|

Batı Kudüs'ün tartışmalı statüsü

Kudüs meselesi bir uluslararası hukuk sorunudur. Kudüs hakkındaki BM kararları, devletlerin pratiği ve yargı kararları Kudüs’ün statüsünün tartışmalı olduğunu, meselenin müzakereler yoluyla ve yine uluslararası hukukun öngördüğü usuller ile çözülebileceğini göstermektedir. Unutulmaması gereken nokta 1948’den beri İsrail hem yerleşimler kurarak hem de Filistin topraklarını işgal ederek “etkin kontrol”ünü gün geçtikçe arttırmaktadır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 15/12/2017 Cuma
Güncelleme: 03:28 - 15/12/2017 Cuma
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
ALİ OSMAN KARAOĞLU - YALOVA ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

1995 yılında ABD kongresi, ABD’nin İsrail büyükelçiliğinin Tel-Aviv’den Kudüs’e taşınmasını öngören Kudüs Büyükelçilik Yasası’nı çıkardı (Jerusalem Embassy Act of 1995). Kudüs Büyükelçilik Yasası, her egemen devletin kendi başkentini belirleme hakkının olduğunu, Kudüs’ün 1950’den beri İsrail’in başkenti olarak kullanıldığını, Kudüs’ün 1967’den beri tek ve bölünmemiş bir şekilde İsrail tarafından yönetildiğini, bu nedenle ABD’nin de bu hakka saygı duyarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesi ve büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması gerektiğini belirtmekteydi. Kudüs’teki büyükelçiliğin 31 Mayıs 1999’a kadar kurulması gerektiği yine yasada yer almakta ise de taşınma hususu o tarihten beri mütemadiyen başkanlar tarafından ertelenmekteydi. Donald Trump’ın Kudüs’ün başkent olarak tanınacağına ve ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınacağına dair açıklaması esasen 1995 tarihli yasanın gereğini fiilen yerine getirmekten başka bir şey değildir. Ancak bizatihi yasanın kendisi Uluslararası Hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Zira Devletin Sorumluluğu’na dair uluslararası hukuk kurallarına göre devlet yasama yoluyla uluslararası hukuka aykırı kanunlar çıkardığında sorumluluğu gündeme gelmektedir. En azından BM kararları ile işgal altında olduğu sabit olan Doğu Kudüs’ün mevcut fiili durumunun tanınmaması her devlet için uluslararası bir yükümlülük arz etmektedir. Ancak Batı Kudüs konusunda aynı netliğe sahip değiliz.

1947’DEN BERİ DEVAM EDEN SORUN

1947 yılında BM, 181 sayılı Genel Kurul kararı ile Filistin topraklarının İsrail ve Filistin olarak bölünmesine ve iki ayrı devlet kurulmasına karar verdi. Kudüs için de hiçbir tarafa ait olmayan uluslararası özel bir rejim öngörülmekteydi. BM Bölünme Planı Yahudi Konseyi tarafından kabul edilirken Arap devletler tarafından tepki ile karşılandı ve Filistin halkının Self-Determinasyon hakkını hiçe saydığı için kabul edilmedi. Mesele tartışılırken İngiltere bölgeden kuvvetlerini çekeceğini duyurdu ve çekmeden bir gün önce David Ben Gurion başkanlığında Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Konseyi 14 Mayıs 1948’de İsrail devletinin kurulduğunu ilan etti. Kudüs sorunu 1947’den bu yana gelen BM Paylaşım Planı’ndan beri devam eden bir sorundur. Nitekim BM planına göre Kudüs hiçbir tarafa ait olmayacak ve uluslararası bir statüye kavuşturulacaktı. Ancak İsrail bunu kabul etmeyerek savaş sırasında Batı Kudüs’ü işgal etti, bunun üzerine Ürdün de bugünkü tarihi yerler ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Doğu Kudüs’ü işgal etti. 1949 yılında Arap devletleri ile İsrail arasında akdedilen ateşkes antlaşmaları ile de facto olarak Batı Kudüs İsrail’de Doğu Kudüs de Ürdün’de kalmıştı. Bu durum 1967’ye kadar böyle sürdü. 1967’deki meşhur 6 gün savaşında Doğu Kudüs de İsrail tarafından işgal edildi.

BM’NİN BÜYÜKELÇİLİK KARARI

1949’da çizilen Ateşkes Hattı’na (Green Line) devletler tarafından büyük bir itiraz gelmedi ve hatta 1967 sonrası İsrail Doğu Kudüs’ü işgal edince bazı devletler en azından 1967 öncesi ateşkes hattını kabullenen bir tavır sergilediler. 1967 önceki sınırları açık bir şekilde İsrail’in sınırları olarak kabul eden, Batı Kudüs’ü İsrail’in başkenti sayan devletler de vardır. Örneğin Rusya Dışişleri Bakanlığı 6 Nisan 2017 tarihli açıklamasında Batı Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmekte, Doğu Kudüs’ü ise gelecekte kurulacak bir Filistin devletinin başkenti olarak kabul edeceğini söylemektedir. Bu anlamda İslam İşbirliği Teşkilatı üyelerinin 13 Aralık 2017 tarihinde Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıma çağrısı da Batı Kudüs’ün zımni olarak İsrail’e ait olduğunun kabul edildiği izlenimi vermektedir ve belirsiz bir durum oluşturmaktadır. BM kararları Doğu Kudüs’ün işgal altında olduğu konusunda açık ve seçik halde iken Batı Kudüs konusunda belirgin bir durum söz konusu değildir. 1980 yılında İsrail bir Kudüs kanunu ile Kudüs’ü yekpare halde başkenti ilan edince BM bunun uluslararası hukuka aykırı olduğuna dair kararlar aldı ve devletleri büyükelçiliklerini Kudüs dışına taşımaya çağırdı. Bundan sonra devletler büyükelçiliklerini Tel-Aviv’e taşımaya başladılar ve 2006’da El-Salvador ve Kosta-Rika’nın taşınmasıyla tüm Kudüs’te büyükelçilik kalmadı.

BATI KUDÜS’ÜN STATÜSÜNDEKİ BOŞLUK

Doğu Kudüs’ün işgal altında olduğu BM kararlarında da devletlerin uygulamalarında da Uluslararası Adalet Divanı’nın 2004 tarihli işgal edilmiş Filistin topraklarında inşa edilen Duvar hakkındaki danışma görüşünde de kabul edilmiştir. Ancak Batı Kudüs’ün statüsü ile ilgili büyük bir boşluk söz konusudur. İsrail, İngiltere’nin bölgeden çekilmesinden sonra egemeni kalmayan toprakları elde ettiğini ve dolayısıyla Batı Kudüs üzerindeki İsrail egemenliğinin tartışmaya açık olmadığını iddia etmektedir. 1949 yılında imzalanan ateşkes antlaşmaları ile de Kudüs’ü Doğu-Batı şeklinde ayıran ve Green Line olarak bilinen sınır çizgisi de de facto olarak 1967 yılına kadar Doğu Kudüs’ün Ürdün, Batı Kudüs’ün de İsrail yönetiminde kalmasını sağlamıştır. İsrail’in Batı Kudüs’ü başkenti olarak kullanmasına ve devlet binalarını bu bölgede bulundurmasına ne BM tarafından ne de diğer devletler tarafından ciddi bir itiraz gelmiştir. Ancak sessiz kalmadan kaynaklanan statü birçok belirsizlikler taşımaktadır. Bazı devletler bu durumun İsrail’i Batı Kudüs üzerinde de jure statü ile egemen kılamayacağını düşünmekte ve BM’nin uluslararası şehir statüsünün geçerliliğini koruduğunu iddia etmekte iken diğer bazı devletler ise Batı Kudüs’ü İsrail’in başkenti, Doğu Kudüs’ü de Filistin devletinin başkenti olarak kabul etmektedirler. 13 Aralık 2017 tarihli İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına katılan devletler ise Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak kabul etmiş ancak Batı Kudüs konusunda sessiz kalmışlardır ve ayrıca Tel-Aviv’in İsrail’in başkenti olduğunu kabul ettiklerine dair bir beyanda da bulunmamışlardır. Batı Kudüs’ün mevcut statüsü hakkında devletler veya BM tarafından belirgin ve net açıklamalar gelmiş değil. BM’nin kararlarında yer alan 1967 öncesi sınırlara dönme vurgusu, Filistin’in bağımsızlığını savunan devletlerin Doğu Kudüs vurgusu ve birçok devletin Batı ve Doğu ayrımını vurgulaması artık BM’nin uluslararası şehir statüsünün pek fazla dikkate alınmadığı ve mevcut durumun (Batı/İsrail ve Doğu/Filistin) kabullenildiği izlenimini vermektedir. Bu anlamda devletlerin ve elbette Türkiye’nin kendi pozisyonlarını netleştirmek ve bu yönde bir uluslararası teamülün oluşmasını engellemek adına sessiz kalmaktan vazgeçip her yönüyle Kudüs’ün statüsünü açık ifadeler ile belirlemeleri gerekir.

ISRARLI MUHALİF KURALI

Devletler diğer devletlerin eylemleri karşısında sessiz kalamazlar, aksi halde ileride meydana gelebilecek bir uluslararası hukuk kuralı karşısında “kuralı kabul etmeme” şanslarını kaybederler. Devletlervin neyi söylediği hukuken önemli olduğu kadar neyi söylemediği de önemlidir. Bu karşı çıkma durumunda olan devlete “Israrlı Muhalif (persistent objector)” denir ve oluşan kural ısrarlı muhalif için uygulanamaz. Ayrıca BM kararları uyarınca devletler uluslararası hukuka aykırı eylemleri tanımama yükümlülüğü altındadırlar. “kınama, tanımama veya yok hükmünde sayma” şeklindeki tek taraflı işlemler esasen uluslararası hukuka aykırı eylemlerin diğer devletler açısından bir sonuç doğurmamasını temin açısından hayati öneme sahiptir. Başkent meselesi normalde bir iç hukuk sorunudur, istediğiniz kenti başkent yaparsınız ve kimse buna müdahale edemez. Ancak Kudüs meselesi bir uluslararası hukuk sorunudur. Kudüs hakkındaki BM kararları, devletlerin pratiği ve yargı kararları Kudüs’ün statüsünün tartışmalı olduğunu, meselenin müzakereler yoluyla ve yine uluslararası hukukun öngördüğü usuller ile çözülebileceğini göstermektedir. Unutulmaması gereken nokta 1948’den beri İsrail hem yerleşimler kurarak hem de Filistin topraklarını işgal ederek “etkin kontrol”ünü gün geçtikçe arttırmaktadır. 1950’den beri Batı Kudüs’ü 1967’den beri Kudüs’ü başkent şeklinde kullanmaktadır. Başkanlık Makamı, Meclis (Knesset), Yüksek Yargı, birçok bakanlık ve devlet kurumu Kudüs’te faaliyet göstermektedir. De facto şekilde başlayan birçok mesele ABD gibi devletlerin desteği ile de jure olma potansiyeli taşımaktadır. Devletlerin bu durumu bilerek hareket etmesi uluslararası hukuk açısından elzemdir. Devletler diplomatik yazışmalarında, uluslararası andlaşmalarında ve diğer tüm pratiklerinde Kudüs’ün statüsünü ne şekilde kabul ediyorsa o yönde ve açık şekilde hareket etmelidir.

#Kudüs
#Filistin
6 yıl önce