|

"İslâm’la ilişkisi sıfırlanan bir kuşak geliyor"

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Yusuf Kaplan köşesinde 'Bu topraklardaki İslami varlığımız tehlikede' konulu yazısını kaleme aldı. Aydın Ünal, Mehmet Acet, Fatma Barbarosoğlu ve Süleyman Seyfi Öğün de gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeni Şafak
08:58 - 31/07/2017 Pazartesi
Güncelleme: 09:08 - 31/07/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
​Yusuf Kaplan, Aydın Ünal, Fatma Barbarosoğlu, Süleyman Seyfi Öğün ve Mehmet Acet
​Yusuf Kaplan, Aydın Ünal, Fatma Barbarosoğlu, Süleyman Seyfi Öğün ve Mehmet Acet

Yusuf Kaplan, Aydın Ünal, Mehmet Acet, Fatma Barbarosoğlu ve Süleyman Seyfi Öğün'ün yazılarının en dikkati çeken bölümleri:

Yok oluşun işaret fişekleri


Sekülerleşme /dünyevîleşme biçimi, Müslüman bir topluma dışardan gelen, içerde gerçekleştirilen bir kültürel saldırı biçimidir. Yeni sömürgecilik biçimidir bu.Bu yeni-sömürgecilik biçimi, özellikle medyalar üzerinden zihnî işgalle hayata geçirliyor… seküler duyuş, yaşayış ve bakış biçimleriyle daha kolayca ve hatta ayartarak köleleştiriyor bizi de, bütün dünyayı da. O yüzden sekülerleştikçe, İslâmî sâbitelerimizi yitiriyoruz hızla… Sekülerleştikçe, değişkenler, sâbitelerimizi yerle bir ediyor ve zamanla değişkenler, sâbite katına yükseliyor, değişmez kural hâline geliyor, rutinleşiyor ve biz de kanıksıyoruz bu ontolojik yok oluş sürecini… Özetle: Sekülerleştikçe, İslâmî duyarlıklarımız aşınıyor.. İslâmî duyarlıklarımız aşındıkça, bu ülkedeki İslâmî varlığımız darbe yiyor, eriyor, adım adım yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor… Somut örnekler üzerinden test edelim buraya kadar teorik olarak söylediklerimizi…


Rant bir türlü doymuyor


Batılıların güzel şehirleri var. Londra, Nev York, Vaşington, Paris, Viyana, Roma ve diğer nice Batı şehrine gıptayla bakıyor, iç geçiriyoruz. Tarihi eserleri muntazaman muhafaza ediyorlar. Şehirlerin içine park yapmıyor, adeta parkların içine şehir yapıyorlar. Çocukların, yaşlıların, engellilerin güvenle ve rahat hareket edebilecekleri şehirler inşa ediyorlar.Yollar, kaldırımlar, tabelalar, binalar insanı, gözü, ruhu yormuyor. Batı medeniyetinin olduğu gibi Batı şehirlerinin de temelinde Latin Amerika, Afrika ve Orta Doğu’nun kanı var. Başka dünyalardan, kan akıtarak sömürdükleri zenginliklerle güzel şehirler inşa ettiler. Ama bu kadar mı? Mesele sadece para mı? Mesele sadece para olsaydı, son derece zengin Arap ülkelerinde de güzel şehirler olurdu, ama yok. Haydi cesaret edip soralım: Üzerine ağıtlar yaktığımız Kudüs, son 1 asırdır Müslümanların elinde olsaydı, şehirdeki tarih böyle muhafaza edilebilir miydi?


Bu veriler neden önemli?


