|

Bireysel başvuru ve Anayasa Mahkemesi'nin çelişkisi

Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğü gibi hassas konularda vermiş olduğu ihlal kararları, yargılamayı yapan mahkemeyi bağlayıcı olduğu için Mahkemenin özgür iradesi ile vereceği nihai karara etki edici olmamalıdır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 24/03/2016 Perşembe
Güncelleme: 00:12 - 24/03/2016 Perşembe
Yeni Şafak
Muzaffer Enes Kızık

Hukukçu


Bilindiği üzere; Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 148. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş, Anayasa Mahkemesi kararlarının nitelikleri Anayasamızın 153. maddesinde gösterilmiştir. Ceza muhakemesi Kanunu'nun 100. ve devamındaki maddelerinde ise; tutuklama nedenleri, usulü ve tutuklulukta geçecek süreler sayılmıştır. AİHS 5. Maddesinde özgürlük ve güvenlik hakkı, sözleşmesinin 10. maddesinde ise ifade özgürlüğü düzenlenmiştir.



Bahsi geçen mevzuat hükümleri çerçevesinde; ilk derece mahkemeleri bakmakta oldukları dosyalara mahiyeti, vahameti, delilleri, suçun niteliği ve yasada düzenlenen cezanın sınırlarını değerlendirmek ve somut gerekçelerini de göstermek suretiyle koruma tedbirlerine veya tedbirlerin sona erdirilmesine karar vermektedir.



Anayasamızın 148. maddesinde, 5982 sayılı yasa ile 2010 yılında yapılan değişiklikler ile bireysel başvuru hakkı tanınmış ve bu başvuruları inceleme görevi Anayasa Mahkemesine verilmiştir. Aynı maddenin 3. Fıkrasının son cümlesinde bireysel başvuruda bulunabilmenin şartları arasında olağan kanun yollarının tüketilmiş olmasının şart olduğu açıkça vurgulanmıştır.



BİREYSEL BAŞVURUNUN NİTELİĞİ


Bu açıklamalardan hareketle Anayasa Mahkemesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve başta Anayasamız olmak üzere tüm kanunlarımızca güvence altına alınmış hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğini inceleyebilmesi için öncelikle görülmekte olan davaların muktezaya bağlanmış, başka bir anlatımla ihlale neden olduğu ileri sürülen işlev, eylem ya da ihmal için kanunda ön görülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. Bireysel Başvuru kesinlikle olağan bir kanun yolu olmadığı gibi olağan üstü kanun yolu da değildir. Bu başvuru yolu olağan dışı, kendine özgü nitelikleri olan ve iç hukukta son çare olarak başvurulan bir yoldur. Söylendiği gibi olağan kanun ve başvuru yollarının ve genel mahkemelerin yargılamalarının paralelinde bir başvuru ve dava yolu değildir. Söz konusu olağan başvuru ve yargı yollarının kesin hükümlerle tüketilmesinden sonra, şayet hala varsa, hak ihlalleri ve Anayasaya aykırılık iddialarının iç hukukta son çare olarak incelenmesi için olağan dışı ikincil mahiyette bir başvuru yoludur.



Yasa yolları tüketilmeden yapılan bir bireysel başvuru; gerek ilk derece mahkemelerince yürütülen yargılamaların gerek Anayasamızda ilk derece mahkemelerince verilen kararların son inceleme mercii olarak gösterilen Yargıtay ve Danıştay'ın temyizen yaptığı incelemelerin arasına monte edilmiş bir yargı yolu olarak karşımıza çıkar ki, bu ne Anayasamızda ne de diğer kanunlarımızda yer alan bir yargı yolu değildir. Türk Hukuk yargı sistemimizde yer almayan böyle bir ara temyiz durumunda, yargılaması halen devam eden dosyalarda bireysel başvuru üzerine bir ihlal kararı verilmesi halinde, bu kararın ilk derece mahkemesinin vereceği nihai kararla ilgili müdahale ve yönlendirme anlamına geleceği düşünülebilir.



