|

Bu öyküler savaşın çocuklarını anlatıyor

Cihan Aktaş, yeni kitabı “Fotoğrafta Ayrı Duran “ ile göçmen psikolojisini hikâye ederken, mekân, anı, kaybetme duygularını gözler önüne serer, bu insanlarının kırılmalarının sarsıcı etkisini aktarır. Aktaş, öykü sanatının tüm gereklerini yerine getiren, sıkı örgülü, durum ve atmosfer öyküleri yanında, tümüyle düşünceye odaklı, aktüel öykülere de imza atar.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/12/2017 Çarşamba
Güncelleme: 06:12 - 12/12/2017 Salı
Yeni Şafak
Cihan Aktaş son öykü kitabı Fotoğrafta Ayrı Duran’daki öykülerin merkezinde mülteciler, Suriye’deki savaş ve savaşın yarattığı dramlar yer alır.
Cihan Aktaş son öykü kitabı Fotoğrafta Ayrı Duran’daki öykülerin merkezinde mülteciler, Suriye’deki savaş ve savaşın yarattığı dramlar yer alır.
NECİP TOSUN

Cihan Aktaş son öykü kitabı Fotoğrafta Ayrı Duran’daki öykülerin merkezinde mülteciler, Suriye’deki savaş ve savaşın yarattığı dramlar yer alır. Bu anlamda kitap tematik bir bütünlük içindedir. Halep pek çok öyküde kayıp bir şehir olarak çizilir. Bir zamanlar burada yaşamış insanlar özlemle o düş günlerini anarlar. Ne var ki asıl olarak öykülerde savaşın çocukları gündeme getirilir. Büyükler ne kadar acı olursa olsun savaşı bir yerlere oturturlar. Ancak çocuklar savaşın acısıyla travmatik bir hayat sürerler. Çocuk safiyeti ve masumiyetiyle insanların birbirlerine yaptıkları kötülükleri anlayamazlar. Cihan Aktaş’ın öykülerinde kurduğu atmosfer, “konuşkan” bir zemine yaslanır ve herhangi bir insanın zihninden geçen günübirlik duygulardan, olaylardan, aktüaliteden oluşur. Aktaş, günceli konuşmaktan çekinmez; gazete, televizyon haberlerini, öykünün temel meselesi, odağı yapar. Öyküde tek etkiden çok, bilince akan pek çok olayı değerlendirir. Üst üste pek çok duygu, konu aktarır. Sosyolojik tanıklığı ve haklının yanında yer alma duruşunu daha çok önemser. Toplumsal olayları, günceli bir bir sıralar, üst üste bindirir, öyküye bir değil bazen sayısız kahraman girer böylece çok sesli bir öykü atmosferi oluşturur. Cihan Aktaş, öyküde düşünce aktarımını önemser. Ama duygu aktarımının öne çıktığı öykülerde daha başarılıdır. Düşünce ve duygu dengesi her öyküde gidip gelir. Aslında bu da kaçınılmazdır. Kuşkusuz seçtiği kahramanlar ideolojik tipler olunca öyküler kaçınılmaz olarak düşünce yoğunluklu bir anlatıma uzanır.

SAVAŞ MAHKUM EDİLİR

Öyküler ağırlıklı olarak yaşamsal tanıklıklara dayanır. Mülteciler üzerine yapılan tartışmalar, mültecilerin duygusal durumları, ülke insanının mültecilere bakışları gündeme getirilir. Bütün bunlar Cihan Aktaş öykücülüğünün tipik görünümleridir. Cihan Aktaş’ın öykü anlayışında toplumsal olaylar, yaşamsal tanıklıklar, sosyal değişim ve bunun özellikle kadınlar üzerindeki etkisinin anlatılması ağırlıklı bir yer tutar. Bu kitaptaki öykülerde de yine özne kadınlar ve onların gözünden savaş çocukları olur. Ancak akılda kalıcı başarılı öyküleri, ritmi, dili, duygu aktarımını yükselttiği öyküleri olur. Kitabın ilk öyküsü “Çekik Gözler” oldukça başarılı bir öyküdür. İçindeki duygularla, hislerle, kendisinden beklentiler arasında sıkışan Doktor Dila’nın metro yolculuğunda zihninde akıp giden düşünceler hikâye edilir. Bir yanda TUS’a hazırlanması için ısrar eden anne baskısı bir yanda toplumsal zorunlulukları bir yanda yabancılarla dolmuş şehirde kendi olma savaşı. Dilan buradan nasıl bir çıkış yapacaktır: “Bir insan parçalarından çok fazla, büyük bir eser, kendi kendisinin kalemi fırçasıyla gelişmeye açık bir roman, bir tablo…” Ve “Bir Taşın Yüreği, Diğerinin Kaşı Gözü” öykü sanatının gereklerini yerine getiren diğer etkileyici öykülerden biridir.Öykülerde savaşın insanı nasıl canavarlaştırabileceği, insanın kendi türüne nasıl acımasız davranabileceği örneklenir. Savaş anlatılırken öne savaş çocukları çıkar ve kitabın merkezine oturur. Çocukların o masumiyetleri üzerinden savaş mahkûm edilir. Çünkü çocukların bu vahşeti, kıyımı anlamaları imkânsızdır: “Savaş çocukları onlar, nasıl filtreyle koruyabilirsin tabut ve ceset suretlerinden, çığlıklarına ve öfkelerine nereye kadar mani olabilirsin? Bebekler ve yaşlılar harabelerin altında kaldı, gözleriyle kaç ceset gördü orada her biri…” Öyküler kaybetmek odaklıdır.


