15 Temmuz darbe girişimi henüz tam olarak edebiyata yansımadı. Birkaç klip yapıldı sadece. Onlarca roman, yüzlerce şiir yazılmalı. Tiyatro eserlerine konu olmalı. Sürekli işlenen bir konu olmalı ki yaşananlar edebiyata yansıdı diyebilelim. Darbeyi yapanların anlatıldığı kadar karşı çıkanlar da anlatılmalı. Edebiyatı, toplumun iç dünyasının kitaba yansıması olarak kabul ederek bunu söylüyorum.
Yoksa yeni kuşaklara 15 Temmuz’u anlatmak çok zor olacak. 5-10 sene sonra doğacak olan çocuklar ise hiç bilmiyor olacak. 60 darbesini bilmeyen nesil buna örnek verilebilir. Eli kalem tutanlar başta olmak üzere sivil toplum kuruluşlarına, devlet kurumlarına büyük iş düşüyor. Gerekirse ödül yoluyla devletin de teşvik etmesi gerekir. Yeni kuşaklar 15 Temmuz’u edebiyatla öğrenecek.
Demokrasiler, güçlü ordu olmadan yaşayamaz. Eğer Türkiye’de bir demokratik rejim olacaksa güçlü ordu kurulmalıdır. Devlete düşen, halkın ısrarla seçtiği bir iktidar gündemdeyken, artık başkalarına değil halkın iradesine bekçilik yapan bir ordu kurmaktır.
Türk halkının maruz kaldığı darbeler, edebi çevrede yankı bulmadı. 12 Mart 1971’deki Deniz Gezmiş yansıdı, Madanoğlu yansıdı, 12 Eylül 1980 hakkında bir sürü şey yapıldı, hapishane şiirleri yazıldı. Türkiye’nin gençleri 12 Eylül’ü biliyorlar ama 27 Mayıs’ı bilmiyorlar. Cumhuriyetin kendisi de bir darbe olarak görülebilir. Kurtuluş Savaşı iki şeye karşıdır: İngilizler kontrolündeki Yunanlılar’a ve Osmanlı’ya karşı. Cumhuriyetin kuruluşuyla ilgili onlarca yazı kaleme alınmış ama cumhuriyetin mağdur ettiği halkla ilgili bir yansıma olmamıştır. Bu olaylar yazılmadığında gelecek nesle intikal etmiyor.
Türkiye’nin egemen edebi çevreleri jakoben. Yani halka rağmen edebiyat, halkı dönüştürmek için icat edilmiş bir edebiyat yapıyorlar. Bu edebiyat halkı yansıtmıyor. Bunu eğitim kurumlarında da görüyoruz. Orada da her şey vardır ama Türkiye’nin halkları yoktur.
Bizdeki ayrım Batı’daki sağ sol ayrımına denk düşmez. Türkiye’de Batılılar’la ittifak halinde yaşayan zümre solda yer alır, bu memleketin gerçek sahipleri, savaşlarda ölenler, bu memleketin yoksulları sağda yer alırlar.
Türkiye’nin sağı dediğimiz kesim, modern sanat eserleri konusunda zayıftır. Sanattan alacağı her şeyi dinden alabileceğini biliyor. Hem mütedeyyindir hem de sanat yapmaya çalışır. Müslüman şiir, Müslüman roman, Müslüman tiyatro nasıl olacaktır, bunu düşünmek lazım. Yunus Emre’nin şiirleri hâlâ okunuyor. Yunus’un amacı şiir yazmak değildi, şiir formatında ibadet ediyordu. O, şiiri yaşama tarzı, dünya görüşü olarak görüyordu. Günümüz şiiri ise efkâr üzerine yazılır diye bir inanış var. Din ile modern sanatlar arasındaki paradoks konusunda Müslüman kesim düşünmelidir. Belki de böyle bir çelişki, muhafazakar, Müslüman kesimin roman kaynağı, şiir kaynağı olabilir.
Sadece edebiyat kitaplarındaki değişim yeterli değil. Türkiye eğitimde 2 şey yapmalı. Anaokulundan başlayarak Kuran kursunun yerini alacak bir ders programı hazırlanmalı. Bir de halk dansları eğitimi verilmeli. Çocuklar 7 yaşına kadar devletle dinle ilgili ne öğrenebiliyor? Ağaç yaşken eğilir. Kültürel kodlar 7 yaşına kadar verilir. Bunun formatı Kuran kursudur. Ben İmam Hatip’e gitmedim. Sadece Kuran kursuyla bütün duaları öğrendim ve bir daha da unutmadım. Bizi bu topraklara ait kılacak unsurlar bunlardır.
Şu anda farklı kesimlerden onlarca kişi anaokulu açıyor. Devlet ve Diyanet bunu düşünmeli. Özellikle Diyanet, eğitim konusunda baş aktörlerden olmalı. Açılan anaokullardak müfredata bakarsak bizi nasıl bir tehlikenin beklediğini görebiliriz.