Dönüşü olmayan yol: Musul’un kaybettikleri
- Twitter'ta paylaş
- Facebook'ta paylaş
- BiP'te paylaş
- Telegram'da paylaş
- Whatsapp'ta paylaş
- Pinterest'te paylaş
- Flipboard'da paylaş
- E-posta gönder
- Yıkımın üzerinden 'zafer' pozu
- Irak sorunu ABD işgali ile patlak verdi
- Irak işgali ve DEAŞ'ın doğuşu
- Maliki'nin dışlayıcı politikası
- Musul'un düşüşü ve DEAŞ
- ABD'nin stratejisizliği
- İran'ın gölgesi: Haşdi Şabi
- Musul'un üç yıl sonrası
- Yıkıntının arasında kalan Irak
Yıkımın üzerinden 'zafer' pozu
Terör örgütü DEAŞ, üç yıl önce 7 Haziran’da yaklaşık 3 bin teröristle birlikte Musul’u hedef aldığında şehir, Irak ordusunun koruması altındaydı. Ordu güçleri Irak’ın en büyük ikinci kenti olan Musul’u kaçarak terk etti. Irak güçlerinin terk ettiği sadece kent değildi, ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden sonra orduya bıraktığı ağır silahlar da geride bırakıldı. Bu yüzden DEAŞ, Musul’a girdiğinde bir ordunun elinde olan silahlara kolayca erişebildi. Musul, kısa sürede örgütün kalesi haline geldi.
Irak Başbakanı Haydar el-Abadi, harabeye dönmüş kentin kalıntıları arasında ‘zafer’ pozu vererek, yakılıp yıkılmış olan Musul’u ‘kurtardıklarını’ ilan etti.
ABD’nin liderliğinde çok sonradan kurulan uluslararası koalisyon ise kenti havadan bombalamaktan öteye geçen bir strateji geliştiremedi. Nitekim 2 yılın ardından Irak ordusunun 2016 yılının başında operasyona hazır olduğu açıklandı. Ancak beklenen operasyon tam 10 ay gecikmeyle Ekim ayında başladı. ABD destekli Irak ordusu ve İran destekli Haşdi Şabi çetelerinin başlattığı operasyonlarda 100 bin kişilik askeri güç ve bunu destekleyen hava unsurları kullanıldı. 17 Ekim’de başlayan operasyonunun dokuzuncu ayında Irak Başbakanı Haydar el-Abadi, harabeye dönmüş kentin kalıntıları arasında ‘zafer’ pozu vererek, yakılıp yıkılmış olan Musul’u ‘kurtardıklarını’ ilan etti.
Irak sorunu ABD işgali ile patlak verdi
Aslında hem Musul hem de Irak esas kaybını 2003’te Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi ile yaşamıştı. O güne kadar Saddam rejiminin altında görece istikrarlı olan ülke, Bush yönetimi tarafından işgal edildiğinde ülke tarihinin en büyük yıkımıyla karşı karşıya kaldı. 1991 yılında yine baba Bush’un başlattığı Körfez Savaşı’nda büyük kayıplar yaşayan Irak’ın kuzeyinde fiili olarak bir defacto bölge ortaya çıkmıştı.
2003’e gelindiğinde ise oğul Bush, ‘demokrasi’ vaadi ile ülkeyi işgal etti. Bu işgal Irak’ın kaderini de etkiledi. Ülkedeki Sünni-Şii gerginliği ve Kuzey Irak’ın durumu bölgede büyük bir ‘Irak sorununu’ ortaya çıkardı. Bush’un ‘demokrasi’ vaat ettiği Irak, kısa sürede istikrarsızlaştı. O döneme kadar ülkede yönetimde etkin olan Sünniler tamamen dışlandı, Kuzey Irak’ta resmi olarak özerk bir bölge kuruldu. Şii kesimler ise ilk defa iktidar olma fırsatını yakaladı. Saddam’ın devredilmesinden bir yıl sonra ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer, Haziran 2004’te yönetimi resmi olarak Irak’lı yetkililere devrettiğinde artık farklı bir Irak vardı.
