|

Çin ile ilişkilerde yeni dönem

15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrasında Çin, Türkiye’ye, Türkiye’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı ve hükümeti ile demokratik değerleri savunan halkına ilk ve en net şekilde destek veren ülkelerin başında geldi. Bu destek ilişkilerde yeni bir sayfanın açılmasına destek oldu.

Yeni Şafak ve
04:00 - 31/12/2016 Cumartesi
Güncelleme: 19:56 - 30/12/2016 Cuma
Yeni Şafak
Dr. Altay Atlı • Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi


Son haftalarda ülkemizde Çin'e yönelik ekonomi ve ticaret içerikli birçok etkinlik gerçekleştirildi. Örneğin Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) düzenlediği konferansta kamu ve özel sektör temsilcileri ile akademisyenler, Türkiye'de faaliyet gösteren Çinli firmaların üst düzey yöneticileri ile bir araya gelerek iki ülke arasındaki ilişkileri masaya yatırdılar. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nun (DEİK) hazırladığı Türkiye-Çin arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bir yol haritası çıkartan çalışma önce bir toplantı ile Türk ve Çin basınına tanıtıldı, sonra da DEİK genel kurulunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'ye takdim edildi. Bu arada Ekonomi Bakanlığı'nın hazırlamakta olduğu detaylı “Çin Eylem Planı” da yakında kamuoyu ile paylaşılacak.



BİR DOLARA KARŞI ON DOLAR


Bu gibi çalışmalar şüphesiz ki büyük önem taşıyor. Türkiye'nin, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve küresel ekonominin başat aktörlerinden Çin ile ekonomi ve ticaret alanında daha dengeli bir ilişki kurması gerekiyor. Bugün Türkiye, Çin'e sattığı her bir dolarlık mal karşılığında bu ülkeden on doların üzerinde mal alıyor. Türk firmaları Çin'deki yatırım imkanlarından henüz yeterince yararlanmadığı gibi, Çin sermayesi de Türkiye'yi yeni yeni tanımaya başlıyor. Türk ekonomisinin paydaşları yakın bir geçmişe kadar Çin ile ilişkilerde hedefi, ticaret açığını kapamak gibi, en azından kısa ve orta vadede pek de gerçekçi olmayan bir şekilde koymuşlardı. Bugün ise gerek kamu gerekse özel sektörün meseleye daha sürdürülebilir, daha uzun vadeli ve çok boyutlu bir şekilde yaklaştıklarını görüyoruz. Amaç artık, ticaret açığını kapatmak her ne kadar mümkün değilse de, ihracatı çeşitlendirmek ve hacim olarak artırmak, ithalatı sadece düşük maliyetli mal temin etmek için değil Türk ekonomisine daha fazla katma değer, daha fazla teknoloji içeriği katacak şekilde yapmak, Çin'deki yatırım imkanlarını değerlendirmek, ülkemize daha fazla Çin sermayesi çekmek, ve mal ticaretindeki açığı kısmen de olsa dengeleyecek bir şekilde hizmet ticaretine ve bu çerçevede de özellikle turizme ağırlık vermek olarak ortaya çıkıyor.



Çin ile ticari ilişkileri geliştirmeye yönelik çalışmalar yapılırken iş dünyası temsilcilerinden hep benzer bir söylem duyuyoruz: Mümkün olduğunca ekonomik ilişkilerle siyasetin birbirinden ayrı tutulması. Rusya ile yaşanan kriz sırasında da sık sık karşılaşılan bu söylem, ekonomik ilişkilerin siyasi alandaki dalgalanmalardan etkilenmeden, taraflar arasında karşılıklı fayda üzerinden sürdürülmesine yönelik bir temenniyi barındırıyor. Ancak günümüzün küreselleşen dünyasında bu pek de mümkün değil. Şöyle ki, ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılık ve bağlantılılık üzerinden tanımlanan bugünün dünyasında uluslararası ilişkilerde alınan her siyasi kararın arka planında ekonomik etkenler bulunduğu ve bu kararların ekonomik sonuçları olduğu gibi, ülkelerin arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilere yönelik olarak alınan kararlar da bir siyasi çerçeve içerisinde şekilleniyor. Böyle bir yapı karşısında yapılması gereken ülkeler arasındaki ilişkilerde ekonomiyle siyaseti birbirinde ayırmak değil, ekonomik ilişkilerin siyasi ilişkileri, siyasi ilişkilerin de ekonomiyi olumlu yönde etkileyeceği bir döngü oluşturmak olarak karşımıza çıkıyor.



SİYASİ DİYALOG GÜÇLENİYOR


Çin ile böylesine bir olumlu döngünün oluşturulup korunabilmesi için şartların olgunlaştığı bir döneme giriyoruz. Son birkaç yılda özellikle Uygur meselesinden kaynaklanan krizler, Türkiye'de 2015 yazında yaşanan Çin karşıtı gösteriler, Çin firmasının yer aldığı füze savunma sistemi ihalesinin iptal edilmesi ve Çin'in Türk vatandaşlarına uyguladığı vize şartlarını zorlaştırması gibi sebepler ile iki ülke arasındaki siyasi ilişkiler zor bir dönemece girmişti. Bu nedenle iş dünyası, “ekonomiyi, siyasetten ayrı tutalım” söylemini ön plana çıkartmıştı. Ancak son aylarda, özellikle 15 Temmuz'da ülkemizde yaşanan başarısız darbe girişiminden sonra, Türkiye ile Çin arasındaki siyasi diyaloğun güçlendiğini, dolayısıyla ekonomi ile siyaseti birbirinden ayırmaya çalışmaktansa ikisinin birbirlerini destekleyeceği olumlu bir döngüyü kurmak için uygun ortamın oluştuğunu görüyoruz.



Bu ortamın oluşmasında iki devlet arasında artan üst düzey diyaloğun önemli bir rolü var. 2015 yazından bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çinli mevkidaşı Xi Jinping ile üç kere bir araya geldi (önce Erdoğan'ın Pekin'e resmi ziyareti sırasında, sonrasında da Antalya ve Hangzhou'da gerçekleştirilen G20 zirvelerinde). Diğer yandan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak'ın nükleer, kömür ve güneş enerjisi gibi farklı alanlarda işbirliği için Çin'i 2016 yılı boyunca üç kere ziyaret etmesi de dikkat çeken bir gelişme. Ancak ikili ilişkilerdeki ivmenin esas olarak 15 Temmuz sonrasında Çin'in Türkiye'ye verdiği destekle kazanıldığını söylemek mümkün.



'TÜRKİYE'NİN KARA GÜN DOSTU'


Ülkemizde yaşanan darbe girişimi sonrasında Çin Türkiye'ye, Türkiye'nin seçilmiş Cumhurbaşkanı ve hükümeti ile demokratik değerleri savunan halkına ilk ve en net şekilde destek veren ülkelerin başında geldi. Pekin yönetiminin destek mesajını iletmek amacıyla Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Zhang Ming, 3-6 Ağustos 2016 tarihlerinde Ankara'ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Eylül'deki G20 zirvesinden sonra, kasım ayının ilk günlerinde Çin'den diğer bir üst düzey isim olarak Türkiye'yi ziyaret eden Başbakan Yardımcısı Wang Yang, Başbakan Binali Yıldırım ile görüşmesinde “Çin'de Türkiye aleyhine herhangi bir faaliyete izin vermeyeceklerini” vurgularken, bu ziyaret sırasında Türkiye ile Çin arasında başbakan yardımcıları seviyesinde oluşturulan Hükümetlerarası İşbirliği Komitesi de ilk toplantısını yaptı. Dışişleri, Ekonomi, Kültür ve Turizm, Adalet, Enerji ve Tabii Kaynaklar, İçişleri, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme, Milli Savunma Bakanlıkları ile Merkez Bankası'ndan üst düzey bürokratların katıldığı komite toplantısı, iki ülke hükümetleri arasındaki istişarenin kurumsallaşması açısından önemli bir adım oldu.



Çin Başbakan Yardımcısı Wang Yang'ın ziyaretinden bir hafta sonra, 13-14 Kasım 2016 tarihlerinde Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Türkiye'ye gelerek temaslarda bulundu ve bu ziyaret sırasında iki ülke arasında oluşturulan diğer bir üst düzey diyalog platformu olan Türkiye-Çin Dışişleri Bakanları İstişare Mekanizması'nın ilk toplantısı gerçekleştirildi. Söz konusu toplantıyı müteakip Wang'ın basına verdiği demeçte “Çin, Türkiye'nin kara gün dostudur” şeklindeki beyanatı oldukça önemlidir.



Diyalog arttıkça taraflar bir birlerini daha iyi anlayabilir, yanlış anlamalar ve önyargılar giderilebilir, güven pekiştirilir, sorunlar daha net ve yapıcı bir şekilde karşı tarafa aktarılıp çözüm talep edilebilir. Türkiye ile Çin hükümetler seviyesinde böyle bir sürece girmiş durumda. Bu durumun tabii ki ekonomik ilişkilere de olumlu yansıması bekleniyor; ancak ekonomi ve ticaretin yanı sıra da bu süreçten beklentiler var.



VİZE SORUNU KISA VADEDE ÇÖZÜLEBİLİR


Kısa vadede olumlu siyasi atmosferin yaşanan vize sorununa bir çözüm getirmesi beklenebilir. Şu anda Çin vatandaşları Türkiye'ye e-vize ile ülkemize girebiliyorken, Çin'e gitmek isteyen Türk vatandaşlarının bir çok davet, onay, sabıka kaydı, ikametgah vs. gibi evrak toplaması gerekiyor ve bu haftalar sürebiliyor. Özellikle akademisyenlerin ve iş insanlarının bu vize şartlarından olumsuz etkilendikleri görülüyor. Halen bu sorunun giderilmesi için iki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasında yoğun bir görüşme trafiği var.



Orta ve uzun vadede ise Türkiye ile Çin arasında artan diyaloğun Uygur meselesinde yapıcı bir etkisi olması, Uygur Türklerinin iki ülke arasında bir sorun değil, bir köprü haline gelmelerini sağlaması umulabilir. Türkiye'nin bu konudaki politikası, Uygur Türklerinin kültürel, ekonomik ve sosyal haklarına destek verilirken, Çin'in toprak bütünlüğüne karşı girişimlere kesinlikle taviz verilmemesi, teröre ve şiddete karşı çıkılması olarak şekillenmiştir. Ancak yine de bugüne kadar karşılıklı güven yetersizliğinden dolayı bu alanda somut çözümler getirilememiştir. Siyasi diyaloğun, karşılıklı güven ve anlayışın artırılmasıyla bu alanda ilerleme sağlanabilir. Sadece Türk ve Çin hükümetleri için, değil Uygur Türkleri için de bu en uygun çözüm olacaktır, çünkü çatışma ortamının ve iletişimsizliğin hiçbir tarafa sağladığı ya da sağlayabileceği bir fayda yoktur.



SURİYE'DE ÇÖZÜME ORTAK OLABİLİR


Son olarak, Türkiye ile Çin arasında artan siyasi diyaloğun, Ortadoğu konusunda da büyük önem taşıdığını belirtmek gerekiyor. Çin, bugüne kadar özellikle Suriye konusunda Rusya ile benzer bir politika takip etti, ancak doğrudan müdahale konusunda bir çizgi çekerek bu anlamda Rusya'ya katılmadı. Pekin yönetimi, öncelikle enerji güvenliği anlamında yüksek derecede bağımlı olduğu Ortadoğu'da var olmak istiyor, ancak askeri müdahaleye karşı çıkıyor. Bugün Rusya'nın Suriye'deki yıkıcı faaliyetlerini yakından takip edebiliyoruz, ancak Çin'in örneğin Suriye'yle ticaretini giderek artırdığını ve 2015 yılında bu ülkeye bir milyar dolarlık ihracat yaptığını, Suriye'den daha fazla ithalat da yaptığını, ya da Çin firması Huawei'nin 16 milyar dolarlık bir proje kapsamında savaşın tüm yıkıcılığına rağmen Suriye'nin bilişim ve iletişim altyapısını yenilemekte olduğunu pek duymuyoruz. Çin bomba atmadan, ekonomi ve diplomasi yoluyla Suriye'de etkili olmaya çalışıyor. Bu nedenle de her ne kadar Suriye ve Ortadoğu konusunda tam bir görüş birliği içerisinde olmasalar da Türkiye ile Çin'in güçlü bir diyalog kurmaları, birbirlerini daha iyi anlamaları şart.



Türkiye ile Çin arasındaki ilişkilerde yeni bir döneme giriliyor. Ancak bu dönemin henüz başındayız. Karşılıklı iletişim arttıkça bunun sadece ekonomi değil her alanda getirileri olacaktır. Önemli olan iletişim kanallarının açık tutulması, sık ve etkin bir şekilde taraflarca kullanılması.





#Altay Atlı
#Çin
#Ortadoğu
7 yıl önce