluşturmak da bir şehirliliktir.

  D. MEHMET DOĞAN (*)
Merhum Mehmed Âkif, "Süleymaniye Kürsüsünde" doğu Türklerinden Abdürreşid İbrahim'i şöyle konuşturur:

Bir de İstanbul'a geldim ki: Bütün çarşı pazar

Naradan çalkanıyor! Öyle ya hürriyet var!

İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİNİ GÜRÜLTÜYE KURBAN ETMEK!

Biz de, yirmi sekiz yıldır yaptığımız gibi, bu senenin 12 mart sabahında Hacettepe Semtine vardığımızda, Taceddin Dergâhı'nın etrafından "Onuncu Yıl Marşı"nın gürültüye inkılâp etmiş şekilde bangır bangır yükseldiğini duyduk. Bu, tuhaflıktan da öte bir şeydi; 12 mart İstiklâl Marşı'nın TBMM tarafından millî marş olarak kabul edilişinin 85'inci yıldönümü idi. Bugün Türkiye Yazarlar Birliği ve Ankara'daki otuz kadar gönüllü kuruluş, bu yıldönümünü gürültüsüz patırtısız, "şov"suz, yani her zamanki gibi kutlayacak, bir hatırlatma yapacaktı. Fakat bu gürültüde ne mümkündü!

Dergâh'ın etrafına bir seyyar tribün kurulmuş, karşısına nutuk atmak için bir kürsü yükseltilmişti. Etraf ticaret odasının bayraklarıyla, flamalarıyla donatılmıştı. Bir şov için her şey hazırdı. Hatta, nutuk ziyafeti(!)nden sonra, mide ziyafeti için de masalar ve sandalyeler yerleştirilmişti. Çünkü milleti midesinden yakalayarak buraya getirmek daha kolay olabilirdi; bu yüzden tertipleyiciler, konuşmaların akabinde gelenlere etli pilav ikram edeceklerdi!

HAKKIDIR GÜCE TAPAN BURJUVAZİMİN İSTİKLÂL!

Türkiye Yazarlar Birliği, her sene olduğu gibi, mutat saatte, mütevazı hatırlatma toplantısına başladı. Fakat ne mümkün, dışarıda aynı anda "yallah" denilen mehterin gürültüsü ayyuka çıkıyordu. Ömürleri boyu kös dinleyenler, kimseyi dinlemek istemiyorlar ve artık gelenekleşmiş olan toplantıyı sabote ediyorlardı. Bir zamanlar muharebe meydanlarında askerî teşyi için vuran ve düşmanın kalbine korku salan kahraman mehter ne hallere düşürülmüştü!

Mehter bu sefer tarihimizin sesini bize getirmiyordu, gücün zorbalığa dönüşen tahakkümünü ilân ediyordu. Zaten güç, hakla beraber olmadığında, zorbalığa inkılâb eder. Bugün İstiklâl Marşı ile ilgili böyle gürültülü, tantanalı toplantı yapanların bir bildiği olmalıydı. İstiklâl Marşı bizce yanlış biliniyor olabilir miydi? Mesela, İstiklâl Marşı'nda şöyle bir mısra geçiyordu da biz bugüne kadar farkında değil miydik:

Hakkıdır güce tapan milletimin istiklâl!

Edep sınırlarını çoktan aşan bu kaba tavır, oraya sadece gerçek bir hatırlatma yapmak için gelenler tarafından lânetlendi ve mehter bir süreliğine susturuldu.

Evet, bu vak'a Türkiye burjuvazisinin omurgasızlığını, istikametsizliğini, estetiksizliğini ve her türlü incelikten yoksunluğunu bir daha gözler önüne serdi.

Türkiye'de millî burjuvazi var mı? Bu hep tartışıldı. Merhum lise tarih öğretmenim Enver Behnan Şapolyo senelerce evvel, Türk Büyükleri diye bir kitap yayınlamıştı; çoğu hükümdar ve asker olan Türk büyükleri listesine her hâlde millî burjuvazi örneği olsun için Vehbi Koç da konulmuştu. Merhum hocamın bu seçimini tartışacak değilim. Fakat, onun belki de ahbabı olan bu zengin adam, yine de eski Ankara'nın süzülmüş şehirli kültüründen geliyordu. Adab erkân bilme konusunda bugün sağda solda caka satanlara bu yüzden kıyaslanamayacak bir faikiyeti vardı.

Bugün Türkiye'de beynelmilel sermaye ile iç içe bir kaymak tabaka burjuvazi de var. Bunlar her hâl ü kârda temsilcisi oldukları kültürün seçilmiş örneklerini müzikte, raksta, seyirlik alanlarda ortaya koyuyor ve bunun için servet sayılacak paralar harcamaktan çekinmiyorlar. Bugünlerde İstanbul'un köklü devlet müzelerinin karşısında onların "modern" müzeleri büyük rağbet görüyor. Bu grup içinde şahsî zevkleri için geniş kadrolu senfonik orkestralar besleyenler var.

Buna karşılık, yerli sermayenin "burjuva"larının sanat ve kültür namına neler yaptıklarını tesbit etmek için mikroskop kullanmaktan başka çareniz yoktur. Elbette, bazı ticaret odalarının hiç bir orijinal muhteva ve estetik taşımayan ve bir basın kıdemlisinin tabiriyle "eşşek yüküyle" yayınladıkları "kitapları" görmezden gelmiyoruz. Fakat onların, bayat, bayağı ve iç kaldıran ağır hamaset kokusu saçan bu okkalık kitapları, bize kitabın nasıl olamayacağını, zevksizliğin hangi ölçülere yükselebileceğini göstermekten başka bir işe yaramıyor.