Irak’taki karamsar tablo yalnızca Şii-Sünni gerilimi ve Irak’taki filli bölünmüşlükle sınırlı değildi. Saddam sonrası istikrarsızlaşan ve otorite boşluğunun yaşandığı Irak’ta artık yeni aktörler de ortaya çıkmıştı: terör örgütleri ve direniş grupları… ABD işgaline karşı çıkan direniş grupları hem Şii hem de Sünni güçlerden oluşuyordu. Farklı gruplardan oluşsalar da bu grupların temel hedefleri ABD işgaline karşı mücadele etmek oldu.
Irak’ta özellikle Bağdat, Kerbela ve Felluce gibi kentlerde etkin olan direniş grupları uzun bir süre ABD ordusuna karşı mücadele etti. Maliki’nin 2005 yılında Irak Başbakanı olmasıyla birlikte Şii kökenli bazı direniş grupları geriye çekildi ve Maliki yönetimine destek verdi. Bu gruplar genel olarak İran’a yakın bir çizgiye sahiplerdi ve bazıları bugün Haşdi Şabi çetelerinin içerisinde yer almaya devam ediyor.
Irak işgali ve DEAŞ'ın doğuşu
Irak’taki istikrarsızlık ve otorite boşluğundan yararlanarak güçlenen diğer gruplar ise terör örgütleriydi. Bunların arasında en etkili olanları ise Afganistan’daki El Kaide ile aynı ideolojiye sahip olan örgütlerdi. Küçük çaplı gruplardan oluşan bu örgütler de Felluce, Anbar ve diğer kentlerde etkin olmaya çalışıyordu. Bu örgütler arasında dikkat çekmezse de en fazla öne çıkanı ise bugün DEAŞ olarak bilinen ‘Tevhid ve Cihad Örgütü’ oldu.
Örgütün lideri Ebu Musab el-Zerkavi, ABD’nin Afganistan’ı işgal ettiği dönemde El-Kaide saflarında yer almış, Irak işgalinden sonra buraya gelmiş olan bir isimdi. El-Kaide lideri Usame bin-Ladin’e biat eden Zerkavi, 2006 yılında ABD’nin düzenlediği bir hava saldırısında öldürüldü. Zerkavi’nin öldürülmesinden sonra bugün DEAŞ olarak bilinen örgütün liderliğine ise Ömer el-Bağdadi geldi.
Ebubekir El-Bağdadi dönemi
Bölgede gittikçe güçlenen ve radikalleşen Bağdadi liderliğindeki terör örgütü, Sünni güçlere de saldırdı. Ömer el-Bağdadi’nin 2010 yılında öldürülmesiyle örgütün yeni lideri Ebubekir el-Bağdadi oldu. Örgütün yeni lideri olan Bağdadi, 2004 yılında ABD güçleri tarafından Irak’ın en güvenlikli hapishanelerinden biri olan Ebu Garip’de tutuklu bulunan bir isimdi. The Intercept isimli internet sitesinin 2016 yılında yayınlanan bir haberine göre ABD Ordu Sözcüsü Troy A. Rolan Ebu Garip’te yedi ay boyunca tutuklu bulunan Bağdadi’nin ‘şartsız’ olarak salıverildiğini söyledi.
Ebubekir el-Bağdadi, 2010 yılında örgütün lideri olduktan sonra yeni bir strateji ile örgüte yeni insan kaynağı sağlamaya çalıştı. Özellikle düzenlendiği hapishane baskınları ile örgütü yeni elemanlar kazandırıyor ve etkili olduğu bölgede gerçekleştirdiği propaganda ile her geçen gün daha da güçleniyordu. Bu süreçte Irak ise daha kaotik bir sürece doğru sürükleniyordu. Bu dönemde ülkede özellikle Şii-Sünni gerilimi gittikçe artış gösterdi. Başbakan Maliki’nin izlediği mezhepçi politikalar hem Sünnilerin hem de Kürtlerin dışlanmasına yol açtı. Sünni kentlerdeki aşiretler Bağdat merkezi yönetimine mesafeli davranmaya başladı. Maliki’nin Sünnileri dışlayan politikaları, Bağdat’ta olan güveni de sarstı.