YARGIYA MÜDAHALE SONUCU DOĞURABİLİR


Ceza yargılamasında yargılama devam ederken ortaya konabilecek yeni delillerin neticeyi etkilediği sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Yargılamanın halen sürdüğü dosyalarda, dosyadaki mevcut delilleri esastan tartışılarak verilen ihlal kararları, delilleri tartışma görev ve yetkisinin asıl sahibi olan ilk derece Mahkemesinin vereceği karar hakkında yönlendirici olduğu gibi ihlal kararından sonra dosya kapsamına girebilecek yeni delilleri nazara almamak anlamına gelmektedir. Üstelik Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu bu tarz ihlal kararları yalnızca ilk derece Mahkemesinin yetkisine müdahale mahiyetinde değil, dosyadaki delillere göre tutuklama kararlarına yapılan itirazları inceleyip karara bağlamakla yetkili itiraz mercii olarak görev yapan Ağır Ceza Mahkemesinin ve dosya muktezaya bağlandığında temyiz dosyayı incelemekle görevli olan Yargıtay'ın da yetkisine müdahale olarak değerlendirilebilecektir.



HUKUKA DUYULAN GÜVEN SARSILIR


Anayasa Mahkemesi güncel tabirle “Süper Temyiz” mahkemesi değil Anayasada diğer yüksek mahkemelerle beraber düzenlenen ve mevzuatımızda yetki sınırları açıkça belirlenmiş bir yüksek mahkemedir. Bireysel başvuru ile temel insan hak ve özgürlüklerinin olay bazında belirlenmesi, ihlal edilen hakkın onarılması ve gerekli önlemlerin alınması için Anayasa Mahkemesine verilen yetki, Yüksek Mahkeme başta olmak üzere mahkeme kararlarına yönelik verilen bir denetim mekanizması değildir.



Yüksek Mahkemeler birbirleriyle aynı seviyededir. Bu denkliğin bozulması hukuki güvenliği sağlamak bir tarafa bilakis yaratılan karmaşa dolayısıyla hukuka duyulan güven ve inancı zedeler. Yargı birliği sistemini kabul eden ülkelerde tek bir yüksek mahkeme vardır. Yüksek mahkemeler arasında üstünlük sıralaması yoktur ve böyle bir üstünlük sıralamasına esin kaynağı olacak bir dayanak da bulunmamaktadır. Bu anlamda Anayasada sayılmış yüksek mahkemeler de dahil olmak üzere hiçbir mahkeme kendisini diğer bir mahkemenin yerine koymamalı, kendi yargı yetkilerinden başka hiçbir yargı merciinin yetki alanına müdahalede bulunmamalıdır. Örneğin devam etmekte olan bir ceza yargılamasında, yıllarını ceza hukukuna adamış, ceza yargılaması konusnuda uzmanlaşmış ve sayısız ceza yargılamasını neticelendirmiş hukukçulardan müteşekkil olan ceza yargılaması ile yetkili adli yargı ilek derece mahkemelerinin ve yine mümtaz yüksek yargıçlardan müteşekkil Yargıtay'ın yetki alanına girerek, verilecek nihai kararları etkiler tarzda delil değerlendirmesinde bulunulması kamu düzenini ve tabii yargıç ilkesini zedeleyeceği gibi kamu vicdanını da yaralayacağı izahtan varestedir.



HİÇBİR MODERN YARGI DÜZENİ KABUL ETMEZ


Bilindiği üzere tutuklama nedenleri Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100. Maddesinde sayılmış, anılan maddenin üçüncü fıkrasında ise bir takım suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedenlerinin var sayılabileceği hüküm altına alınmıştır. Hiç şüphe yok ki, CMK'nın 100/3-a-9,10 maddesinde gösterilen “Suç İşlemek İçin Örgüt Kurma” ve “Devlet Güvenliğine Karşı Suçlar” hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde uygulanan tutuklama tedbirlerinde, yargılama halen sürerken bireysel başvuru bahane edilerek delil değerlendirilmesi yapılıp, davanın neticesini etkiler mahiyette ihlal kararı verilemez. Aksi düşünce davayı sonuçlandırmakla kanunen görevli ve yetkili kılınmış ilk derece mahkemesini yok saymak anlamına gelir ki, hiçbir modern yargı düzeni bunu kabul etmez.



