|

'Çiçek' gibi sınıfsal çatışma alır mıydınız ?

Ülkedeki sınıfsal çatışma, -sadece- klasik sosyolojik farklılıklardan kaynaklanmamaktadır. Bu sebeple “saray”, literatürdeki sınıf mücadelesinden ayrışan çatışmayı fâş eden bir metafora dönüşmüştür ve her iki karşıt toplumda da kırılma noktası yaratan bir hikayeye tekabül etmektedir.

Yeni Şafak
04:00 - 2/10/2015 Cuma
Güncelleme: 10:39 - 2/10/2015 Cuma
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
FİLİZ GÜNDÜZ • MARMARA ÜNİVERSİTESİ ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ


Türkiye'de yaşanan çatışma 7 Haziran seçimleri ya da 13 yıl önce AK Parti'nin iktidara gelmesi sonrası başlayan bir çatışma değildir. Nesillerdir devam eden ve büyük ihtimalle torunlarımızın da dahil olacağı çatışmanın en önemli kaynaklarından biri sol akademisyen çevrenin tarihi ve günümüzü yorumlamak için en çok başvurduğu anlatı olan “sınıfsal çatışma”dır. Türkiye'nin yerel dinamiklerine bakıldığında ise bu sınıfsal farklılığın ve çatışmanın Batı literatüründeki gibi gerçekleşmediği görülmektedir.



Türkiye'de bırakın ittifak etmeyi yan yana durmaları dahi imkansız olan milliyetçiler, Gülenistler, PKK ve Kemalistler ağız birliği etmişcesine aynı tezviratları yaymakta, tescilli provokatör Amed Dicle, PKK'nın öldürdüğü askerlere üzülmekte ve Duran Kalkan TSK mensuplarına çağrıda bulunarak onlara saldırmayacaklarını ilan etmektedir (!). Daha düne kadar devlet televizyonunda program yapan bir “demokrat" akademisyen, bugün toplumların demokrasiyi haketmeleri gerektiğini söyleyebilmektedir (O toplumlar demokrasiyi haketmedikleri vakit nasıl bir yönetim tarzını benimsemelidirler, akademisyenimiz bizi o konuda aydınlatmamaktadır). Tüm bunların çıkış noktasında ise “tüm kötülüklerin anası" olarak gördükleri bir merkez vardır: “Saray". Peki “Saray" kavramının kullanılmasının altında ne gibi bir anlam aranabilir?



BİR KESİMİ TAHKİM ETMEK


“Saray" ile aslında Erdoğan'ın şahsında cisimleşen belirli bir dini inanca mensup, bir takım gündelik pratikleri paylaşan, homojen olmayan fakat temel itibariyle bir değerler silsilesine sahip çıkan bir toplum kesimi tahkim edilmeye çalışılmaktadır. Bu tahkimin masum olmadığını söylemek mümkündür. Çünkü siyaseten karşıt olma halinin çok ötesine geçen nefretin savrulduğu nokta oldukça vahimdir.



YENİ ORTA SINIFIN OLUŞUMU


AK Parti iktidara geldiği dönemden bugüne sadece askeri vesayet, bürokrasideki görünmez Kemalist kadro kanunu, demokratikleşme gibi meselelerde değil, ekonomik dengeleri de değiştirecek minvalde adımlar atmıştır. Kalkınmacı bir vizyona sahip olan AK Parti, yeni bir orta sınıf oluşturarak yeni pazar ve aktörlerin önünü açmıştır. Şimdiye dek çokça dile getirildiği gibi sadece temizlikçilere -yani toplumun en alt kesimine- reva görülen muhafazakar ve “İslami" kimlik yeni aktörler sayesinde görünürlük kazanmıştır. Peki zamanında parti kapatma ve darbe sebebi olabilen görünürlükler şu an kaybolmuş mudur ? Neden ve nasıl kaybolmuştur ? Yoksa kaybolmayıp başka bir şekle bürünerek devam mı etmektedir ? Bu soruyu memleketin “iyi" insanlarının bir parolası haline gelmiş “saray" kavramı üzerinden tartışmak yukarıda zikredilen savrulmayı analiz etmede yardımcı olacaktır.