Maliki'nin dışlayıcı politikası
Bush sonrası dönemde ABD’nin yeni Başkanı seçilen Obama’nın Irak’ta bulunan ABD askerlerini geri çekme vaadini gerçekleştirmek için 2011’den itibaren ülkedeki askerleri çekmeye başlaması, Maliki’ye yeni bir alan açtı. Ülkedeki bütün gücü eline geçirme eğilimi sergileyen Maliki’nin dışlayıcı uygulamalarından en büyük payı Sünniler ve Kürtler aldı.
Haşimi'yi tutuklamak istedi
2011 sonrası dönemde Sünni gruplarla Bağdat hükümeti arasındaki çatlak daha da derinleşti. Maliki’nin Sünnileri hedef alan politikalarının gittikçe sertleşmesi ve özellikle Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Sünni lider Tarık el-Haşimi’yi tutuklama girişimi ülkedeki gerilimi daha da arttırdı. Haşimi’yi ‘teröre destek vermekle’ suçlayan Maliki yönetimi, parlamentoda bulunan Sünni milletvekillerini de hedef aldı.
Bu ayrışma Irak’taki fikir ayrılıklarını daha da derinleştirirken, aynı yıl komşu ülke Suriye’de başlayan çatışmalar ve istikrarsızlık da Irak’ı etkilemeye başladı. Suriye’de başlayan çatışmaların iç savaşa dönüşmeye başlaması, Irak-Suriye sınırlarını da istikrarsızlaştırdı. Bu dönemde Bağdadi liderliğinde ‘Irak İslam Devleti’ gücünü Suriye’ye kaydırmaya başladı. Bağdadi liderliğindeki örgüt, Suriye’de etkin bir aktöre dönüşmeye başladı.
Hapishane baskınları ile örgüte eleman kazandırdı
Suriye’de güçlendikten sonra yabancı savaşçıları da saflarına katmaya başlayan örgüte, Suriye’deki bazı terör örgütlerinden de katılım oldu. 2013 yılına gelindiğinde Ebubekir el-Bağdadi DEAŞ’ı ilan etti. DEAŞ, bu dönemde özellikle Irak içerisinde gerçekleştirdiği hapishane baskınları ile örgüte yeni isimler kazandırdı. 2013 yılında Irak’taki Ebu Gureyb, bu baskınlar arasından en çok bilineniydi. Bu baskınlarla da Irak içerisindeki gücünü artıran terör örgütü DEAŞ, Maliki rejiminin ülkeyi istikrarsızlaştıran politikalarını da fırsata çevirerek ülkedeki etkinliğini artırdı.
Musul'un düşüşü ve DEAŞ
2014 yılına gelindiğinde DEAŞ, Suriye’nin Rakka ve Deyr ez-Zor kentlerinde hakim olmaya başladı. Buradaki petrol ve haraç gelirleriyle gücünü artıran örgüt Irak’ı hedef almaya başladı. Nitekim sayıları iki ile üç bin arasında değişen militanları ile Haziran 2014’te Musul’a giren terör örgüt kısa sürede kenti ele geçirdi.
Irak ordusu direniş göstermedi
7 Haziran’da Musul’a saldırmaya başlayan terör örgütü, Irak ordusunun direniş göstermeden kentten kaçması üzerine 3 gün sonra kentin tamamını ele geçirdi. Irak ordusu kentten kaçtığında arkada ağır silahlar da bıraktı. Bu silahların çoğunluğu ABD ordusu tarafından Irak ordusuna verilen silahlardan oluşuyordu. Kenti ele geçiren örgüt, büyük bir askeri teknolojiye de sahip oldu. Olası saldırılardan korunmak için örgüt bu silahların büyük çoğunluğunu Suriye’ye taşıdı. Musul’un ele geçirilmesinden sonra terör örgütü lideri Ebubekir El-Bağdadi, El-Nuri Camisinde sözde ‘halifelik’ ilan etti.
Bağdat merkezi hükümeti Musul’un kaybı karşısında sadece üst düzey bazı askerlerin de içerisinde yer aldığı bazı askerleri ordudan attı ve kenti yeniden ele kurtaracağını ilan etti. Maliki yönetimi, Musul’daki fiyaskodan bölgedeki Sünni aşiretleri sorumlu tuttu. Musul’u korumakla görevli çoğunluğu Şii askerlerden oluşan Irak ordusunun kaçtığı kentte yaşananların sorumlusunun Sünni aşiretler olduğunu öne sürdü. Irak’taki kaosu derinleştirmeye dönük adımlar atmaya devam eden Maliki, Musul’un kaybedilmesinden iki ay sonra ABD’nin de bastırması ile istifa etmek zorunda kaldı.