Tutuklama kararını düzenleyen CMK'nın 101. maddesinin ikinci fıkrasında 6352 sayılı yasa ile yapılan değişiklikte tutuklamaya, tutukluluğun devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla “gerekçelendirilerek” açıkça gösterileceği düzenlenmiştir. Bu düzenlemeden önce Anayasa Mahkemesi vermiş olduğu ihlal kararlarında gerekçesizliği, gerekçelerin şablon olmasını ve yeterli olmamasını ihlal niteliğinde kabul etmiştir. Hal böyle iken Anayasa Mahkemesinin tahliyeyi işaret eder mahiyetteki ihlal kararlarının kısa karar halinde mahkemelere gönderilerek gerekçe sunulmadan koruma tedbirlerinin sona erdirilmesine yol açan ihlal kararı vermesi çelişki oluşturmaktadır.



CMK'nın 102. maddesinde düzenlenen tutuklulukta geçecek azami sürelerin aşılmadığı durumlarda, henüz yargılama devam ederken Anayasa Mahkemesi'nin koruma tedbirlerinin süresi, dosya ile tutarlı olup olmadığı ve tutuklamaya yeterli delil olup olmadığını denetlemesi mahkemenin görev ve yetkileri arasında bulunmamaktadır.



ANAYASA MAHKEMESİ ÇELİŞKİYE DÜŞÜYOR


Her ne kadar Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda gerekçesi yazılmaksızın bireysel başvuru kararlarının açıklanmasını yasaklayan bir hüküm bulunmadığı, Anayasanın 153. maddesinin 1. fıkrasındaki gerekçesi yazılmadan açıklanamayacak kararların yalnız iptal kararlarını kapsadığı hakkında görüşler beyan edildiği görülmekte ise de; 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun bireysel başvuruyu düzenleyen 45 ve devamındaki maddeleri açıktır. Anılan yasanın 50. maddesinin 3. fıkrasında “Bölümlerin esas hakkındaki kararları gerekçeleriyle birlikte ilgililere ve Adalet Bakanlığına tebliğ edilir ve Mahkemenin internet sayfasında yayımlanır” şeklinde yasal düzenleme bulunmaktadır. Bu hükme rağmen, salt kısa kararların ilk derece mahkemelerine gönderilmesi ile yetinilerek ihlal kararları verilmesi yukarıda izaha çalışılan usul ve yasa maddelerine aykırılık teşkil etmektedir. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesinin diğer Mahkemelerden beklemekte olduğu gerekçeyi kendi ihlal kararlarında göstermemesi ve bu kararların dolaylı olarak ilk derece Mahkemelerince yasal gerekçe ile verilen tutuklama kararlarını sonlandıran mahiyette olması Anayasa Mahkemesinin kendi kararlarıyla çelişkiye düştüğü izlenimini yaratmaktadır.



Sonuç olarak; yargılaması devam eden dosyalarda, dosyada bulunan delillerin, iddianamede işaret edilen suçun sübuta erip ermediğinin belirlenmesi yetkisi kanunda gösterilen ve yargılamaya devam eden Mahkemenin takdirindedir. Bilhassa Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğü gibi hassas konularda vermiş olduğu ihlal kararları, yargılamayı yapan mahkemeyi bağlayıcı olduğu için Mahkemenin özgür iradesi ile vereceği nihai karara etki edici olmamalıdır.



Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli koşullarından birisi de mahkemelerin bağımsızlığıdır. Anayasamızın 138. maddesine göre “Hiç bir makam merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında, mahkemelere ve hakimlere emir veremez, genelge gönderemez, talimat ve telkinde bulunamaz”. Sözü edilen hükümler doğrultusunda TCK'nın 277 ve 288. maddelerinde yargı görevi yapanı etkileme ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suç olarak düzenlenmiştir. Bütün bu hükümler Anayasa Mahkemesini de bağlamaktadır.



Karara bağlanmak üzere çok sayıda bireysel başvurunun olduğu bilinmektedir. Onlarca klasörden oluşan dosyalar hakkında yargılama devam ederken ihlal kararı verilmesi halinde, Türk yargısına olan güvenin zedelenmemesi ve ülkemiz yargısına güvenen ve adalet bekleyen halkımızın yargıya kuşkuyla bakmaması amacıyla tereddüte mahal vermeyecek şekilde gerekçe yazılması önem arz etmektedir.





#anayasa
#ifade özgürlüğü
#hak ihlali
#Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'
#Muzaffer Enes Kızık
8 yıl önce