T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 14 ŞUBAT 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Topyekün kuşatma

İlgilinin başının açıklığını yeterli görmeyip kimliğindeki fotoğrafın başörtülü olmasını bile, yaptırıma bağlaması, resmi zevatın keyfiliğini meşrulaştıran, keyfiliği daha da genişleten "brifing mahsulü" bir talimattır.

Yeni bir 28 Şubat'a doğru mu?
   MURAT AKSOY

  HÜSNÜ TUNA *
8 Şubat 2006 günü Danıştay iki karar aldı: Birincisi, "meslek lisesi öğrencilerinin, lise mezunu olabilmeleri için açık liseye kayıt yaptırmalarını ön gören yönetmeliğin "yürütmesinin durdurulduğu" kararı; ikincisi ise, "okulda görev esnasında başını açan bir memurun, okul dışında da başını açmasının gerektiğine" ilişkin, işlemi iptal eden idare mahkemesi kararını bozma kararı.

HUKUK, SİYASET VE ADALET

Bu kararlar, hiç şaşırtıcı değil. Hukuk adına, üzüntü verici ve ümit kırıcı. Bir vatandaşın günlük hayatının 24 saatinin tümünü dizayn etme, kontrol etme amacı güden bu anlayışı, hukuk adına kabullenmek mümkün değil.

Hukuk kuralları, insanların keyfî uygulamalara maruz kalmamaları için bir güvencedir. Hukuk, neyin, nasıl yapılması gerektiğini, sınırlarının ne olduğunu belirler. Bu konuda ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümü de, doğal olarak mahkemelere düşmektedir. Mahkemelerin, uyuşmazlıkları yasalara göre çözümlemek ve adaleti tesis etmek gibi önemli bir görevi -ve yükümlülüğü- vardır.

Yargının vereceği kararlar, devletin egemenlik yetkisinin bir sonucu olarak, herkes için bağlayıcıdır. Yargı kararlarının bu özelliği, tarih boyunca, yargıyı etkileme girişimlerine neden oluştur. Yargıyı amacından saptırmaya yönelik bu girişimler, zaman zaman etkili olmuş, belli çıkarlar yargı kararlarına dönüşmüştür. Yargıyı veya yargıçları, doğrudan veya dolaylı olarak yönlendirme isteği daima olmuştur.

TÜRK YARGISI, AMACINDAN SAPMIŞTIR

Türk yargısı, belki de amacından en fazla sapan kurumlar arasında yer almaktadır. Siyasi projeler, yargı aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. İsyan bahanesi, suikast bahanesiyle, özel mahkemeler kurulmuş, yüzlerce kişi idam edilmiştir. İstiklal Mahkemeleri ve Yassıda Mahkemeleri bunların somut örneğidir.

12 Eylül askerî darbesi, yargının siyasallaşmasını kurumsal hale getiren önemli bir milattır. Darbe yapanlar, darbenin sürekliliğini sağlayacak planlar da yapmışlar, anayasayı böylece şekillendirmişlerdir. Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve benzeri kurumlar özel olarak düzenlenmiştir.

DANIŞTAY, VATANDAŞIN DEĞİL, DEVLETİN YANINDA

Danıştay'ın asıl varlık sebebi, bazı konularda yürütmeye danışmanlık yapmanın ötesinde, yürütmeyi kontrol amacı gütmektedir. Hükümet ve devletin, farklı iki kurum gibi algılanması, Danıştay'ın işlevini daha da önemli hale getirmiştir.

Danıştay, hükümetin icraatlarıyla devletin işleviyle karşılaştırmakta, devletin ilkelerine aykırı gördüğü takdirde, işlemi iptal etmektedir. Danıştay'ın bu duruşu, devlet ile vatandaş arasındaki uyuşmazlıklar konusunda verdiği kararlara da yansımıştır. Danıştay, bu tür uyuşmazlıklarda, haklının veya hukukun yanında değil, devletin yanında olmuştur.

YARGI'YA DARBE DARBESİ

1990'lı yılların ikinci yarısı, 'yargının ve yargı mensuplarının' "haricî etkilere" açık hâle gelmesinin kurumsallaşması yönünden, ikinci bir milat teşkil etmektedir. Anayasa'nın 138. maddesinde belirtilen "hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar. ANAYASAYA, KANUNA VE HUKUKA UYGUN OLARAK vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemeler ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, TAVSİYE VE TELKİNDE BULUNAMAZ" kuralının pratikte bir geçerliliği kalmamış, yüksek yargı mensupları kendilerine talimat veren ve "nasıl karar vereceklerine ilişkin görüş dikte eden"leri ayakta alkışlama zilletini göstermişlerdir. (Bakınız 11 Haziran 1997 tarihli gazeteler).

1982 Anayasası ile "darbecilerin" yargıyı ve hukuku siyasallaştırma düşünceleri, Danıştay'a ve diğer kurumlara sinmiş iken, şubat 1997 sonrası bu düşünceler "siyasallaşmayı fiilî müdahale ile gerçekleştirmeye" dönüşmüş ve sekiz-on yıllık süreçte yüzlerce vatandaş, memur öğrenci, yargı kararı (!) ile mağdur edilmiş ve adeta "yargı terörü"ne maruz bırakılmışlardır.

