|

1970'lerden 2000'lere terörle mücadele

Terörün köklü nedenlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan uzun vadeli politikaların yeri ayrı, terör eylemlerini silah ve şiddet kullanımıyla bertaraf etmenin ve teröristleri etkisiz hale getirmenin yeri ayrıdır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 29/05/2016 Pazar
Güncelleme: 00:58 - 29/05/2016 Pazar
Yeni Şafak
Doç.Dr.Ulvi Saran – Vali


40 yıllık etnik temelli bir terör geçmişine sahip olan Türkiye'nin çözüm umutlarını yeşerten iki yıllık bir sükünet döneminin ardından tekrar kanlı ve geçmişle karşılaştırılamayacak ölçüde şiddetli bir çatışma sürecine girmesi, terör sorununun ortadan kaldırılmasına yönelik uzunca bir süredir benimsenmekte olan bakış açısı ve yaklaşımların sorgulanmasını beraberinde getirdi.



Türkiye'nin terörle yüzleşme tarihine baktığımızda 70'lerden baş- layarak bugüne kadar gelen dönemin esasen "terörle mücadele"den çok bir "teröristle mücadele" dönemi olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle 80'lerin sonundan 2000'lerin başına kadar teröre karşı yürütülen mücadelede benimsenen yaklaşım ve sergilenen tutumun terörü besleyen altyapı koşullarının tümüyle ihmal edilerek yalnızca şiddet kullanma boyutuna odaklandığını bunun da bir çözüm getirmek yerine sorunu çok daha fazla büyüttüğünü ve zorlaştırdığını görüyoruz.



SONUÇLARLA BOĞUŞMAK


Şiddet kullanımı ya da başka yollarla kamu düzeninin bozulması bir sonuç olduğuna göre sonuçtan yola çıkarak sorunu çözmeye ve terörü bertaraf etmeye çalışmak terör eyleminin doğuşuna kaynaklık eden sebepler zincirinin yok sayılması ve eylemin gerçekleşmesine kadar geçen aşamaların göz ardı edilmesi anlamına gelir. Bu kapsamda 1985 Şemdinli ve Eruh baskınlarıyla başlayıp 90'lı yılların başında doruğa ulaşan daha sonra zaman zaman azalsa da 2000'li yıllarda tekrar alevlenen PKK terörüne karşı güvenlik sisteminin gösterdiği tavır, terörün sebepleriyle mücadele etmek yerine sonuçlarıyla boğuşmak biçiminde kendisini göstermiştir



1980'li yılların sonundan başlayarak 1990'lı yıllar boyunca terör örgütünün toplumsal tabanda ideolojik bilinçlendirme ve kimlik kazandırma faaliyetlerinin dayandığı temel gerekçeler gözden uzak tutulmuştur. Kürt kimliğinin tanınmaması, kürtçe dilinin kullanımı ve kültürel hak taleplerine karşı uygulanan baskı ve kısıtlamalar geniş halk kesimleri nezdinde devlete olan güveni zedelemiş ve terör örgütünün tezlerine haklılık gerekçesi sağlayarak geniş bir toplumsal destek tabanı kazandırmıştır. Örgütün büyümesinde ve halk tabanına yayılmasında yürüttüğü propaganda çalışmalarının yanında devletin yalnızca şiddet kullanımına endeksli hatalı güvenlik uygulamalarının ve ihmallerinin yöre halkında yol açtığı güven erozyonunun rolü göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür.



Salt ideolojik amaçlı terör örgütlerinin ömürleri genellikle bağlı bulundukları siyasal ideolojinin yaygın ve etkili olduğu dönemlerle sınırlı iken, etnik ve kültürel temelli ve ayrılıkçı hedefler gözeten terör örgütleriyle mücadele dünyanın her yerinde zorlu, sancılı ve uzun vadeli olmuştur. FARC, Tamil, IRA, PKK gibi terör örgütlerinin çok uzun süreler varlıklarını sürdürebilmiş olmaları bunun açık bir ifadesidir.



