|

Bir kitabı yaşamak: Hayat teselli olmaktır

Son kitabı “Hayat Teselli Olmaktır”da bir çobanın sesinde hayatı ‘duyan’ Fatma Barbarosoğlu, entelektüelle, mümin arasındaki basiret ve feraset farkını da ortaya koyuyor. Sözün vücut bulduğu diyarlarda, teselliye eşlik etmeye devam ediyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 4/03/2016 Cuma
Güncelleme: 20:31 - 3/03/2016 Perşembe
Yeni Şafak
HAYRİYE ERÇETİN


Yaşayan, nefes alan, 'göz aydınlığı' bir kitap, yazarak nasıl anlatılır? “Yazmak, biraz mesafe koymaktır. Biraz uzaklaşabilmek. Her kalem kendini özne, yazdığı şeyi nesne kılar biraz”. Hal böyle iken ben, yazarak mesafe koymayı göze alamayarak, Fatma Barbarosoğlu'nun son kitabı Hayat Teselli Olmaktır'ı yaşayarak anlatacağım sizlere. Bir yandan yaşarken, kendi teselli arayışıma mihmandar kıldığım kitabı, göz hizamdan ayırmayacağım. “Kitapların da kaderi vardır elbet, hem yazılmak, hem okunmak için.” Benim payıma düşense; yaşamak…



TESELLİ ARAYIŞI: “EŞİKLER Kİ BEKLEYİŞİN YURDUDUR”


“Eşikler ki bekleyişin yurdudur.” Cama yansıyan gölgemi yakalıyorum. Yüzümdeki ifade de neyin nesi, mıhlanıp kalmak mı? Ben kaç kez eşiğinden geçtim bekleyişin de bir an olsun soluklanmadım diye mi düşünüyorum? Eşiği yurt edinmek… Bekleyişi yakın eyler mi? Kitabı açtığım gibi kapatmalıyım önce. Biraz eşiğinde kalmalı… Oysa ben tesellimi arıyordum, nereden çıktı bu eşik? Kaldığım yerden devam ediyorum. Nihayet aradığım teselliye rastlıyorum. Yusuf Hamedani'nin sözleri karşılıyor bizi, “Hamedani 'Hayat Teselli Olmaktır' diyordu. Herkesin kendi tesellisini kendi nev'inden arayacağını söyleyerek.” Barbarosoğlu, işte bu nev'i şahsına münhasır tesellinin, ömür denilen şeyin 'tözü' olduğunu idrak etmemizi sağlıyor. Annesinin toprağa ağaç ekmekte bulduğu teselliyi Barbarosoğlu, kâğıtlara harf ekmekte buluyor.


Peki ya aklımızda mıhlanıp kalan “Eşikler ki bekleyişin yurdudur” cümlesini nereye sığdıralım? Tecelliler de teselliler de bu bekleyişte mi bulunur? Bulunan teselliler nerede durulur? Kitabın sayfalarında 'itina ile kaybolarak' kendi teselli arayışımızı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Neden mi çoğul ekini kendime yaren eyliyorum? Fatma Barbarosoğlu, gündelik hayatın tarihine düştüğü notlarla, 'hayatın tesellisi'ni bulmak için üç izlek veriyor bize; duyduklarımızı anlamak, gördüklerimizi anlamak ve okuduklarımızı anlamak… Bu yüzden kendi tesellimi ararken duyduklarımın, gördüklerimin ve okuduklarımın yardımına sığınıyorum.



DUYDUM: “BİR ŞİİR, BİR DOSTUN DİLİNDE ÖĞRENİLİR.”


“Gerçek sohbet hakiki merakla başlar.” Hakiki merakımız, duyduklarımıza nasıl yön verirdi peki? Her gün duyduğumuz onlarca şeyi merakımızdan mı süzmeliyiz? Belki de arayışın ilk eşiği olan 'duymayı anlamayı' bu şekilde atlayabiliriz.



Yazarın metafizik ürpertisi rüzgâr ile başlarken, benim ki şu sözde saklı: “Bir şiir, bir dostun dilinde öğrenilir.” Şşşttt! Sessizlik… Duymaya -henüz- başladık. Bunca şiirsizliğin müsebbibi, dili şiirsiz dostlarmış meğer. Yalnızca şiirsizlik mi? Barbarosoğlu gülmeyi bilmeyişimizi de, kelime fakirliğimizin celladı sayıyor. Kelime fukarası olan birinin dilinden hangi şiir dökülür? Çevresinde olan biteni hangi kelimelerle algılar?



Yazar, 'içindeki boşluğun giderek çukurlaştığını fark eden vakti zamanında seküler çevrelerde bulunmuş bir kalp, gönül ehli, iman ehli olan Sevda'nın, nelere dikkat ettiğini de bilmemizi istiyor. Bir de 'beklediği hikâye kalbine tez zamanda düşsün isteyen, Efendimiz'in muhabbetini kazanmak için yapacak bir şey arayan, “bütün iyilikleri sadece kendi hanesi için toplamayan, kalbini fakirlerin gözyaşına ayarlamış, hicret ehli olanları da” anıyor. Ki gök kubbenin onların varlığı yüzü suyu hürmetine başımızın üstünde durduğunu işitiyoruz; yazarın duyduğu yerden.



GÖRDÜM: “DÜNYANIN BÜTÜN YARALARINI BİR PUDRA GİBİ KONDURMAK YÜZE”


Sahip oldukları her şeyi bir çantaya sığdıranların baktığımız her yerde olduğu bir zamanda görmeyle ne kadar yüzleşebiliriz? Fatma Barbarosoğlu, yalnızca mültecilerin değil “hiç kimsenin kendisini yuvasında hissetmediğini” söylüyor. Zira 21. yüzyıl 'göç çağı'. 'Teselliyi' en çok böylesine yavan, böylesine havasız ve yozlaşmış dünyada “önce ben” diyenlerin “tek bacak olduğu” zamanda arıyoruz.



“Rızk bulmak için, risk almak zorunda kalanların” hayatları şimdi daha çok 'göz hizamızda', ama kaydettiğimiz kadar. Yazar, “kameranın gözü olan biteni bize servis etmediği zaman, sosyal dokudaki yıpranma ve yırtılmayı görmediğimizi”, modern zaman yolculuklarında işte bu kamera gözünden azade bir seyir halinin olmayışını, yolcuların “kendilerini merkeze bağlayarak” seyahat ettiklerini söylüyor. Seyahat gibi hayat da böyle… “Bakanlar ve görenlerin sayısı azaldıkça 'gösterenlerin' ve 'gösterenlere meftun' olanların sayısının hızla artması” ile “fotoğraf makinesinin icadından bu yana, insanların kendilerini makineler aracılığıyla herkese göstermekten giderek daha fazla zevk alır hale gelmeleri” eş değer nitelikte. Eskiden mesire yerlerinde sınırlı olan bu gösterme hali, yazara göre artık sosyal medyaya taşmış durumda. Peki ya aşk? Yazarın onca yapaylığın, gösteriş budalalığının, yozlaşmanın arasına bir aşk 'kasidesini' yerleştirmesi tesadüf mü? “Her aşk bulunduğu kalbin şeklini alır… Ve her aşk yaşadığı aşk kadar şekillenir.” Derken yazar, kalıplaşmış, renksiz, nefessiz duygularla plastize olmuş kalbin içinde 'gösterilebilen' kadar aşkı yerleştirmesi ne kadar tesadüf olabilir ki? Peki, tüm bu kavram kargaşasında 'görmek' nereye düşüyor? Görmek belki de “dünyanın bütün yaralarını bir pudra gibi kondurmak yüze”…



OKUDUM: “BİR KUŞ ÖTER GİBİ YAZMAK”


Bu bölümde yazar, okumanın ve yazmanın hamurunu birlikte karıyor. Tesellisini okumakta ve dahi yazmakta arayanlara yazmanın ve okumanın inceliklerini fısıldıyor. Evet, yüksek perdeden atmıyor, fısıldıyor ki kalplere yerleşsin sırlar. Kendi “yazmaya ve okumaya emanet hayatından” bize de hisseler çıkarıyor. Kimsenin “bir eyvah çanağından daha kalıcı olmadığı” bir hayatta yazarak bırakılan kor, yaşamakla yazmak arasındaki müphemliği kaldırmaya muktedir mi? Ama “insan yazmasa belki de deli olabilir.” Bu yüzden “iyi bir yazar olsa da olamasa da her yazar adayı kendisinin kitapla buluştuğu o muhteşem dakikaların anısını hiç olmazsa bir defa yazmayı dener.” Hayır, bana bakmayın ben yaşıyorum demiştim! “Herkes sınanır. Ve herkes sınanışını bir aynadan yansıyan görüntüsünde seyretmek ister.” Ben yazarın kendi sınanışını, aynanın mahrem çizgisinde göremesem de kitabı 'yaşarken' kendi sınanışımı görebiliyorum. “Yazarını bizzat tanıdığınız kitaplar mı kalp atışlarınızı hızlandırır?” Peki, benim bu kitabı okurken tansiyonumun yükselmesinin sebebi hikmeti nedir? Kim bilir yaşanabilecek, kendi tesellimi satır aralarında bulabileceğim bir kitaba -nihayet- kavuştuğum içindir belki? Peki siz? 'Hayat tesellinizi' aramaya başlamak istemez misiniz?


Rabbim bana kelimenin hakikatini göster… Ki kendi tesellimi bu hakikatle bulabileyim!





• • •


Hayat Teselli Olmaktır


Fatma Barbarosoğlu


Profil Yayınları


Şubat 2016


264 sayfa




#Hayat Teselli Olmaktır
#Fatma Barbarosoğlu
#metafizik
#Profil Yayınları
8 yıl önce