KUŞATMA HUKUKU, HUKUKLA KUŞATMA

Nitekim 10 şubat tarihli gazetelere yansıyan Danıştay 2. Daire Başkan yardımcına atfen yayımlanan beyanlar, davaya müdahale edildiği endişelerini de haklı çıkartır niteliktedir.

En son -başörtüsü kullandığı iddia edilen- davacının "sokaktaki hayatını" kuşatma altına alma amacı taşıyan Danıştay kararı, hiçbir kural tanımayan "darbeci mantığının yargı eliyle dayatılması" anlamına gelmektedir. Danıştay dairesinin bu düşüncesinin, hukukla bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır. Söz konusu olayda, bayan öğretmenin, okuldaki görevine "başı açık gittiği" hususuna, mahkemenin de itirazı bulunmamaktadır. Problem, anılan kişinin "kimliğindeki fotoğraf"ın başörtülü olmasıdır.

Devlet memurlarının, -öğretmenler dahil- memuriyete kabulde nazara alınacak şartları, 657 sayılı yasa ile belirlenmiştir. Bir memurun, kimliğindeki fotoğrafın niteliğine göre "göreve ehil olup olmadığına" karar verilemez. Yasa-dışılık bununla da kalmıyor, öğretmen olan davacının "okul dışındaki hayatının" da görev esnasındaki durumuna benzer olacağına ilişkin "darbeci anlayışlara layık" özel hayatı kuşatma altına alan bir görüşle devam ediyor. Bu aşamada mahkeme yargıçları bir an için yargıçlığın -gerçeği bulma, adaleti tesis etme- görevini unutarak davacının -dolayısıyla toplumun- "özel hayatındaki davranışlarının nasıl olabileceğine dair" kural koyuyorlar.

Bu kararın altına imza atanlar, sanki, anayasanın, "özgürlüklerin ancak kanunla ve Anayasanın ruhuna uygun olarak" sınırlanabileceğine ilişkin hükmünü hiç görmemiş, okumamış veya bilmiyorlar. Yargıçların, Anayasa'nın anılan hükmünü yok saymaları, "laikliği savunanların" özgürlükleri kısıtlama hakkına "doğuştan sahip olduklarına ilişkin" bir düşünce içinde olmalarını gerektirir. Aksi halde demokratik parlamenter sistemde, kuvvetler ayrılığının var olduğunu ve kanunları yapma yetkisinin "Meclis'e" verildiğini bilmemeleri düşünülemez.

Danıştay'ın, her talebini yerine getirmeye amade görünen "YÖK" Başkanı, yolsuzluk ithamı ile yargılanan bir sanığın savunulmasını "Cumhuriyet'i savunmakla eş değerde" olduğunu buyurmamışlar mıydı? Yargıçların davaya ilişkin düşüncelerinde "laikliğe vurgu yapmalarının" başka bir amacı olabilir mi?

KARİKATÜRCÜLERLE AYNI SAFTALAR!

Danıştay yargıçları, keyfiliğe cevaz veren, keyfi işlem yapma niyetinde olanlara yol gösterici nitelikteki bu kararıyla, toplumsal hayatı -memur olmak isteyen başörtülü müslüman bayanlara- yaşanılmaz kılmanın yanında, son günlerin en çok tartışılan, "medeniyetler çatışması"na da hizmet edici niteliktedir.

İslâm Peygamberine (SAV) hakaret içeren karikatürleri yayınlayanlarla aynı amaca hizmet etmektedir. Zira okul dışında-sokakta, çarşıda-pazarda- başörtülü bulunmanın "kötü örnek oluşturacağına" dair niteleme, hukukla bağdaşmadığı gibi, böyle bir yaklaşım, dine yönelik bir "hakaret" de teşkil etmektedir.

Danıştay dairesince açıklanan görüş, hukuk kuralları içerisinde gelişen, olağan bir süreci ifade etmekten uzak olup, toplumsal barışı bozacak nitelikte, "toplumu şekillendirme" projesinin izlerini taşımaktadır.

BRİFİNG GİBİ KARAR!

Olayımızda olduğu gibi ilgilinin başının açıklığını yeterli görmeyip kimliğindeki fotoğrafın başörtülü olmasını bile, yaptırıma bağlaması, resmi zevatın keyfiliğini meşrulaştıran, keyfiliği daha da genişleten "brifing mahsulü" bir talimattır.

Bu yönüyle kesinlikle saygıya layık olmayan ve -adına karar verildiği dercedilen- "millet vicdanın" da asla yer bulamayacak olan bir metindir. Bu karara imza atanların, "adliyeden çıktıktan" sonra, toplumun gözünün daima üzerlerinde olacağını bilmeleri gerekir. Adliye içinde yaptıkları çalışmalarla özel hayatlarında ki tavır ve davranışlarının hangileriyle "kötü örnek olacakları" mercek altına alınacaktır.
* Avukat-Hukukçular Derneği Başkanı

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi