|

Ben edebiyat emekçisiyim

Ünlü yazar Ayla Kutlu hem romanları hem çocuk kitapları ile Türk edebiyatına büyük katkılar sundu. Bu yılda İstanbul kitap Fuarı’nın onur yazarı seçildi. Kendini bir edebiyat ve sanat emekçisi olarak niteleyen Kutlu, “Ben insanlığın öteki yarısına duyduğum saygı ve hayranlık yüzünden onların yadsınan gücünü yazmış ve yazacak olmaktan onur duyuyorum.”diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 4/11/2017 Cumartesi
Güncelleme: 07:24 - 4/11/2017 Cumartesi
Yeni Şafak
Kendini bir edebiyat ve sanat emekçisi olarak niteleyen Kutlu, “Ben insanlığın öteki yarısına duyduğum saygı ve hayranlık yüzünden onların yadsınan gücünü yazmış ve yazacak olmaktan onur duyuyorum.”diyor.
Kendini bir edebiyat ve sanat emekçisi olarak niteleyen Kutlu, “Ben insanlığın öteki yarısına duyduğum saygı ve hayranlık yüzünden onların yadsınan gücünü yazmış ve yazacak olmaktan onur duyuyorum.”diyor.

36. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın bu yıl ki “Onur Yazarı” Ayla Kutlu oldu ve bu konuda bize şunları söyledi: “Onur Yazarı, sanı bana verilirken sanıyorum hakkı yenmiş , gerçek yaşamın değerlerinden uzak tutulmuş, aşağılanmış insanlığın öbür yarısı’nın destanını yazmış olduğumu göz önüne almış olmalılar. Bu da seçici kurulun kadına karşı değer bilir bir aydın tavrı içinde olduklarını kanıtlıyor. Kadınların hayat karşısındaki duruşlarından müthiş onur duyuyorum.”

 Bu yıl İstanbul Kitap Fuarı’nın onur yazarı olarak seçildiniz. Türk edebiyatında “Ayla Kutlu Edebiyatı” kavramı var. Buradan yola çıkarsak kaleme aldığınız ilk metinden bu yana, yazın dünyanız nasıl bir süreçten geçti ve “Ayla Kutlu Edebiyatı” tanımı nasıl ortaya çıktı?

“Ayla Kutlu Edebiyatı” denecek bir durum var mıdır, bilmiyorum. Daha da kesin konuşayım, kanımca bir kişiye dayalı edebiyat olamaz. Birincisi ben alçakgönüllü bir insanım, kendimi yüksek tepelerde gören bir ruh hastası değilim. Sanat, ilkokul çocuklarının yaptığı dağ resimleri gibi, birbirinden ayrı, yan yana yüksekliklerden oluşmaz. Everest gibi, üst üste ve yan yana bütünleşen birikimlerden, - insan için ise - çabalardan oluşur. Ardımızda nice nice ustalar var. Bunlar dünyanın her yerinde yazmış, çizmiş, notalamış, oynamış, çalmış, çekmiş, kazımış ve bütün bunlara ek olarak yorulmuş, acılar çekmiş, umutsuzluğa düşmüş insanların düşünsel ve başarma, güzeli seçebilme, anlama, coşku, düş kırıklığı gibi olumlu olumsuz duygularından ve onun tamamlayıcısı emekten oluşmuş koskoca bir başarı dünyası var. O nedenle … Ben kendini şu ya da bu gerekçeyle çok başarılı sanan , bunu da paraya çevirebildiği için daha da üst düzeyde gören eski deyimle “ nevzuhur” ( yeni çıkmış anlamına geliyor ) kişilerden ayrı tutuyorum. Bir edebiyat, sanat emekçisiyim. Sanatsal veya toplumsal bilincim daha alt düzeydeyken yazmaya başladım. Giderek önceki birikimim , hatta bürokratik yaşamım ile toplumsal değerlerimizdeki aksaklıkları değerlendirmem sonucunda, bilinçli bir yazın insanına dönüşmüş olabilirim. Çabam o yönde. Bugün, tarih- kadın- toplumsal yaklaşım üçgeninde oluşmuş bir bakış açım ve yazım tarzım var. Benim derdim hikayeleme değil yalnızca. “ Çok anlamlı bir saptama ile, insanlığın öteki yarısı üstüne doğru değerlendirmeler yapmak ve onlara özgürlükçü bakış açıyla bakılmasının haklılığını kanıtlamak. Yeni Yüzyıl Üniversitesi, 2011 yılında başlattığı Kadın Yazarlar’a ilişkin sürekli sempozyumlara üst ad olarak bu sıfatı uygun görmüştü. Sanırım bunu da odaklanmanın o yönde olması amacıyla yapmıştı. İlki benim adıma düzenlenen, gerçekten de çok kaliteli akademik ve kültürel değerlendirmeler üretilen bu etkinlik,ertesi yıl Erendiz Atasü sonra Suat Derviş adlarına düzenlendi.

EDEBİYATIN EVRENSEL BİR DİLİ YOK
 Bu yıl fuarın teması , “İyi ki Varsın Edebiyat” , edebiyat birincil gücünü sizce nereden alıyor ?Edebiyatın gündelik hayatımızdaki izdüşümü ve varlık gösterişi sizce daha çok onun hangi yönünden kaynakalnıyor ?

“İyi ki Varsın Edebiyat!” Bu iyi bir slogan.. Ama, tüm sanatlar ve kültürel mirasımız ile kültürel değerlerimizi oluşturan dil, eğitim, toplumsal değer yargıları, geçmişin niteliği, tarih, yaşam biçimi, özel ve resmi kurumlar, örfler, âdetler, üretim biçimimiz, toplumsal gelişmişlik düzeyimiz, değerlerimiz de var etkinliğin içinde. Edebiyat, bunların hepsini kullanmak durumunda. Bir eser ortaya çıktığında saydığım kültür ortamını oluşturan ögelerin tümüne etki yapan bir dalgalanmayı başlatabilir. En büyük etkiyi ortak dilin kullanılması yapacaktır. Bu doğaldır. Dil, düşünmenin kompartımanlarını açan; değerleri, kavramları, bunların bileşimini iletebilen en yaygın aracımız çünkü. Edebiyatın yazık ki evrensel bir dili yok. Müzik gibi, yontu, resim, fotoğraf, hatta sinema gibi kültür düzeyine göre insanların algılayıp değerlendireceği tek bir anlatım aracıyla değil, tam tersine farklı ülkeler insanlarına göre değişen bir araçla oluşturmakta. Sanat dallarının çoğundaki gibi ortak bir araç olsaydı, insanlığın çok daha hızlı gelişmesini, toparlanmasını sağlayabilirdi. Ama yazık ki öyle olmuyor. Dil, toplumun gelişmişlik düzeyinden, gereksinmelerinden, isteklerinden, koşullarından, oluşturabildiği kavramların toplamından oluşur. Bu yüzden, edebiyat ile kültürün her aşaması birbirine dolanmış olarak ülkeler insanlarının fotoğrafı kabul edilebilir. Kültürün evrensel değerleri, özgün değerleri, yerel değerleri o ülkenin hem edebiyata ilişkin yücelmeyi, hem de bu değerleri kültür alaşımı olarak sunmayı olanaklı kılar. Ülkelerin karakterini bire bir yansıtması o yüzdendir. Farklılıklar iyidir. İnsanlığı zenginleştirir. Yaşamın edebiyat üstünde yaygın gölgesi var ama, edebiyatın gündelik yaşama izdüşümü var mı ? Bence yok. Türk toplumunun okumaktan, yazmaktan bu kadar uzak durması, benim bu savımı doğrulamakta .

 Toplumsal ve tarihsel gelişmelerin ışığında roman karakterlerinizi yarattığınızı söylemek doğru olur mu?

Roman karakterlerini gelişmeler etkisinde yarattığımı söyleyemem. Roman, karakterlerinin zamana uydurulması yerine, bende yarattığım karakterlerin tesadüfen bu olaylardan etkilenmiş gibi gösterilmesi tercihi hakim. Gerçek yaşamda da bu böyle değil midir ? Bir olaylar ve insanlar alaşımı bütünlüğünde oluşan edebiyata olabildiği kadar kendiliğinden katılmış, böylece doğallığı sağlamak amaçlanmış karakterlerle yolumu açtığımı söyleyebilirim.

İNSANLIĞIN ÖBÜR YARISI
 Yedinci Bayrak romanında Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilişini, bu sırada yapılan savaşları ve çatışmalar nedeniyle Saraybosna’daki yerini yurdunu bırakıp Osmanlı İmparatorluğu’na göçmek zorunda kalan insanları anlatıyorusunz. Bir kadının gözünden savaş ve göçü aktarmak her zaman izlenen bir yol değil. Bunun bir zorluğu oldu mu ?

Bu sorunun cevabı sondan başa doğru giderek anlatılır. Önemli bir ön hikayeye dokundunuz. Bir kadının gözünden savaşı anlatmak istisna, doğru. Ama kadınlar aslında her savaşın ortamında ilk telef edilen, gelecekleri çalınan, onurlarına ve bedenlerine saldırılan, böylece karşı tarafı aşağılayacak bir zafer elde etme aracı görülen; dahası… dünyalarını yitirirken onca acı ve yoksunluktan sonra yeniden yaşamı başlatmak için temeli atan dirençli ve yiğit insanlığın öteki yarısıdır. Yedinci Bayrak’tan çok önce, daha Bir Göçmen Kuştu O… ya hazırlanırken, dönemi algılayıp özümlemek için okuduğum kitaplar arasında Halide Edip’in Türkün Ateşle İmtihanı da vardı. Yazar, ordumuzun ardından Salihli’ye geldiğinde, orada Üsküp’den göçmüş, 5 kez tuğdan ( bayrak anlamına ) ayrı kalmış yaşlı bir nine ile tanışmasını anlatır. Bir ya da iki paragraflık bir kısım. Daha sonra onu Yakup Kadri, Falih Rıfkı, Aka Gündüz, Yusuf Akçora ile ortak olarak yayınlanan kitapta da kullanmıştır. O zaman bu kadının hikayesini yaratmalı ve anlatmalıym demiştim. Önce TRT’de “ Arkası Yarın” da sekiz on kez yayınlandı. Ama o metin oyun olarak yeterli olsa da karakter işlemesi yönünden yetersizdi. Hasret’in doğumundan başlamalıydım. En büyük sorunu Osmanlı’nın elinden çıkan topraklar ile, benim karakterimin yaşadıkları arasında fiziksel bağı kurmakta yaşadım. Bize tarihi doğru dürüst öğretmiyorlar. Hasret, eşiyle bir göç yaşadıktan sonra, onun vasiyeti gereği 5 kez daha göç görecekti . Bu şehirleri bulmak, tarihe ve coğrafyaya uygun olmasını sağlamak o kadar çok çabamı ve araştırmamı gerektirdi ki. Bir örnek vereyim : Asal tarama kaynağım Pars Tuğlacı’nın Osmanlı Şehirleri adlı kitabıydı. O kitapta ben ne çok gezdim, bilemezsiniz. Örneğin, Üsküp’ten sonra ailenin reisi Ali Sabir’in memleketi Vidin’e götürmeyi kararlaştırdım, yazmaya başladım. Aynı yayınevinde kitaplarımız çıkan, emekli Büyükelçilerden sayın Bilal Şimşir’le konuşuyorken konu, Rumelideki kısa mesafe göçlerine geldi. Vidin’e göç ettirme nedenlerimi anlatıyordum. Kayıtlara göre Osmanlı şehri. Ama Bulgar prensliği orada oturmakta olan Osmanlıları kaçırtıyor. Osmanlı’nın sonunun yakın olduğunu bütün Avrupa büyük ve Balkan küçük devletçikleri biliyor. Bilal Şimşir: (Liseyi bitirdikten sonra Bulgaristan’dan ülkemize gelmişti ) “ Kurtulmak istiyorlarsa, oraya gitmezler,” dedi…Haydiii …Bütün plan yeniden düzenlenecekti . Bu beş yerden yalnızca biri. Romanımın asal karakterini bir zamanlar yaşamış gerçek kişiden aldım ve onu, savaşla -aynı potada eylemcı bir güç olarak- yeniden ortaya çıkardım.

Kadın gözünden savaş ve göç demişken, roman kahramanlarınız genellikle kadınlar oluyor. Kadının varoluş mücadelesi ve kadın imgesini ele alma biçimini anlatır mısınız?

Tarihsel gerçeklerin izinde bunu ben yıllardan beri yapıyorum. Çocukluğumdan beri, kadının yaşam karşısındaki duruşunda alçakgönüllü bir yiğitlik okur dururum. Bu yılki kitap Fuarı’nın “ Onur Yazarı “ sanı bana verilirken sanıyorum hakkı yenmiş , gerçek yaşamın değerlerinden uzak tutulmuş, aşağılanmış insanlığın öbür yarısı’nın destanını yazmış olduğumu göz önüne almış olmalılar. Bu da seçici kurulun kadına karşı değerbilir bir aydın tavrı içinde olduklarını kanıtlıyor. Kadınların hayat karşısındaki duruşlarından müthiş onur duyuyorum. Çünkü onların rahimleri var. Rahim, insanın yuvasıdır, yaşatandır, koruyandır, acıyan ve bakan kişidir aynı zamanda. En önemlisi Rahim, Allahın sıfatlarından biridir. Bu sıfat kadına yansıyınca tarih boyunca öteki, ikincil, eksikli, sayılsa da, o, Suudi Arabistan’da “insan”sayılmasa da …Ben insanlığın öteki yarısına duyduğum saygı ve hayranlık yüzünden onların yadsınan gücünü yazmış ve yazacak olmaktan onur duyuyorum.


KADERİ YAZAN COĞRAFYADIR
 Asi... Asi kitabında Antakya şehri ve Asi ırmağı romanın ana kahramanları olarak karşımıza çıkıyor. Antakya’nın yazar kişiliğinize nasıl bir etkisi oldu?

Antakya şehri ve Asi ırmağı … -Bunlara diğer bazı kitaplarımda kullandığım birçok mekânı yüzünden İskenderun’u da katacağım – Fiziksel mekânı yaşamımın en etkili güçlerinden sayıyorum. Bunu çok küçüklüğümden beri algıladığım inancındayım. Yalnız algıydı, o zamanlar, yorum yoktu, içselleştirme yoktu. Zaten derinliğine değerlendirmeler ancak belli bir kültür düzeyine eriştikten sonra oluşur. Öte yandan çocukluk algıları son derece doğurgandır, birbirine eklenir. Duygusal dünyalarla katıştığında zenginleşir, tekrar ve yeni bir güçle yaşam değerlerine girer. İnsanın kaderini yazan Coğrafyadır, denir ya. Doğrudur bu . Hatay bende güzellik sıfatını ilk canlandıran sürekli çoğalan bir yurtluk. Yitirilen güzelliklerine acındığım, (o güzelim şelale zincirlerini aç gözlülükle kazma vurarak suyunu küstürüp kaçıran iktidarın cinayetini bağışlayamam ) yeni oluşturulmuş güzelliklere taa, bebeklikten çocukluk çağına geçildiğinden beri var olan aşkımın, giderek daha da beslenip bezenmesine sevindiğim yerler oralar. Kişiliğime etkisi; doğruyu söylemek gerekirse, oraya sürekli iltimas etmek biçiminde gerçekleşti. Sihirli, büyülü, ilham verici havasını, rüzgârını, duyguları çeşitlendiren ışığını ve renklerini abartmıyorum. Yağmaya başladığında dünyanın en sıkıcı, en uzun, en kararsız yağmurları yaşattığını biliyorum. Bin beş yüz yıllık bir eski ağacın Musa Peygamberin oraya sapladığı bastonundan oluştuğuna duyulan inancın tarihe, coğrafyaya,zoolojiye aykırılığına boş vermelerini hoş görüyorum. Kadın Destanı’nda bile Gılgameş’i şehrini koruyacak sedir ağaçlarını kesmesi için Amanoslara getirmek gibi iltimaslar yapmamı hak ettiğimize inanıyorum. Dünyanın ilk Çevre Koruyucusu olduğuna inandığım Huvava’nın İskenderun körfezine bakan Amanos sıradağlarının tepelerinde; o zamanlar sürüyle bulunan sedir ağaçlarının bekçisi olduğunu iddia ediyorum.Benim diyarımda her türlü güzellikten yararlanmayı biliriz. Ağzımızın tadını, kendimizi beğenmişliği, türkülerimizin ince melodilerini, tarihimizin ve kültürümüzün rüzgâra verilip savrulmuş olsa bile kalan izlerinin toplumu zengin kültürüne sahip çıkacak kadar bilinçli kıldığına inanırız.İnsanın kendini bir yere bağlı hissetmesi güzel de; ondan öte bir şanstır diye düşünüyorum.

 Çok sayıda çocuk kitabınız var ve bu kitaplar Türkiye’nin çocuk edebiyatında önemil bir yere sahip. Çocukların dünyasına girmek ve bunu yazmak size nasıl hissettiriyor, çocuk edebiyatçı yönünüzden bahseder misiniz?

Çocuk kitaplarının genellikle üstünde konuşulmayan niteliği nedir bilir misiniz ? Çocuk kitapları onları yazanların bile içini güldürür. Çocuk kitabı yazmak mutluluk verir insana. Siz, yarın bütün ülkenin geleceğini sırtlarına yüklenecek bir kuşağa / kuşaklar grubuna düş güçlerini geliştirecek, yaşamın zor bir dönemi olan öğrenciliğin sağladığı bilgiyi hazmetmeyi sağlayacak bir başka dünya merakını açan, besleyen, dikkat çeken metinlerle onların yaşamlarına bir farklı dilim eklersiniz. Çocuk edebiyatına eğildiğim günlerde, TRT için birçok çocuk programı yazdım, Sunumlar, sorunlar, çözümler aşamasından sonra benden çocuk programlarına diziler yazıp yazmayacağım soruldu. Deneme sözü verdim. Doğrusunu isterseniz ben senaryo yazmayı sevmedim. Kuru, renksiz bir metindi bu. Ne zaman ki, içine insan faktörü girdi, kuru metin canlandı, artık neredeyse bayram günü sevinci gibi sevinç duymaya başladım. Bana sorarlar, çocuk kitabı ilerlemiş yaşta nasıl yazılır, onların dünyalarına nasıl girilir, diye . Yapmanız gereken tek şeydir: Bir makaraya sarılan anıları açıp, makaranın saf bir tahta parçası haline geldiğini görebilmektir. Şunu diyorum: Yaşınızı tersine doğru sarmaya başlayın. Bunu yapabiliyor musunuz? Formülü buldunuz o zaman. Geriye doğru sarabildikçe, sizin o anki yaşınız küçülmeye, dünyanız, bilginiz, hoşunuza giden şeyler değişmeye başlar, yaşayıp unuttuğunuz öğrenip kulak arkası ettiğiniz bilgiler, oyunlar, sorunlar geriye sarılan yaşınızla birlikte gelir, çevrenizi sarar. Siz artık, konuyu yaşadığınız çağdasınız. Bunu yapmayı ilk başardığımda sağıma soluma baktıkça dünya gençleşiyor, ben artık unuttuğum ilgi çekici şeyleri algılamaya başlıyordum. Çevremde bu günkünden parlak bir dünya, hoşuma giden, o yaşa göre oyuncak sayacağımız şeylerle dolu mekânlar vardı. Tebessümüm bile değişmişti. Çocuksu, parlak, ağızdan gözlere kadar yükselen parıltılı gülüş. Yaşınızı ve ilk gençliğinizden öncesini aynı anda yaşamak şansını yakaladığınız için mutlusunuz. Ben çocuk kitabı yazma marifetimle pek mutlu oldum, güldüm, eğlendim. Sonra da onlardan “ Aferin, iyi yazmışsın!” beğeni ifadesiyle sevindim.

 Bir yerde Furuğ Ferruhzat’ın şiirlerinden çok etkilendiğinizi söylemiştiniz. Şiirin sizin dünyanızdaki karşılığı nedir?

Bu isim sadece adlardan biri. Gerçek şiir ve kaliteli sözsüz müzik benim beslenme kaynaklarım. Yazdığım sürece öykü, hikaye, roman… Okumam. Şiir ve müzik en kaliteli, uzun ömürlü ve yaratıcı yazım malzemelerimi oluşturur. Benim için esas olan ortamdır. Ortam var olduğu sürece yazmak mutluluktur. Yorgunluktan bitmişimdir ama, bir daha böyle etkilenmezsem diye korkumdan… Başım döner, bileklerim, parmaklarım ağrır, zavallı gözlerim oyulur, sırtım orta yerinden ikiye ayrılacakmış gibi sancılarla boğuşur, ben onları unuta unuta yazmayı sürdürürüm.

 Son dönemin Türk edebiyatına ilişkin ne düşünüyorsunuz ve genç yazarlardan umutlu musuz?

Elbette genç yazarlardan umutluyum. Bunda haklıyım da. Zaman zaman beni çok şaşırtan yazarlar buluyorum. Edebiyatımız; yaşam eğitim, politik düzey, ekonomi, kültür kaynakları, insan haklarına yaklaşımdan çok çok üstün. Yeniler geldikçe içime sevinçli bir rüzgâr doluyor. Firesi çeşitli nedenlerle çok olan yazın sanatlarında bu zenginlikten büyük mutluluk duyuyorum. Bir de toplumu beğeni düzeyini yükseltecek, okumayı ihtiyaç kabul edecek düzeye getirme çabasını yürütseydik…

#Ayla Kutlu
#Ortak Kitap
6 yıl önce