|

Almanya’da kör adalet: NSU cinayetleri

NSU içinde en az 20 kişinin Alman istihbaratına çalıştığı ve bir tanesinin de Berlin Eyalet Emniyet Müdürlüğünde görevli olduğu tespit edildi. Dava başladıktan sadece birkaç gün sonra istihbaratta yüzlerce belge, bilgi imha edildi ve bu dosyaları imha edenlerin neden ettiği hala tespit edilemedi.

Yeni Şafak ve
04:00 - 14/06/2016 Salı
Güncelleme: 22:51 - 13/06/2016 Pazartesi
Yeni Şafak
Zeynep Bilgin

International University of Applied Sciences


Bir korku romanı okumakla NSU davasını takip etmek arasında aslında pek bir fark yok. Korkutucu olan tarafı romanlarda bilinmez bir hayal dünyasına kapılarak geçmişi tahayyül ederken, NSU davasında başroldeki kötü kahramanın hayallerimizin ötesinde, hayatımızın tam merkezinde ortaya çıkmış olması.



Kötü kahraman karşımıza çıkana kadar Nürnberg'deki Abdurrahim amcanın, Dortmund'daki Mehmet abimizin canını almış, Kassel'de 21 yaşındaki kardeşimizin ocağına ateş düşürmüş, Köln'de vatandaşlarımızın ekmek teknesinin bulunduğu mahallede bomba patlatmış, daha nicelerinin hayatını karartmış ve hala dünyaya meydan okurcasına kahramanlık oyunu oynamaya devam ediyor. Başarılı kötü kahramanın en büyük özelliği işlediği suçları ortakları - yani ilgili devlet daireleri ile birlikte el ele mağdurların ailelerinin üzerine atabilmesi olmuş. Sistematik bir şekilde Türkleri hedef alan cinayetler birden dönerci cinayeti, namus cinayeti, uyuşturucu mafyası, PKK cinayeti haline gelmiş ama Naziler hiç akla gelmemiş. Hatta birinin aklına gelme ihtimaline karşın Köln'deki bombalı saldırıdan bir gün sonra acele bir şekilde Bakanlık tarafından olayın terör saldırısı olmadığı açıklanmış.



SİS PERDESİ HALA KALKMADI


Almanya'da sekizi Türk, biri Yunan, biri Alman olmak üzere 10 kişinin ölümüne sebep olan Aşırı Sağcı Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün üzerindeki sis perdesi hala kalkmadı.



Şansölye Angela Merkel'in NSU cinayetlerini aydınlatma sözü vermiş olmasına rağmen üç yıl içinde tabiri caizse bir arpa boyu yol alınamadığı gibi aksine kafalar her geçen gün daha da karıştı. Almanya gibi bir hukuk devletinde yer altı örgütlerinin var olması, sanıklardan bazılarının Alman istihbarat Servisi ve Anayasayı Koruma Teşkilatı ile bağlantılarının ortaya çıkması olayın aydınlatılmasını daha da zorlaştırıyor. Mağdurlar korunmasızlık ve devlete karşı güvensizlik duygusunu en derinlerinde hissettiklerinden, ırkçı saldırılarla her an yeniden karşılaşabilecekleri endişesiyle hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Hatta birçok mağdur, avukatına bile güvenemediğini ifade ediyor.



Geçtiğimiz aylarda Yeşiller Partisinin soru önergesine verilen cevapta, 2015 yılının Eylül ayına kadar haklarında tutuklama kararı olmasına rağmen serbest gezen 372 neo-Nazi zanlının olduğu ve 466 tutuklama kararının rağmen bu kişilerin henüz yakalanmadığı bildirilmekte. Almanya'da yükselen neo-Nazi eğilimlerle suç işleyenlere karşı yeterli tedbir alınmaması, hatta mahkeme kararı ile suçlu bulunanlar hakkında işlem yapılmaması, Almanya'da yaşayan Türk toplumuna devletin gözünün açılmamak üzere kör olduğu izlenimini veriyor.



BAŞ ZANLI SADECE CİNAYETLERDEN YARGILANMIYOR


NSU terör örgütü sadece bu on cinayetten sorumlu tutulmuyor, aynı zamanda iki bombalı saldırı ve on beş banka soygunu da söz konusu. Tabi bunlar sadece bilinenler. 283. davası geride bırakılan sürecin Almanya'ya ortalama maliyeti 40 milyon avroyu aşmış durumda.