PEMBE RÜYALARINDAN UYANAN ELİTLER


“Saray", Muhteşem Yüzyıl ve the Tudors'tan aşina medya çağı mensuplarının bildiği üzere ihtişamın, büyüklüğün ve gücün ama aynı zamanda lüksün, israfın, yalanın ve entrikanın da mekanıdır. Dolayısıyla bu mekan bir binadan çok binayı kullanan kişi ya da kişileri temsil etmektedir. Buna göre de Cumhurbaşkanı Erdoğan, düşman kitle tarafından bu temsile dahil edilmiştir. Fakat bir ayrıntıyla: Erdoğan ve Erdoğan'ı destekleyenler birinci değil ikinci sınıfa dahildir. Yani gücün hakim olduğu değil içeridekilerin zelilleştirildiği kümeye dahildirler. İktidar onlarda olduğu için paraları çoktur, har vurup harman savururlar ve “temiz" muhaliflerin aksine ne kadar yalan dolan varsa bu “saray" eşrafının işidir. Bu şeytanlaştırma yöntemi ne yazık ki ne Türkiye'de ne de dünyada nadir bir durumdur. Literatürdeki adı ırkçılık olan bu yöntem, karşı tarafı (öteki'yi) üstünlük-zelillik dikotomisinde değerlendirip zelilliğe hapseder. Irkçı ideolojinin Türkiye'deki motor gücü ise ekonomide karşılaşılan denge değişimleri olmuştur. Çünkü iktisadi ve kültürel sermayenin kaynağını Kemalist rejim belirli kesimlere bahşetmiş ve bu paylaşım bir anayasa gereği gibi sıkı sıkıya yıllar boyunca devam ettirilmiştir. Dengeler değişince elitler pembe rüyalarından uyanmak zorunda kalmıştır.



IRKÇI BAKIŞIN FON DEĞİŞTİRMESİ


Türkiye'deki siyasi karşıtlıklar ırkçı nefretin yol açtığı argümanlar üzerinden yürüyen bir kakafoniye dönüşmektedir. Yukarıda bahsedilen Kemalist olmayan aktörlerin görünürlüklerine yönelik yumuşama aslında ırkçı bakışa sebep olan bilincin form değiştirerek yoluna devam etmesinden ibarettir. Sosyal ve konvansiyonel medyada muhaliflerin -ister şaka ister ciddi biçimde- savunmalarına ya da saldırılarına bakıldığında iddialar, AK Parti'nin (“saray"ın) kötü icraatlerinden değil cahilliğinden, diplomasızlığından, yüksek kültürü bilemeyişinden, fakirliğinden (makarna-kömür hakaretlerini hatırlayın) dem vurmaktadır. Böylelikle eleştirilen kişilerin eylemleri değil geniş bir toplum kesimi hedef alınmaktadır. Gezi Olayları'nda etrafı yakıp yıkanlar "haklı öfkelerini" dışa vururken, ülkedeki vesayet sisteminin yeminli koruyucusu bir gazetenin önünde demokratik protesto hakkını kullanan gençler “her an galeyana gelebilecek" (dolayısıyla “kontrolsüz", “bilinçsiz", “gayri insani" vs.) ve durdurulması gereken güruh olarak lanse edilmektedir. Çünkü Gezi'dekiler a priori olarak “çiçek" gibi çocuklardır.



SINIFSAL ÇATIŞMAYI FAŞ EDEN METAFOR


Ülkedeki sınıfsal çatışma, -sadece- klasik sosyolojik farklılıklardan kaynaklanmamaktadır. Bu sebeple “saray", literatürdeki sınıf mücadelesinden ayrışan çatışmayı fâş eden bir metafora dönüşmüştür ve her iki karşıt toplumda da kırılma noktası yaratan bir hikayeye tekabül etmektedir. O “saray"da oturmaya ancak ve ancak “medeni", tercihen beyaz, yoksa Süleyman Demirel gibi beyaz sosyete ağına entegre olan ya da olma potansiyelinde, hataları olsa da ilkel kabilecilik duygusuyla hataları görmezden gelinecek insanların oturması münasip olacaktır. Elit bir altyapıya sahip olmasalar dahi kulübün kurallarına uydukları müddetçe oyuna devam etmelerine izin verilmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yıllardır onu destekleyenler ise bu sistemi bozmaktadır. Her ne kadar muhalifler rezidanslarda, konaklarda, villalarda ve Boğaz'a sıfır yalılarda otursalar da, öğünleri iki soğan kırmaktan ibaretmiş gibi yaygara kopmaktadırlar ve halkın %52 oy oranı ile seçilen Cumhurbaşkanı'nın “saray"da oturmaya hakkının olmadığını iddia etmektedirler. Halbuki aslolan, “saray" metaforunun arkasına saklanarak kustukları sınıfsal nefretleridir.






#sınıfsal çatışma
#Gezi Olaylar
#Erdoğan
9 yıl önce