ibrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim
Asaf Halet Çelebi
“Fırtınada bir dal gibi titriyor insanlar; bilmediğinden korkmuş, bildiğinden korkmuş…”diyordu Bergman’ın Genç Kız Pınarı filminin kahramanı. İskender Pala imzalı Abum Rabum’u okuduktan sonra bir süre kendi kendime bunu mırıldandım. Bilmediğinde korkar insan, bildiğinde de…
Kitabı elimize aldıktan bir süre sonra tıpkı Od’da olduğu gibi bilmediğimiz bir kavramla karşılaşıyoruz ama aslında çok geçmeden “İbrahim”in harfleri hemen ortaya çıkıyor. Bir süre sonra bahsi geçen olay kurgusunun da böyle bir yöntemle örüldüğünü görüyoruz; ilkin bize yabancı olan olayların (Tokyo’da işlenen cinayet, tarihi eser kaçakçılığı, CIA, MOSSAD…) çok geçmeden yanı başımızdaki kadim kültürlere temas ettiğini gördükçe işin rengi değişmeye başlıyor.
Kimi zaman bir okuyucu olarak kendimi Jason Bourne film serilerini aratmayan bir aksiyonun içinde görürken, kimi zaman da sırların üstündeki perdeler bir bir aralandıkça Umberto Eco’nun Gülün Adı romanından aldığım tadı almaya başladım. Üstelik romanın malzemeleri zaten içinde doğduğumuz Ortadoğu, Nemrut, Urfa, Kudüs ve hepsinin kesişim kümesi olan Hz. İbrahim olunca okuyucuya da yorum yapma olanağı açarak onu cinayeti ve tarihi eser hırsızlığının arkasındaki gizemi çözmeye çalışan polislerin peşinden giden bir gazeteciye çeviriyor adeta. Ve anlıyoruz Hz. İbrahim’in bizdeki (Doğu’daki) karşılığı ile Batı’daki karşılığı birbirlerine pek uymamaktadır. Bir tarafın İsmail diğer tarafın ise İshak üzerinden birleştiği Hz. İbrahim algısı dünyayı görme biçimine ve Ortadoğu politikalarına nasıl sirayet ettiğini de görmekteyiz. “Batı aklı” dediğimiz şeyin tam da bu noktada ne olduğunu görüyoruz.
Modern felsefeyle doğayı tahakkümü altına almaya çalışan Batı aklı politikalarla ve istihbarat servisleriyle ulaşabildikleri her yeri kendi kontrollerinde tutmak istiyor. Abum Rabum’da dikkati çeken bir diğer unsur da tarihi eserlerin Ortadoğu’dan yıllardan bu yana sistematik olarak yağmalanmasıdır. Başta Louvre Müzesi olmak üzere Batı müzelerinde sergilenen eser sayısı mevcut kalıntılara dair nasıl büyük bir tarihi eser kıyımı yapıldığının apaçık bir göstergesidir.
Romanın en önemli iddiası bu noktada ortaya çıkıyor. Ortadoğu halklarının Babil, Akad ve özellikle Sümer uygarlığı gibi kadim kültürleriyle olan bağları koparıldığında çok kolay bir şekilde kendi politikaları doğrultusunda manipüle edilebilebileceğini hem operasyonu yürüten CIA ajanı “Süslü” karakteri hem de “Zelotlar”ın ağzından duyuyoruz. Kimisine göre tüm bunlar birer komplo teorisi gibi görünse de romanın ana karakterlerinden biri olan Sümerolog Selim Hoca’nın buna cevabı söz konusu Ortadoğu olunca neden bu denli komplo teorisi bahsi geçtiğini de açıklar niteliktedir. Çünkü bu teoriler olmasa Ortadoğu’daki halklar böylesine kolay manipüle olabilirler mi?
İskender Pala, bu zamana kadar yazdığı en uzun romanı olan Abum Rabum da bazen CIA ajanlarının kendi içlerindeki diyaloglarla, bazen MİT’in soruşturmasını derinleştirdikçe ulaştıklarını okuyucuyla birlikte bir bir açarak, bazen de Selim Hoca’nın Sümerolog olmasından mütevellit uzmanlık alanında konuşmasına olanak vererek yarım asırdır Ortadoğu’da hiç dinmeyen savaşın karakterle birlikte şehir şehir, müze müze dolaşarak ta Sümerlere, Nemrut’a ve dönüp dolaşıp Hz. İbrahim’de düğümlendiğini tüm incelikleriyle kaleminden akıtıyor. Öyle ki birkaç yerde Nemrut Dağı’nda olduğunu hayal edip “İştar” olarak resimlenen güneşin doğmakta utanır gibi bir aşağı bir yukarı çıkmasını seyrederken yakalıyorsun kendini. Sonra aşağıda bir yerde iki sütun arasında gerilen Hz. İbrahim’i düşününce gözlerin ister istemez Harran Ovası’nda Balıklı Gölü aramaya başlıyor. Sonra bulduğun anda kızgın bir sobanın üstüne bir su damlası düşer düşmez nasıl bir cızırtı çıkarıyorsa öyle bir irkilmeyle dönüyorsun kaldığın yerden okumaya… Batı indirgemeci aklıyla; Elif: Edebiyat dolayımında roman, aklın gördüğünü dilin dünyasında canlandırmaktır. Lam: Dilin dünyada yazdığı, akla hizmet ettiği kadar girer romana. Mim: Demek ki roman, aklın kendisinden bildiğini, dilin dünyasında yeniden keşfetmesidir.