|

"Artık muhalifler de operasyonu görüyor"

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Mehmet Acet köşesinde "İnceldiği yerden kopar mı?" başlıklı yazısını kaleme aldı. Zekeriya Kurşun, Yusuf Kaplan, Aydın Ünal ve Bülent Orakoğlu da gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeni Şafak
10:42 - 4/12/2017 Pazartesi
Güncelleme: 12:01 - 4/12/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Zekeriya Kurşun, ​Yusuf Kaplan, Aydın Ünal, Bülent Orakoğlu, Mehmet Acet.
Zekeriya Kurşun, ​Yusuf Kaplan, Aydın Ünal, Bülent Orakoğlu, Mehmet Acet.

Mehmet Acet, Zekeriya Kurşun, Yusuf Kaplan, Aydın Ünal ve Bülent Orakoğlu'nun yazılarının en dikkati çeken bölümleri:

Mehmet Acet: İnceldiği yerden kopar mı?

Altıncı dalga kıyılarımızı vuruyor.Olmakta olan bu. New York’taki Manhattan Mahkemesi’nde devam eden Zarrab duruşmasını, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, bu davaya acemice senkronize olma çabasını, başka bir mantıkla izah edemeyiz.

İlk 5 dalganın neler olduğunu biliyoruz.Ama yine de sayalım. Sırasıyla gidersek, 7 Şubat 2012’de yapılan MİT operasyonu, Haziran 2013 Gezi kalkışması, 17/25 Aralık, Ekim 2014 Kobani eylemleri ve 15 Temmuz girişimi… Bu sıralamayı ezbere biliyoruz artık. Ya da şöyle diyelim: 15 Temmuz darbe kalkışması başarısız olduğu günden beri herkes birbirine “Sırada ne var” diye sormuyor muydu? Sırada böyle bir şey varmış işte.

Zekeriya Kurşun: Türkiye-Mısır ilişkileri yeniden yapılandırılmalı

Mısır’da yüzlerce masum insanın hayatını camide kaybetmesinin Türkiye’de meydana getirdiği teessür ve duygusal kırılma en az Mısırdaki kadar büyük olmuştur. Mısır için büyük bir travma yaratan bu olay karşısında Türkiye’nin, ilişkileri en düşük seviyede olmasına rağmen en üst düzeyde tavır alması anlamlı olsa gerektir. Türkiye’nin Mısır’ı yalnız bırakmayarak acılarını paylaşması ve millî yas ilan ederek bütün samimiyetini ortaya koyması Mısır üzerinde önemli tesirler yaratmıştır.  Türkiye daha önce benzeri felaketleri yaşamış ve aynı acıları derinden hissetmiş bir ülkedir. Ancak bu sefer bir acısı daha vardı Türkiye’nin. O da kardeş halk ile dayanışmasını engelleyen, acısını doğrudan paylaşmasına imkân vermeyen tarihi bir sürecin içinden geçilmesiydi. Seçimle gelen yönetimi devirerek iktidarı ele geçiren ve sonra kendisini cumhurbaşkanı seçtiren bir kişiye karşı Türkiye’nin aldığı tavır ahlâkîdir. Bunun tartışması bile yapılmamalıdır. Zaten ilişkilerin en düşük seviyeye indirilmesi de bu sebeptendir. Ancak siyaseten ahlâkî olan ile reelpolitk arasındaki ince çizgi iyi ayarlanamaz ise sonuçların beklenenden farklı bir noktaya doğru gitmesi kaçınılmazdır. 

Yusuf Kaplan: İstanbul, ruhuna kavuşacak mı yeniden?

Şunu iyi bilelim, derim; İstanbul’u kurtarabilirsek, Türkiye kurtulur ve yeniden kurulur. İstanbul’u kurtaramazsak, Türkiye yok olur... Bir rüya ve bir kâbus senaryosu var karşımızda. 

Cins adam İtalo Calvino, “Şehirler, rüyaların ve / veya kabusların mekânıdır” der. İstanbul’’u “özne”si yapan bir yazıya, bu denli silkeleyici ve sarsıcı bir alıntıyla başlayınca insanın kafasında, “Acaba İstanbul ne? Nasıl bir şehir? Rüyaların mı, yoksa kabusların mı mekanı? Hayallerin kaynağı mı, yoksa hayaletlerin cirit attığı ruhu çalınmış bir kültürler mezarlığı mı?” gibi bir dizi soru sökün ediveriyor... Sahi, şu an, İstanbul’un bir bedeni, bu bedene hayat veren bir ruhu var mı? İstanbul’un eğer hala hayat emareleri gösteren bir bedeni, bir ruhu yoksa, İstanbul’dan; yaşayan, hayat veren engin ve zengin bir İstanbul’un varlığından sözetmek mümkün olabilir mi?

Aydın Ünal: “Akıllı” Fetullahçılar

ABD’deki yargı tiyatrosunun muhtemel sonuçları üzerine geçen hafta 18 madde sıralamış, son iki maddede de davanın Türkiye ve dünyadaki Fetullahçılar üzerindeki baskıyı daha da artıracağını ifade etmiştim.

Yargı tiyatrosu vesilesiyle bitleri yeniden kanlanan, sosyal medyadan, internet medyasından iğrenç kafalarını tekrar uzatan Fetullahçılar bir haftadır bu yazı nedeniyle linç kampanyası başlattılar.Ya ne olacaktı? Siz, ABD’deki dava üzerinden Türkiye’ye yeni bir operasyon çekeceksiniz, ayarladığınız hâkim ve savcılarla, ajanlık yoluyla yürüttüğünüz bilgi ve belgelerle yargı tiyatrosuna lojistik destek sağlayacaksınız, ama sizin buradaki ve dünyadaki adamlarınız huzur içinde kalacak öyle mi?

Bülent Orakoğlu: Merkel Adil Öksüz’ün yakalanmasını neden istiyor?

Ankara -Berlin arasında, Alman Parlamento’sunun 1 Haziran 2016 yılında 1915 olaylarını‘soykırım’ olarak nitelendiren tasarıyı onaylamasıyla başlayan gerginlik ortamı, Almanya’nın PKK terörüne verdiği destek ile artarak devam etti. 15 Temmuz sonrasında Almanya’ya iltica eden binlerce FETÖ mensuplarına kucak açarak sığınma ve oturma izni verilmesi, Can Dündar’ın yanı sıra Zekeriya Öz, Celal Kara başta olmak üzere çok sayıda FETÖ elemanlarının Türkiye’ye iade edilmemesi, günümüze değin ilişkilerin hızla gerilmesinin ana nedenlerini oluşturmuştu. Alman yayın organları ve siyasetçiler 16 Nisan referandumuna açıktan Türkiye aleyhinde taraf olmaktan çekinmediler. Bazı bakanların Almanya ve AB ülkelerinde oy kullanacak Türk seçmenlerle buluşması ve hitaplarına izin verilmemişti. Hem siyasi figürler hem de medya organları doğrudan doğruya Türkiye’yi ve onun devlet başkanını hedef alıyordu. Alman gazeteleri ve dergileri sürekli Erdoğan resimleriyle çıkıyor, sultan benzetmeleri yapılarak Erdoğan, diktatörlük ve otoriterlikle suçlanıyordu. Almanya, İslamofobik hareketlerin ve Türk düşmanlığının merkezi haline getirilmişti. Son olarak ortaya çıkan İncirlik krizi, Alman Die Welt Gazetesi’nin sözde muhabiri Deniz Yücel’in terör faaliyetlerine destek vermesi suçundan tutuklanması ilişkileri kopma noktasına getirmişti.Türkiye, eş zamanlı olarak başlatılan ve aynı dış merkezden yönetilen, Reza Zarrap, Flaynn kumpasları ve Kılıçdaroğlu’nun iftiralarıyla iç’te ve dış’ta  mücadele ederken bu kez Almanya’nın firari FETÖ’cü Adil Öksüz hakkında yakalama kararı çıkarttığı kamuoyuna yansıdı. 

#​Mehmet Acet
#Zekeriya Kurşun
#Yusuf Kaplan
#Aydın Ünal
#Bülent Orakoğlu
6 yıl önce