NASILSA KİMSE KIYAMAZ O ŞEHRE

Öykülerde, mülteciler yaşamlarına ilişkin her şeylerini kaybetmişlerdir. Hafızaları, geçmişleri yoktur. Geldikleri yeni yerde ise mutlu değildirler. Çünkü “Yurdundan, yuvasından olan her türlü yaraya açık hâle gelir.” Tam da buralarda sadece kaybettikleri güzellikler değil, bir mülteci olarak yaşadıkları dramlar, tecavüzler, aşağılanmalar, dışlanmalar gündeme getirilir.“Yanağında Prenses Kıvrımı” öyküsünde, kendi dünya algısıyla, Suriye mültecilerinin yaşadıklarını düşünen kahraman, çelişkiler içinde bir yol bulmaya çalışır. “Nasılsa Kimse Kıyamaz O Şehre Diyordum” öyküsünde, Halep şehri ve savaşın açtığı yaralar işlenirken çocuk dramı öne çıkarılır. Bir şehir yok edilirken dünya seyirci kalmıştır. “Uzakta Bir Şehrin Gecesi”nde, Suriye savaşının acılarını anlatmayı sürdürürken, yolları ayrılan, kaybolan insanlar ve insanların yok olan hayalleri gündeme getirilir. “Başka Bir İhtimalin Eşiği” öyküsünde, savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınmış genç kızların buradaki çaresizliği ve bunları istismar eden insanlar konusu işlenir. “Aklımda Kalan Başlıklar” öyküsünde, hayatın içinden kahramanları anlatırken birden kıyıya vurmuş bir bebek, yaşanmamış bir ömür, bir insanlık dramı hikâye edilir.

Öyküler boyunca acılar karşılaştırılır, Suriyelilerle yüzleşme zemini yaratılır. Suriyeliler bir mihenk taşı olarak, Türkiye’de hâlinden memnun olmayanları yüzleşmeye çağırır: “Mültecilerle her karşılaşmamda birçok şeyin yanı sıra sahip olduğum konforlu hayatı yitirdiğimde geriye benden ne kalabileceğinin muhasebesini de yaptım. Kendini bir mültecinin yerine koyarak geçmek sokaklardan, kendini bir mültecinin yerine koyarak binmek taşıtlara…” Öykülerde ağırlıklı olarak, insan, hayalleriyle, toplumsal algı ve gerçekler çarpışmasının yarattığı hayal kırıklığı gündeme getirilir. Savaş bütün boyutlarıyla mahkûm edilir: “Bombalar, cesetler, çocuk cesetleri, ağlayan kadınlar, protezli bacaklar, çocuk cesetleri yine, değmezdi, hiçbir şey için değemezdi, yıkılsın hırslarınız, kahrolsun tahtlarınız taçlarınız, çocuklar kayboldu, eridi beyinler…”

Mülteciliğin, göçmenliğin odak alındığı aynı temalı öykülerde insanlar umut ve yenilgi arasında eşikte beklemektedir. Bulundukları dünyada, ülkede, coğrafyada kendilerine yer bulamayan, bir şekilde yurtlarını terk etmek durumunda kalan insanları yeni bir hayat, yeni bir mekân, yeni insanlar beklemektedir. Ama insan gitmekle umutlarını gerçekleştirebilecek midir? İşte anlatıcı ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların durumuna bakar. Yersizlik/yurtsuzluk duygularını öne çıkarır. Göçmen psikolojisini hikâye ederken, mekân, anı, kaybetme duygularını gözler önüne serer, bu insanlarının kırılmalarının sarsıcı etkisini aktarır. Cihan Aktaş, öykü sanatının tüm gereklerini yerine getiren, sıkı örgülü, durum ve atmosfer öyküleri yanında, tümüyle düşünceye odaklı, aktüel öykülere de imza atar. Ancak özellikle hayatın içinden insanlık manzaralarını naif bir üslupla anlattığı öykülerde kendini bulur.

#Cihan Aktaş
#Fotoğrafta Ayrı Duran
#Kitap
6 yıl önce
default-profile-img