TERÖRÜN SINIR ÖTESİ VARLIĞI


Türkiye'de terör sorununu etnik temelli, ayrılıkçı tezlere dayanmasının yanında daha da ağırlaştıran bir başka faktör, PKK terörünün ülke coğrafyasının dışında üstlenmesi ve PYD gibi sınır ötesi yapılarla bütünleşmiş olmasıdır. Ayrıca Türkiye'nin PKK terörüyle bağlantılı olarak Güney çevresini saran uluslararası güç mücadelelerinin odağında ve çok taraflı çatışma denkleminin içinde yer alması, terörün dolaylı etkilerinin bertaraf edilmesini hayli güçleştirmektedir.



Sadece terör eylemlerine karşı koyma refleksiyle ve şiddete karşı şiddet kullanımıyla sürdürülen reaksiyoner bir tutumun uzun vadeli ve sürdürülebilir kalıcı sonuçlar doğuran bir stratejiye dayanamayacağı açıktır. Oysa dünyanın farklı bölgelerindeki terör örgütlerinin gelişim ve ilerleme çizgileri incelendiğinde zaman içinde artan terör tırmanışına karşı eylemler ortaya çıkmadan önce terörün köklü sebeplerini ortadan kaldırmaya ve şiddet öncesi aşamaları önlemeye yönelik çok boyutlu, kapsamlı ve proaktif bir mücadele stratejisi uygulanması gerektiği ortaya çıkmaktadır.



ŞİDDET VE TERÖRLE MÜCADELE?


Eylem aşaması terör zincirinin son halkasıdır. Dolayısıyla terörle mücadelede silah ve şiddet kullanımı ve fiziki çatışmaya girilmesi son olarak gerçekleşen aşamalardır. Hiç bir terör eylemi kendiliğinden ya da aniden ortaya çıkmaz. Ne kadar amaçsız ve anlamsız gözükse de terör eylemlerinin arkasında mutlaka ideolojik bir köken ve genellikle siyasi bir amaç vardır. Nihayet başkası adına terör eyleminde bulunan örgütlerde de durum aynıdır. Bu durumda da taşeron terör örgütünün arkasında bulunan iç veya dış uluslararası gücün siyasi hesap ve emelleri vardır. Şiddet kullanımı ya da halkın yılgınlığa düşürülmesiyle kendisini gösteren bir terör eylemi belli bir ideolojik bilinçlenme sürecinin, belli vadede şekillenen bir örgütlenme faaliyetinin ve önceden hazırlanmış strateji ve planların sonucudur.



Uzun vadeli terörle mücadele için gerekenler; saglıklı bir toplum anlayışı, tarihi tecrübe, bütüncül ve tutarlı bir devlet felsefesi, çok boyutlu ve disiplinlerarası yaklaşım, makro politikalar, uluslararası gelişmelerin, ekonomik ve siyasi değişimlerin izlenmesi ve doğru okunması, orta ve uzun vadeli mücadele stratejisidir. Teröristle mücadele için ise; örgütsel ve işlevsel tutarlılığı ve hiyerarşik bütünlüğü sağlanmış etkili bir güvenlik sistemi, güçlü ve iyi işleyen bir istihbarat ağı, yeterli sayıda eğitimli ve donanımlı güvenlik personeli, istihbaratın ve yerel verilerin paylaşımı, alan hakimiyeti, ilgili kuruluşlar arasında bilgi paylaşımı, etkin işbirliği ve koordinasyon, terörist eylem ve faaliyetleri önlemek ve bastırmak için yeterli teknik donanım ve silah gerekir.



RADİKAL ÖNLEMLERİN ZARURETİ


Şüphesiz bir taraftan terörün kökenlerine inen uzun vadeli mücadele politikaları geliştirilirken diğer taraftan şiddet kullanımına karşı yerinde, zamanında ve gerektiği ölçüde şiddetle karşılık vermek ve terörist eylemleri bertaraf etmek kaçınılmaz olacaktır. Özlü bir anlatımla teröristle mücadele etmeden önce terörle mücadele etmek gerekir. En yanıltıcı ve vahim olanı, uygulanan ezici şiddet ölçeğinin ve bu kapsamda terör örgütlerine militan sayısı, lojistik imkanlar, silah ve cephane imhasıyla verdirilen kayıpların yegane başarı ölçütü olarak değerlendirilmesidir. Teröristle mücadele yaklaşımının kronikleşen tepkisel niteliği, güvenlik sisteminin sorunun uzun vadede kalıcı bir biçimde ortadan kaldırılmasına yönelik çok boyutlu, kapsayıcı çözümler üretebilme yeteneğini ve potansiyelini köreltmiştir. Güvenlik sistemi, radikal önlemlere dayalı uzun vadede sonuç getirecek kapsamlı ve etkili stratejiler geliştirmek yerine taktik düzeydeki gelişmelere kilitlenerek tekil olaylarla boğuşmaya başlamış, teröre nihai olarak son verildiğinin düşünüldüğü her defasında yeniden başa dönülmek zorunda kalınmıştır.