ABD'nin stratejisizliği
Irak’ta yaşanan kaosa, uluslararası toplum ve BM seyirci kaldı. Yaklaşık 2 milyon sivilin DEAŞ tarafından kontrol edildiği kentte mahsur kaldığı gerçeği, uzun bir süre uluslararası toplum tarafından görmezden gelindi. DEAŞ’ın bölgesel ve küresel bir güvenlik tehdidine dönüşmesi ve Irak-Suriye hattında birçok bölgede kontrolü ele geçirmesi ise uluslararası toplumun bölgeye odaklanmasına yol açtı.
Özellikle DEAŞ’ın Batılı gazetecilerin kafasını kesen görüntüleri uluslararası alandaki infiali artırdı. Bunun ardından Obama yönetimi, ‘DEAŞ ile mücadele’ için uluslararası bir koalisyon kurdu. Yaklaşık 50 ülkenin destek verdiği koalisyon üç yıl boyunca kenti havadan bombalarken, gerçekçi bir strateji ortaya koymaktan uzak kaldı. Bu durum DEAŞ için hem ideolojik olarak hem de nüfuzunu genişletme açısından büyük bir fırsat oldu. ABD, terör örgütü DEAŞ ile mücadele adı altında Suriye’de bir diğer terör örgütü PKK/PYD’yi silahlandırmaya başlarken, Irak’ta ise etkili bir adım atmaktan uzak kaldı.
İki yıl gecikmeli başlayan operasyon
2014 sonrası dönemde ‘Büyük Musul Operasyonu’ için hazırlıklara başlandığını duyuran ABD ve Irak, operasyon tarihi için ise net bir takvim ortaya koymadı. Bu durum DEAŞ’a gücünü pekiştirme fırsatı verdiği gibi, Musul’daki insani krizin de derinleşmesine yol açtı. ABD’nin desteği ve koordinasyonunda operasyon hazırlıklarına başlayan Bağdat hükümetinin başarısızlığı nedeniyle operasyon en az 2 yıl gecikmeli başladı. Bu süreçte Irak hükümetine bir başka destek ise İran’dan geldi. İran Devrim Muhafızları ve İran destekli Haşdi Şabi çeteleri Abadi hükümetine destek sağladı.
İran'ın gölgesi: Haşdi Şabi
2003 işgalinden sonra Irak’taki etkinliğini artırmaya başlayan İran, özellikle Haşdi Şabi üzerinden bölgedeki varlığını artırdı. Maliki yönetiminden bu yana Irak içerisinde etkin olan İran, Musul’un DEAŞ’ın kontrolüne geçmesinden sonra, zayıf Irak ordusunun yarattığı boşluğu doldurmaya dönük olarak Haşdi Şabi çetelerini bölgede kullanmaya başladı. Irak içerisinde kendi başlarına hareket eden bu güçler, Sünnilerin yaşadığı kentlerde katliamlara girişti. Yaklaşık 130 bin kişiden oluşan Haşdi Şabi çeteleri, İran tarafından eğitilen farklı gruplardan oluşuyor. Musul operasyonunda da yer alan bu gruplara 2016 yılında Irak tarafından resmi bir statü verildi. 2015’te Tikrit ve Ramadiye’de geniş çaplı katliamlar yapan Haşdi Şabi çeteleri, Musul operasyonu sürecinde de bu tür saldırılar gerçekleştirdi.
Telafer kaygısı sürüyor
17 Ekim 2016’da başlayan Musul operasyonunda yer alan Haşdi Şabi çeteleri Sünni ve Türkmen kentlerine girme olasılığı büyük bir kaygıya yol açtı. Özellikle Irak’ın güneyinde etkin olan bu güçlerin girdiği bazı bölgelerde katliamlar gerçekleştirmeleri bu kaygıyı artırdı. 43 farklı gruptan oluşan Haşdi Şabi çeteleri, ele geçirdikleri bölgelerde Sünnileri hedef aldı. Musul operasyonunda şehre girmesi önlenen bu grupların Telafer operasyonunda görev alma olasılığı hem Türkiye’nin hem de Türkmenlerin tepkisini çekiyor.