15 Temmuz darbe kalkışması ile ilgili epeyce bir müktesebat oluştu.Darbeyi planlayanlar, fiilen içinde yer alanlar, örgüt şeması gibi alanlarda yargı faaliyetleri, tanıklıklar, tecrübeye dayalı veriler toplumda önemli ölçüde bir farkındalık oluşturdu. Bununla birlikte yeterince üzerinde durulmayan, ya da üzerinde durulsa da yeterince araştırmaya konu edilmeyen, derinlemesine çalışmaların yapılmadığı bir alan kalmıştı. Darbeyi savuşturan sessiz kahramanların hikayesi… 15 Temmuz şehit ve gazileriyle ilgili derinlikli çalışmalardan söz ediyorum. Nihai amacı ‘Halk devrimi süsü verilmiş bir darbe girişimi’ olan Gezi eylemlerini konu alan bilimsel çalışmalar bile, 15 Temmuz kahramanlarıyla ilgili araştırmaları gölgede bırakmıştı. Artık elimizde bu açığı kapatacak, gelecek nesillere kahramanlarımızın kimlikleriyle ilgili detaylı veriler sunacak bir çalışma var. Araştırmayı Ak Parti Sosyal Politikalar Başkanı Öznur Çalık ve ekibi yaptı.


Aramızdaki fark


Hakikat yolunda ilerleyebilmek için kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor.Birkaç hafta önce, Karanlığın bekçisi vicdan denetçileri başlıklı yazımda “seküler zihniyet bu durumu anlamayacak” diye bir cümle kurdum ve bazı okuyucularım kırgınlıklarını dile getirerek siz seküler kişilerin hiç dua etmediğini mi zannediyorsunuz dediler. Şu hususu açıklığa kavuşturalım: Hiçbirimiz ne tam seküler zihniyete sahibiz ne de mutmain mümin bir kalbe. Durumu anlatmak için kimse alınmasın kırılmasın diye kendi tecrübemden bahsedeceğim. Kişinin ne kadar mutmain bir imana sahip olduğunu gözden geçireceği çok ibretlik bir akşamdı “İstanbul’un Perşembesi” adını verdiğim 27 Temmuz Perşembe akşamı. 


Basitlemeci yaklaşımlar hâkim oldu


"Toplumsal” alan , küreselleşme öncesi zamanlarda ekonomik ve siyâsal alanları hem içeren hem de onlardan farkılılaşabilen bir alan olarak algılanıyordu. Yâni  zannediyorduk ki; bir ekonomist olarak toplumsala bakmak mümkündü. Bu, toplumsalın ekonomik değişkenler üzerinden “okunması” manâsına gelirdi. Benzer bir şekilde; toplumsalı, “siyâsal” değişkenler üzerinden okumak da bir siyâsal bilimcinin işiydi. Toplumsalın bir de “kültürel” tarafları vardı. Bu da kültür bilimcilerin işiydi.  Toplumsalı ,en genel ve saf  manâda “toplumsal” olarak okumak da sosyologların işiydi. Onlar, belki de siyâset, ekonomi ve kültür sosyologlarının çalışmalarının ileri bir sentezini yapan veyâ  bu tarz çalışmalara  ilhâm kaynağı olan genellemeler, soyutlamalar, perspektifler  üreten  bir üst-teorik dünyânın temsilcileriydi.Küreselleşmenin az sayıdaki hayırlı taraflarından birisi de , toplumsalın teorik makaslarla istenildiği gibi kesilip biçilebilemeyeceğini;  tasarımının ve daha genel olarak mühendisliğinin yapılamayacağını bize öğretmesi oldu. Bir defâ şunu anladık ki, toplumsal alanlar arasında bizim zannettiğimiz gibi aşılmaz, sızdırmaz sınırlar yoktur. Bir ekonomistin siyâsetten anlamamak; bir siyâsal bilimcinin de ekonomiden anlamamak gibi bir lüksü olamaz. Kültürbilim çalışan birisinin de ekonomi veyâ siyâset bilmeme gibi bir özürü olamaz. Ya   zoru seçip; mevcutlardan da daha “bütünlüklü” (holistik) bir bakış geliştirecek veyâ işin kolayına kaçacak ve  mevcutlardan  daha “parçalı” (fragmante) bakışlar üretecektik. 1990’lı senelerin başlangıcındaki tablo buydu.


#​Yusuf Kaplan
#Aydın Ünal
#Mehmet Acet
#Fatma Barbarosoğlu
#Süleyman Seyfi Öğün
7 yıl önce