Almanya tarihinde 2. Dünya savaşından sonra en büyük ırkçı terör faaliyeti olarak tanımlanan NSU terör örgütünün davasına medya tarafından ilginin gün geçtikçe azalması ve basında yeterince konu olmaması da endişe verici. 2013 yılında basından yoğun ilgi gören davaya 900'un üzerinde gazeteci başvurmuş ve salonda o kadar yer olmadığı için gazeteciler kura çekilerek belirlenmişti. Bugün ise davayı düzenli takip eden gazetecilerin sayısı 10'a kadar inmiş durumda. Bu ilgisizliğin sebeplerinden biri davanın sonuçlanmasına dair ümidin zamanla kaybolması ve tabi ki devletin bilinçli parmağının işin içinde olması diyebiliriz. Nasıl ki 2000'li yılların başında medya devletle işbirliği yaparak cinayetlerin Türkler arasında anlaşmazlıklar sonucu işlendiğini bilinçli bir şekilde empoze edip arkasını sorgulamadıysa, bugün de medya yanlı hareket ederek devleti zora sokacak bir adım atmıyor.



NSU NASIL ORTAYA ÇIKTI


İddianameye göre 2011 yılında zanlılardan Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos, Eisenach şehrinde bir banka soyuyor. Soygundan sonra Uwe Mundlos, Uwe Böhnhard'ı öldürüyor, daha sonra kiraladıkları karavanı yakıyor ve kendini vuruyor.


4 Kasım 2011 tarihinde yaşananlar bununla da kalmıyor ve yine iddianameye göre Beate Zschaepe o gün arkadaşlarının intihar ettiğini duyarak örgütün konakladığı evi ateşe veriyor. NSU terör örgütü ile ilgili gizli bilgileri içeren ve işlenen cinayetlerin itiraf edildiği DVD'leri posta yolu ile Türkiye'nin Münih Başkonsolosluğuna, Sivil Toplum Kuruluşlarına, camilere, siyasi partilere ve gazetecilere yolluyor. Bu CD'lerin haricinde sadece Müslümanların değil aynı zamanda Müslüman dostlarının da kayıt altına alındığı belgeler bulunuyor. 7 Kasım 2011 tarihinde ise baş sanık Beate Z. teslim oluyor. Bu şekilde NSU terör örgütünün kapısı aralanmış oluyor.



Türkler için Yeni Bir Hayal Kırıklığı - 6 Mayıs 2013


Dava, 6 Mayıs 2013 Tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi, Türk Basını ve TBMM İnsan hakları Komisyonu Başkanının mahkeme salonuna alınmamasıyla olaylı bir şekilde başlamıştı. Bir müddet sonra diplomatik ve kamuoyu baskılarının ardından Türk gazetecilerin davayı takip edebilmesine izin verilmişti. Davanın uluslararası bir boyut kazanmasını engellemek adına sadece Türk değil, Amerikan, İngiliz, Fransız basını da aynı engelle karşılaşmıştı.


Almanya'da kendi vatandaşlarımızı ilgilendiren bir konuyu takip etmemize izin verilmezken, geçtiğimiz haftalarda Can Dündar ve Erdem Gül'ün davasını izlemeye gelen yabancı diplomatlar, akıllara NSU Davası sürecinde yaşananları hatırlattı. Türkiye'nin iç meselesi olan bir davayı takip etmeye elini kolunu sallaya sallaya gelen ve üstelik zanlılarla fotoğraf çektirme yüzsüzlüğü gösteren Avrupalı diplomatlar, bu ikircikli politikanın ve sürekli karşılaştığımız çifte standardın örneği olsa gerek.



BUNLARIN HEPSİ BİRER TESADÜF OLABİLİR Mİ?


Yukarıda NSU'nun ortaya çıkışında UWE'lerin oynadığı rolden bahsetmiştik. Uwe arkadaşını öldürdükten sonra karavanı ateşe verip sözde kendi de intihar etmişti. En azından iddianame bu şekilde hazırlanmıştı fakat itfaiye, otopsi ve polis raporları bu iddiayı doğrulamamakta, aksine tüm raporlar birbirini yalanlamakta.


Örneğin itfaiyenin raporunda itfaiyeciler olay yerine geldiğinde içeride yürüyen birinin olduğunu söylenmesine rağmen polisin itfaiyecilerin işini engellediği ve yangının geç söndürüldüğü belirtilmekte. Ayrıca o gün itfaiye tarafından çekilen tüm fotoğraflara polis tarafından el konulmuş ve o fotoğraflar hala kayıp.



NSU içinde en az 20 kişinin Alman istihbaratına çalıştığı ve bir tanesinin de Berlin Eyalet Emniyet Müdürlüğünde görevli olduğu tespit edildi. Dava başladıktan sadece birkaç gün sonra istihbaratta yüzlerce belge, bilgi imha edildi ve bu dosyaları imha edenlerin neden ettiği hala tespit edilemedi. NSU örgütünün lideri olarak görev yapan ajan Tino Brandt, istihbarattan aldığı parayı NSU hücre evine ulaştırdığını itiraf etti ve bununla birlikte çok ciddi bir bağın olduğu da ispatlanmış oldu.



Ayrıca nedense, Hessen Anayasası Koruma Teşkilatında görev yapan Andreas Temme işlenen 6 cinayet mahallinde bulunmasına rağmen bu cinayetler engellenemedikleri gibi, kimsenin bu cinayetlerden haberi de olmuyor. Bu arada tesadüfler silsilesi şöyle devam ediyor; Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti İstihbarat Başkanı Mathilde Koller, 2001 yılında Köln'de patlayan bomba ile bir muhbirin ilişkisi olduğunu söyledikten 4 ay sonra özel nedenlerden dolayı istifa ediyor.



Mahkemede, Uwe Mundlos'un 2000'li yılların başında, yani tam da cinayetlerin başladığı dönemde, Primus kod adlı istihbarat görevlisinin işletmesinde ustabaşı olarak çalıştığı ortaya çıkıyor. Baş sanık Beate Z.'nin 2001-2002 yılarında bir ajanla olan bağlantılarını deşifre eden dosya ne hikmetse ıslanarak okunulmaz hale geldiği için imha ediliyor.


2014 yılında Thüringen İstihbaratı ile NSU'nun bağı ortaya çıkmış ve bilinçli sabotaj nedeniyle Thüringen Eyalet Meclisi kurbanların yakınlarından özür dilemişti.



Bir de olayın canlandırma kısmı var; Başımıza geleceklerden habersiz 2001 ve 2004 yıllarında Alman devlet kanalları ARD ve ZDF'de yayınlanan polisiye dizilerinde aslında Uwe'leri izlemişiz. Hem de karavanı ateşe verdikten sonra basına verilen fotoğrafın aynısı, yayınlanan bir dizide radikal İslami gruplara olan yakınlığı ile bağlantılı suçlu olarak adıyla birlikte geçiyor.



NSU DAVASINA ŞAHİTLİK EDECEK OLANLAR ANİDEN ÖLÜYOR


Şahitler konusunda tesadüfler silsilesi şu yönde ilerliyor; NSU terör örgütünün yapılanması ile ilgili ciddi bilgilere sahip olduğu düşünülen Sascha W. 2016 yılının Subat ayında ölü bulunuyor.



Sascha'nın nişanlısı Melissa ise 2015 yılında henüz 20 yaşındayken akciğer ambolisinden hayatını kaybetmişti. Biraz daha eskiye gidecek olursak Melisa'nın eski erkek arkadaşı Florian da 2013 yılında davanın başlamasından kısa süre sonra intihar etmiş ve sebebin aşk ilişkisi olduğu kayıtlara geçmişti. Yine dosyada ismi geçen Arthur adında bir başka kişinin cesedi 2009 yılında yanmış olarak bulunmuştu. 20 yıl istihbarat teşkilatına çalışmış olan 39 yaşındaki Corelli kod adlı kişinin 2005 yılında NSU ile ilgili istihbarata bilgi verdiği öğrenilmiş ve bu kişi sözde şeker koması nedeniyle 2014 yılında evinde ölü bulunmuştu.



Bir de Corelli'nin uzun zamandır aranan cep telefonu geçtiğimiz günlerde Anayasayı Koruma teşkilatının çelik dolabından çıktı. NSU cinayetlerini araştırma komisyonu geçtiğimiz yıllarda Anayasayı Koruma Teşkilatına telefonun akıbetiyle ilgili tam 4 kez soru sormasına rağmen ancak bugünlerde telefon ile ilgili bilginin gün yüzüne çıkması, davanın ne kadar yavaş ilerlediğinin bir kanıtı. Telefonun içinde aşırı sağ örgütlerinin fotoğrafları ve önemli belgelere rastlanmış ve araştırılması üzere mahkemeye verilmiş.


Kim bilir dava devam ettikçe şaşkınlığımızı arttıracak daha ne kadar olayla karışılacağız. Yaşananlar Almanya'daki derin devletin, devlet dairelerinin hatta meclisin içinde bile var olduğunu gösteriyor. Almanya kolaya kaçarak tüm bu suçları baş sanık Beate Z.'nin üzerine yıkıp davayı kapatabilir, hatta muhtemelen diğer sanıklar ortadan kaldırılırken Beate'nin yaşama sebebi de budur.


Dava aydınlatılsa, kişi veya kişiler büyük cezalar alsalar bile aşırı sağcı çetenin kurbanı olan 10 kişinin annesi, babası, eşi, çocukları, kardeşleri ve Almanya'da yaşayan Türk toplumu tatmin olabilecek mi bu soruyu sormamız gerekir ki olamayacaklar…


Keşke 101 yıl önce yaşanıldığı iddia edilen “Sözde Ermeni Soykırımı” yalanına bu kadar mesai harcayan Alman Milletvekilleri, NSU cinayetlerinin aydınlatılmasına ilişkin benzer bir çaba gösterse ve günümüzde Almanya'da yaşayan Türklere güven verebilseler. Almanya'da okul kitaplarında okutulması gereken yalanlar değil “yakın” gerçekler olmalı.




#Sözde Ermeni Soykırımı
#NSU cinayetleri
#Zeynep Bilgin
8 yıl önce