Türkiye 2000'li yıllarla birlikte terör zemininin beslendiği Kürt sorununa gerekçe oluşturan hak ve özgürlük tartışmalarına son verecek demokratikleşme adımlarını atmış, terörün köklü sebeplerini ortadan kaldırma yönünde önemli ilerlemeler kaydetmiştir. 2010 yılında terörle mücadeleye ilişkin sivil ve çok boyutlu bakış açısıyla bütüncül politika ve stratejiler geliştirmek üzere Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı'nın kurulması sorunun doğru okunmaya başlandığını göstermektedir. 2002 yılından itibaren çıkarılan 4 ayrı demokratikleşme paketi ile gözaltı koşullarının iyileştirilmesi, işkenceye sıfır tolerans gösterilmesi, örgütlenme ve ifade özgürlüğüne ve Kürtçenin sosyal ve kültürel alanda kullanımına yönelik baskı ve kısıtlamaların kaldırılması yalnızca şiddet kullanımına odaklı güvenlik paradigmasının değişimi yönünde önemli ilerlemelere işaret etmektedir. Böylelikle terör örgütünün devletin uygulamalarına ilişkin ileri sürdüğü kültürel ve etnik ayırımcılık iddialarının temeli kalmamıştır.



TERÖRE DİZ ÇÖKTÜRENE KADAR MÜCADELE


Demokratikleşme adımlarının yanı sıra devletin sorunu diyalog zemininde çözme kararlılığının bir ifadesi olarak 2012 yılında başlattığı çözüm süreci, terör örgütünün silahları terk etmemesi ve yeniden şiddet eylemlerine başvurması sonucu akamete uğramıştır. Son iki yıldır yaşananlar, örgütün silahları bırakmak şöyle dursun çözüm sürecini gelecekteki büyük çaplı şiddet eylemleri için uzun vadeli bir planlama ve lojistik ikmal dönemi olarak değerlendirdiğini gösteriyor. Kobani olayları, Cizre, Sur ve Nusaybin'de yaşananlar; sosyal ve hukuki alanlarda ve demokratik zeminde terörü önlemeye yönelik uzun vadeli politika girişimlerinin silahlı mücadele yolunun bir alternatifi olmadığını, polisiye önlemlerin asla ihmal edilmemesi gerektiğini ortaya koymuştur.



Terörün yegane amacının silah ve şiddet kullanımıyla dehşet ve yılgınlık oluşturarak kamu düzenini bozmak olduğu göz ardı edildiğinde ödenecek fatura daha da ağırlaşacaktır. Bu bağlamda terörün köklü nedenlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan uzun vadeli politikaların yeri ayrı, terör eylemlerini silah ve şiddet kullanımıyla bertaraf etmenin ve teröristleri etkisiz hale getirmenin yeri ayrıdır.



Elinde silah bulunan ve şiddeti başlıca mücadele aracı olarak kullanan bir yapı ile elinde silah tuttuğu sürece diyalog sürecine girmenin mantıki bir tutarlılığı ve açıklanabilir bir yanı yoktur. Diyalog ve çözüm süreçleri ancak silahların bırakılması halinde ve meşru kuralların hakim olduğu siyaset düzleminde gerçekleştirilebilir. Bu bakımdan terör örgütüne diz çöktürülünceye kadar mücadele terk edilmeyecektir. Ancak son iki yıldır tırmanan terör olaylarıyla gelinen nokta Türkiye'nin çıkış yolu için yalnızca şiddet eksenli mücadele anlayışına mahkum olduğu yönünde yorumlanmamalı, kalıcı çözümün çok boyutlu ve uzun vadeli stratejilere dayanması gerektiği unutulmamalıdır.





#Çözüm süreçleri
#PYD
#Terör
#Ulvi Saran
8 yıl önce