Yıkıntılar arasında kalmış insan görüntüleri pek çoğumuza depremi ve savaşı anımsatır. Toz toprak içinde kalmış bedenler, nefes alabilmenin değerini gözler önüne serer çoğu zaman. Bu yaşananları beyaz perdeye taşıyan yönetmen Alpgiray M. Uğurlu ise seyircinin karşısına bir hikaye örgüsüyle çıkıyor. Günümüz şartlarında depreme ne kadar hazır olduğumuzu bizlere sorgulatan Enkaz adlı film geçtiğimiz cuma günü vizyona girdi. Enkaz altında kalan bir kadın ve kurtulan eşinin yaşadıklarının anlatıldığı yapımın oyuncu kadrosunda ise Akasya Asıltürkmen ve Berke Üzrek bulunuyor. Asıltürkmen enkaz altında kalan Nisa'yı canlandırırken Üzrek ise yıkıntı altından kurtulan eşi Barış'ı oynuyor. Asıltürkmen bu zamana kadar bu kadar zor bir rol oynamadığını söylüyor ve ekliyor: "7 gün boyunda günde 12 saat toprak altındaydım. Enkaz altında gibiydim. Dışarıdan sızan bir ışık ile oyunculuk yaptım. Çekim bittikten sonra iki hafta kendime gelemedim. Ciğerlerim ağrıdı." Üzrek ise oynadığı karakterin maneviyatının eksik olması yönüyle de kendi karakteriyle örtüşmediğini dile getiriyor.
Benim oynadığım karakter oldukça zorlayıcıydı. Daha önce böyle bir rolü canlandırmamıştım. Bayağı sert bir rol oldu. Yapabileceğimi düşünüp yaparken güçlük çektiğim rollerden biriydi. Bunu becerdiysem herhalde her şeyi oynayabilirim diye düşünüyorum.
7 gün boyunda günde 12 saat toprak altındaydım. Enkaz altında gibiydim. Dekor zaten yer yer beton briketlerden oluştuğu için yattığım zeminde beton olduğundan çok soğuk ve ıslak şartlarda oynadım. Toz toprak içerisindeydim. Dışarıdan sızan bir ışık ve cep telefonuyla oyunculuk yapmak durumundaydım. Şartların bu kadar kısıtlı olması aslında oyunculuğumu geliştiren bir şey. Oyunculuk imkansızlıklarla beslenir biraz da. Benim için de egzersiz oldu. 5. ve 6. günden sonra zorlanmaya başladım. Artık dayandım bu duruma. Dayanmak zorunda kaldım. Oynamak başka bir şey dayanmak çok başka.
Düşündüm ama bu kadar olacağını tahmin etmemiştim. Bundan sonra bu kadar zor rolleri kabul ederken iki kez düşüneceğim. Burada sanırım biraz oyuncunun egosu devreye giriyor. Zoru görünce ben bunu yaparım dedim. Bu benim için everest rollerden biriydi. Bana çok şey kazandırdı. İyi ki oynamışım.
Tek kelimeyle berbat. Çok panik oldum.
Evet. Çocukken sevdiğim bir arkadaşımın yıllar sonra enkaz altında kalarak vefat ettiğni öğrendim. Bunu duyunca yıkıldım. Bu rol bana bu yüzden çok ağır geldi.
Bu bir kurgu film. 1999 depreminde değil günümüzde geçiyor. Deprem olsa ne olacağını günümüz şartlarında anlatıyor. Önlem alınması için mesaj gönderiyoruz. Apatmanın yaşı kaç? Deprem dayanıklılık raporu var mı? Bunların sorulması gerekiyor. Biz bunları ön plana çıkarıyoruz.
Tabii aklıma geldi. Oyunculuk hafif şizofrenik bir meslek. Oyunculuk biraz da zorunluluk gibi. Öyleymiş gibinin en sonuna ulaşmak zorundayız ki seyirci inansın. Samimiysem seyirci samimi oluyor. Kamera oyunculuğu kolay değil. İnsanı öyle kandıramazsın. Sadece rol kesemezsin. O karakter olmak zorundayız.
Çekim sürecinden sonra 2 hafta kendime gelemedim. Ciğerlerim ağrıdı. Ruhsal ve fiziksel olarak çok etkiledi. İlk izlediğimde çok ağladım. Çünkü filmdeki karakterin bi tane de küçük kızı vardı. Ben de bir kız bebeğine hamileydim. Ben rol yapsam da o enkazdan gerçekten çıktım. O rolden sonra eski Akasya olmayacağımı biliyordum. Rolüm sanki eski Akasya'yı aldı, götürdü. Ve onun üzerine iki deprem yıldönümü geçirdim. Sanki ben o depremden sağ çıkmıştım. Sevdiğim insanları kaybetmiştim. Geldi ve yüreğime oturdu. Ben artık depremi daha başka algılıyorum.
Evet. Enkazdan çıkmış birinin beni görüp inanması gerekiyordu. Birçok video izledim. Hepsi bembeyazdı. Konuşmakta güçlük çekiyorlardı. Gözyaşları yüzlerinde kurumuştu. Nefes almakta güçlük çekiyorlar. Ağlayamıyorlar bile. Enkaz altında geçirilen saatler de çok önemli. Hepsinin ayrı ayrı fiziksel görüntü ve ruhsal durumları var. Enkaz altında kaldıysanız bir yerinize muhakkak bir şey oluyor.
Hayır. Oynadığım zor karakterleri ben bir şekilde içimde yaşatıyorum. Onlar için üzülüyorum, dua ediyorum. Ben bir karakter oynadım ama o gerçekte var aslında. Gerçekten Saraybosna'da savaş oldu. Hamile kadınlar hayatlarını, bebeklerini kaybettiler. 1999 depremini yaşadık. O yüzden bu rol bana çok dokundu.
Günlük hayatı hep aynı gidecek gibi düşünüyoruz. Halbuki bu hayatın hepimizden bir beklentisi var. Benim karakterimin arayışına sebep olan da bu deprem oluyor. Barış karakteri gündelik bir yaşam sürerken hayat öyle bir değişiyor ki... Barış hayatını yanlış yaşadığını fark ediyor. Böylelikle kendi özüne bir kapı aralanıyor. Oradaki dünyayla yüz yüze geliyor. Eşi enkaz altında kalmış ve her gün yaşadıklarını videoya çekiyor.
Barış, insan hayatının yıkım tarafının örneği oluyor. Depremle karşı karşıya olma kısmı hepimizi ilgilendiriyor. İşin içine girdiğinde çok daha farklı duruyor. Deprem gerçeğini unutuyoruz ama ansızın yaşayabiliriz.
Benim oynadığım karakter biraz kapalı şuurdu. İnançsız biriydi. Ben öyle değilim. Barış sığ biriydi maneviyat açısından. Dünyadaki maddi güç kolay kazanılır ama manevi güç kolay kolay kazanılmaz. Barış karakteri bana çok zıt bir karakterdi. Ben barış'ın yerinde olsaydım maneviyatımla hareket ederdim.