BATI BURJUVAZİSİ: KÜLTÜR VE SANATIN HÂMİSİ

Türkçenin bazı kuzey lehçelerinde bizdeki "şehir" kelimesine karşılık olarak kala/kale kelimesi kullanılmaktadır. Bu esasen, batıdan Ruslara geçmiş olan "burg" kelimesinin karşılığıdır. Bu kelime ise şehir anlamına gelir; daha doğrusu etrafı surla çevrilmiş şehir... Bu "burg"un arapça "burç"dan iktibas edilmiş olma ihtimalini de bir tarafa yazmamız gerekiyor. Burjuvazi işte bu "burg"ların ahalisidir. Şehir ahalisinin seçkinleri tüccar ve esnaftır. Batıda burjuvazi, şehirliler veya şehir seçkinleri belli bir dönemden sonra bütün sanatların hamisi oldular. Onların incelmiş zevkleri bütün sanatları besledi. Modern dönemin kültürünü oluşturdu.

TÜRK BURJUVAZİSİ, NE İŞ(E) (Y)ARAR?

Türkiye'nin burjuvası denilebilecek kesim, ne sanattan anlar, ne estetikten. Kapı gibi diplomaları vardır ama okur yazar değildirler. Ders kitabı dışında okudukları kitap sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Beş şair, yazar, ressam, fikir adamı... say deseniz, daha birinci isimde tökezlerler. Güzel sanatlar onların kapısından geçmez. En bayağı metaları, sanat eseri sanırlar. Bütün sanat kesimlerinin bildiği bir kavramla ifade etmek gerekirse, onların en pahalı zevkleri dahi "kiç" çerçevesinde kalmıştır. ("Kitsch" değersiz şey, düşük kalitede sanat ve edebiyat malzemesi. Avam zevkine hitap eden şık görünümlü kalitesiz eser.)

Neden böyledir peki?

Çünkü Türkiye'de şehirler, epeydir şehir olmaktan çıkmıştır.

Şehirler şehir olmaktan çıkınca, güç/iktidar, şehirleri şehirlikten çıkarınca, şehirlilik de ortadan savuşmuştur. Rant uğruna şehir tahripçisi ve şehirli olmayan burjuvazimiz, "güc"ü her şeyin yerine koymuştur. "Güç" varsa, zevksiz, kalitesiz, fakat gösterişli, pahalı kitaplar basabilirsiniz. Herkes onu gerçek kitap sanır veya gerçek kitapmış gibi övgüler düzer!

Gücünüz varsa, sağda solda, derinliği olmayan, mesnetsiz millliyetçimsi çığlıklar atabilirsiniz ve bu birileri tarafından sizin milliyetçilğinizin, yurtseverliğinizin göstergesi olabilir.

Oysa ne kültür, ne sanat, ne de fikir Türkiye burjuvazisinin kapsama alanına girebilmiştir. Elbettte istisnalar vardır, onlara bir sözümüz yok. Fakat bugünlerde temsilci mevkiinde bulunanlara göre söylenebilecek olan budur.

MİLLETİN MECLİSİ, MİLLETİN İSTİKLAL MARŞINA İLGİSİZ KALABİLİR Mİ?

İşte 12 mart 2006 sabahı, mütevazı fakat büyük Mehmed Âkif'imizin kerpiç ve ahşaptan yapılmış küçük bir evde yazdığı bizim için ebedî bir mesnet olan muhteşem eserinin TBMM tarafından kabul edilişinin 85. yılı kutlanacaktı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, böyle bir kutlamayı her nedense gerekli görmemişti. Hatta Meclis binasının görünür bir yerinde İstiklâl Marşı'nın metni bile yoktu!

Değerleri yaşatmak ciddiyet ister. Lâfla, nutukla, hamasetle olmaz. Süreklilik ve istikrarla olur. Gelenek oluşturmak da bir şehirliliktir.

Kültür Bakanlığı müracaatımıza rağmen, konu ile ilgilenmemişti.

Her zaman olduğu gibi, Ankara'nın gönüllü kuruluşları, merhum Âkif'in kişiliğine yakışır mütevazı bir toplantı yapacaktı.

Maksat hatırlamaktı, gönülden hatırlamaktı ve gençlere hatırlatmaktı. Bir de, İstiklal Marşı'nın yazıldığı o mütevazı evi merak eden gençler vardı, onların bu küçücük evdeki büyük adamın yaptıklarını bilmesi gerekirdi.

Milletin ruhunu aç bırakıp, kalabalık toplamak için rüşvet mahiyetinde bir günlüğüne, hatta bir öğünlüğüne karnını doyurarak, yemek dağıtarak, İstiklâl Marşı toplantısı yapmak, bunun için para harcamak; buna karşılık, yok olma tehdidi altında olan Taceddin Dergâhı'nı kurtarmak için parmağını bile kıpırdatmamak...Olan biten bundan ibaretti.

Bu arada hakkını yemeyelim; gönüllü kuruluşların İstiklâl Marşı toplantısını, baştan sona dikkatle takip eden ve dışarıdaki densizliklerden rahatsızlığını yüz hatlarıyla dışa vuran MÜSİAD'ın Ankara Şubesi Başkanı Hüdaverdi Çakır'ın ızdırabını bizim de aynı şekilde hissettiğimizi söyleyelim...

(*) D. Mehmet Doğan, Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı ve Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi Başkanı

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi