|

Bilinç savaşı

Tarih bilinci, geçmişle ilgili olduğu kadar, ve hatta daha çok, gelecekle de ilgilidir. İslam dünyası toplumları, tarihsel ufuklar açabilecek bir noktaya gelebilmek için ortak politik felsefi perspektif üzerinde yoğunlaşmak zorundadır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 22/05/2017 Pazartesi
Güncelleme: 13:34 - 22/05/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu

İslam dünyası toplumları, aklî ilimleri, felsefeyi ve içtihadı yasaklayarak, zihinsel tahribatı yüzyıllar boyu sürecek içeriden bir saldırıya-felakete maruz kaldı. Sözünü ettiğimiz felaket, zamanla, geleceği yok sayan bir geleneğe dönüştürüldü.

Bu gelenek kuramsallaştırılarak, toplumsallaştırılarak meşrulaştırıldı ve İslam’ı yerinden ederek yeni bir “din” gibi algılandı. Toplumlarımız bu gelenek aracılığıyla var oluşsal ve hayati bir gerçeklik olan ‘düşünce’ye yabancılaştılar. Düşüncesiz varoluşlar, bireyleri kadavralara dönüştürdü.

İçeriden maruz kaldığımız bu zihinsel tahribat nedeniyle, yüzyıllardır, bağlı bulunduğumuzu iddia ettiğimiz anlam ve değer sistemimizi bilinç düzeyinde temsil ve tecrübe edemiyoruz. Maruz bırakıldığımız bu zihinsel tahribat nedeniyle, sömürgeci bilginin, dilin, dünya görüşünün sınırlarının mutlak olmadığını, bu sınırların aşılabilir olduğunu kanıtlayabilecek, bu sınırları aşma yeteneğine, birikimine, ufkuna sahip kadrolar yetiştiremedik.

İSLAM DÜNYASI PARÇALARA BÖLÜNDÜ

Bugün iftiharla savunduğumuz kültürel muhafazakârlık, bizleri, hepimizi, içine doğduğumuz çerçevelere, statükolara mahkûm etti. Bu mahkûmiyet sebebiyle, ontolojik-epistemolojik tartışmalarda taraf olmaya cesaret edemiyor, tekelci bir bilgi sistemine ve dünya görüşüne katlanmaya; olması gerekeni anlamak, anlatmak, görmek yerine olanı anlatmaya, görmeye devam ediyoruz. İslam dünyası toplumları, yaşadıkları zihinsel tahribat nedeniyle, İslami bütünü talep etmekten, bütüne ilişkin yeni bir algı oluşturarak bu doğrultuda sorumluluk almaktan, çaba harcamaktan feragat ederek parçalara bölündüler; parçalarla ilgili duyarlılığı “din” haline getirdiler; bütün boyutları içermeyen bir “din” algısıyla bütünleştiler.

İslami bütünden bağımsız bir din algısı, bugün ancak vülger bir çerçeve içerisinde hayatiyetini sürdürebiliyor. Sözünü ettiğimiz vülger çerçeveler-algılar sebebiyle, bütün insanlığa hitap etmesi gereken İslami dil, dünya görüşü, bugün sadece parçalara-hiziplere hitap edebiliyor. İslami bütünlüğün kaybıyla, İslami bilincin ve dilin parçalanmasıyla birlikte bugün, kendilerini İslam’a nisbet eden İslam dünyası ülkeleri arasında maalesef ortak politik felsefi bir perspektif, dayanışma ve bütünleşme imkansız hale gelmiştir. Bu ülkeler arasındaki bütün ilişkiler, menfaat odaklı ilişkilerden ibarettir. İslam dünyası ülkeleri arasında ortak politik bir perspektif oluşturamamanın geçerli, ikna edici hiç bir mazereti olamaz. Kendilerini İslam’a nisbet eden ülkelerin birlikte hareket etme bilinç ve iradesine, aynı amaçları taşıyabilme hassasiyetine sahip olmamaları, uzun vadeli stratejik amaçlar üzerinde ortak çalışma yapmamaları, İslamilik iddialarının samimi olmadığına, İslam’ın kimi bencil ihtiraslar adına araçsallaştırıldığına işaret eder.

İHTİRASLAR KRİZİ DERİNLEŞTİRİYOR

Tarih bilinci, geçmişle ilgili olduğu kadar, ve hatta daha çok, gelecekle de ilgilidir. İslam dünyası toplumları, tarihsel ufuklar açabilecek bir noktaya gelebilmek için ortak politik felsefi perspektif üzerinde yoğunlaşmak zorundadır. Gerçeğin daha iyi bir şekilde özümsenmesine, ancak tarih bilinciyle katkıda bulunabiliriz. Karşı karşıya bulunduğumuz derin istikrarsızlıklar sebebiyle, tarihsel olayları, gelişmeleri, sağlıklı bir şekilde algılama imkanını kaybediyoruz.

Bugünün dünyasının derin bir ‘politik anlam’ bunalımı yaşadığını kaydetmek gerekir. Bu anlamsızlık sebebiyle, tarihin yörüngesi de belli değildir. Olaylar, gelişmeler, herhangi bir değer sisteminin çerçevesi içerisinde gerçekleşiyor olsaydı, çözümleme yapmak bu kadar zor olmayacaktı. Bugünün dünyasının ideolojik, ekonomik, politik ihtiraslardan arındırılmış bir siyaset felsefesine ihtiyacı olduğu açıktır. Söz konusu bu ihtiraslar, ahlaki belirsizlikleri derinleştirdiği için, bütün sorunlar çok daha karmaşık bir hale geliyor.

Böyle bir dünyada, Müslüman ülkeler arasındaki ilişkilerin bile İslami değer sistemi içerisinde cereyan etmediğini hatırlamak, insanı dehşete düşürüyor. İslam dünyası ülkeleri, karşılıklı anlayış ve karşılıklı dayanışma içerisinde olsalar, tarihin kurbanları olmaktan kurtulacaklar. Tarihin kurbanları olmaktan kurtulabilmek için, bütün boyutları, bütün ufukları, bütün renkleri içeren/kuşatan bir bilinç savaşı vermek gerekiyor.

BENCİLLİĞİN VE ÖNYARGININ HAPİSHANESİ

Bir bilinç savaşını gündeme kazandırdığımızda, ‘umut’tan söz etmeye başlayabiliriz.

Nesneler dünyasının büyüsüne kapılan topluluklardan, anlamlar dünyası için çaba-içerik üretmeleri beklenemez.

Dünyayı, hayatı, toplumu, tarihi etkileyebilmek için büyük farkındalıklara, büyük sorumluluklara, büyük niteliklere ve birikime sahip, büyük bir bilinçle mücehhez kadrolar gerekir. Kendi bencilliklerinin ve önyargılarının hapishanesine kapananlarla hiç bir mücadele yürütülemez. Hamaset içeren sloganlarla kültürel güç ve etki sahibi olunamaz.

İslam dünyası toplumları, bir yanda içeriden maruz kaldıkları zihinsel tahribat yoluyla düşünsesiz varoluşlarla bütünleşirken, öte yanda da, dışarıdan maruz kaldıkları araçsal düşüncenin nesneleştirici etkisi sebebiyle niteliksel inşalara, değişime yabancılaşarak ‘şey’leştirildi. Bugün, ilerlemeci ideolojilerin barbarlık yönündeki tercihi ve çıkarcı çılgınlıkları, Müslüman halkları-toplumları dehşete düşürmeye devam ediyor.

#İslam dünyası
7 yıl önce