Musul'un üç yıl sonrası
17 Ekim 2016’da başlayan Musul operasyonunda 100 bin kişilik bir güçten oluşan Irak ordusunun yanı sıra Haşdi Şabi çeteleri, peşmerge ve Sünni güçler de katıldı. Türkiye tarafından eğitilen Peşmerge güçleri ve Sünni güçlerin operasyonda etkin rol oynaması Bağdat hükümeti tarafından önlenmeye çalışıldı. Nitekim peşmerge güçleri Sincar, Başika ve Kerkük’ün belli bölgelerine kadar ilerlerken, Bağdat ile Erbil arasında da toprak anlaşmazlıkları yaşandı. Ninova Muhafızlarının operasyonda etkin rol oynama talebi ise en başından itibaren Bağdat tarafından reddedildi.
Ekim ayından bu yana havadan ve karadan yürütülen operasyonların ardından Musul’a girebilen Irak ordusu, Eski Şehir bölgesine de girerek üç yıl sonra kenti yeniden ele geçirebildi.
9 ay süren operasyonlarda Musul’un havadan bombalanması, kent içindeki çatışmaların kontrolsüzce sürdürülmesi ve birçok noktanın hedef alınması ile birlikte kentte büyük bir yıkım ortaya çıktı. 3 yıl önce DEAŞ lideri Bağdadi’nin sözde ‘halifelik’ ilan ettiği El-Nuri camisinin DEAŞ’tan kurtarılmasının ardından, Iraklı yetkililer bölgede ‘zafer’ ilan etti.
Yıkıntının arasında kalan Irak
2014’ten bu yana devam eden fiili DEAŞ işgali sona erdirilse de, kentteki yıkım ve insani kriz, yaşananları ‘zafer’ olmaktan çok uzak kılıyor. Irak ordusunun 3 yıl önce ağır silahlarını da bırakarak terk ettiği kentte havadan ve karadan sürdürdüğü bombardımanların ardından 9 ayın sonunda girmesi, Musul’daki mevcut fotoğrafı zafer olmaktan çıkarıyor.
1 milyon insan evsiz kaldı
Musul’daki operasyonların başladığı Ekim ayından bu yana kenti terk eden 1 milyonun üzerinde sivilin evsiz kalması da eklendiğinde bölgedeki yıkımın fotoğrafı daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim kent şuan için DEAŞ tehdidinden temizlenmiş gibi görünse de mezhep geriliminin sürmesi ve Şii milislerin bölgedeki varlığını sürdürmesi kentin geleceği ile ilgili kaygıları artırıyor. Nitekim yakın gelecekte başlaması beklenen Telafer operasyonun nasıl ilerleyeceği de Musul’daki gelişmelerle yakından ilişkili olacaktır. Musul’da yaşanan yıkımın bir benzerinin Telafer’de de yaşanması olasılığı bölgedeki dengeleri etkilemektedir.
Musul özelinde bakıldığında ise çatışma sonrası izlenecek yeni stratejinin, evsiz kalan milyonlarca insanın şehre dönme imkânının yakın gelecekte olmaması, kentin yeniden inşası için gerekli olan mali imkânların sınırlı olması bölgedeki krizin uzun süre devam edebileceğini gösteriyor. Buna bir de olası çatışma ve şiddetin devam etmesi eklendiğinde Musul ve çevresinin yeni ve daha kaotik krizlerle karşı karşıya kaldığı görülmektedir.
Musul sonrası ne olacak?
Irak’ın geleceği Musul sonrası dönemdeki sürecin nasıl yönetileceği ile yakından ilgilidir. Burada Bağdat hükümetinin izleyeceği çok yönlü ve kapsayıcı politikaların yanı sıra uluslararası toplumun ve BM’nin Irak’a vereceği destek de büyük önem arz etmektedir. Ancak, Irak’ın son 14 yılda geldiği nokta ve ayrışma göz önüne alındığında yaşanan sürecin kısa vadede olumlu bir hal alması çok zor bir ihtimal olarak karşımızda durmaktadır.