|

Çocukluk büyüsünü çabuk kaybediyoruz

Öykü yazarı Arzu Kadumi, bu kez çocuk kitabıyla çıkageldi: Gazoz Kapakları Birliği. Büyüklere yazdığı öykülerde otomatik olarak sınırlar içine hapsolduğunu belirten Kadumi, “Çocuklara yazdığım hikâyelerde imkânsız ortadan kalkıyor ve her şey ihtimal dâhilinde oluyor. Çocukluk büyülü bir şey ve biz bunu çabuk kaybediyoruz” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 20/06/2017 Salı
Güncelleme: 08:37 - 20/06/2017 Salı
Yeni Şafak
Çocukluk büyüsünü çabuk kaybediyoruz
Çocukluk büyüsünü çabuk kaybediyoruz

AYŞE SEVİM
Biz Arzu Kadumi’yi yetişkinler için yazdığı hikayelerle tanıyoruz. Birdenbire karşımıza şahane çocuk öyküleri ile çıktınız. Bu nasıl oldu?

Gazoz Kapakları Birliği çocuklar için yazdığım ilk kitap ancak ben uzun yıllardır pek çok anne gibi önceleri oğluma uzun süredir de kızıma kendi uydurduğum hikâyeleri anlatıyorum. Kızım on yaşında ve hâlâ geceleri benim uydurduğum öyküleri dinleyerek uyuyor. Kitaba giden süreç bu mecburi hikâye anlatıcılığıyla başladı aslında.

HİKAYE ANLATMAK CİDDİ BİR İŞ
Anlattığınız hikayeler yazıya nasıl geçti?

Uyusun diye anlattıklarınızı, karşınızda pürdikkat dinleyen, kurgu veya karakterle ilgili en ufak hatayı gözünüzün yaşına bakmadan yüzünüze vuran, bu konuda son derece acımasız on yaşında bir dinleyiciniz varsa yaptığınız işi öyle hafife alamazsınız. Hatta merak unsurunu diri tutmak için –aslında bir an önce uyusun diye- hikâyeyi can alıcı noktasında yarıda kesmiş ertesi gece kaldığınız yeri unutup top çevirmeye başlamışsanız yandığınızın resmidir. Sonradan iyi birer okur da olan iyi dinleyiciler bu ciddiyetsizliği size pahalıya ödetirler. O yüzden ben bu hikâye anlatma işini ciddiye almak zorunda kaldım. Sıkı öğrenciler sordukları ilginç sorularla öğretmenlerini geliştirir, yeni arayışlara sevk ederler, bende de böyle oldu bir bakıma. Bitmek bilmez merakıyla bütün birikiminizi, hayal gücünüzü emmek için bekleyen acar bir öğrencinin öğretmeniydim. Uzun yıllar böyle sıkı bir talimden geçince hikâyeleri yazıya dökmek itiraf ediyorum, zor olmadı. Hocam Ali Ural’ın “çocuklar için öyküler yazsana,” demesini bekliyormuşum ki yazıverdim. Kızıma anlattıklarımı şimdi kilometrelerce uzaktaki bir kasabada, köyde ya da büyük bir şehrin apartmanlarında yaşayan hiç görmediğim çocuklar dinliyor. Bu çok heyecan verici.

Büyükler için yazmakla çocuklar için yazmak arasında nasıl bir fark var?

Günümüzde çocuk edebiyatı alanında verilen eserlere baktığımızda, kıymetli eserler veren yazarları ayrı tutarak ki fevkalade güzellikte kitaplar çıkıyor ve biz bunları hayret içinde okuyoruz, çoğunlukla hikâyelerin basit cümlelerden oluştuğu, belirli bir mesaj taşıması ve bu mesajın illaki gözümüzün içine sokulması gerektiği gibi anlayışla karşılaşıyoruz. Edebi zevk ise söz konusu bile değil. Karşımızda yaratılmışların en şereflisi olan insanın mükemmel şekilde donatılmış, her türlü bilgiyi sanatsal zevki, hissi özümsemeye hazır yavrusu yok da basit ve kısa komut cümleleriyle kendisinden bekleneni yerine getiren teknoloji tasarımı bir robot ordusu var ya da çocukların zekâ kapasitelerinin, anlam ve duygu dünyalarının belli eşikte sabitlenip durduğu düşünülüyor. Kitabı yazarken, çocuklar anlasın diye özel bir çabam olmadı, anlıyorlar zaten, biz onları hafife alıyoruz. Hayal ve anlam dünyaları yetişkinlere göre çok daha zengin. Hatta şunu kesinlikle söyleyebilirim, büyüklere yazdığım öykülerde otomatik olarak sınırlar içinde hapsoluyorum ve o sınırlar içinde kelimelerin gücünden yararlanmaya çalışıyorum. Oysa çocuklara yazdığım hikâyelerde imkânsız ortadan kalkıyor ve her şey ihtimal dâhilinde oluyor. Bence bu çocukluğun büyüsünden kaynaklanıyor. Gerçekten bunu çok sık düşünüyorum, çocukluk büyülü bir şey ve biz bunu çabuk kaybediyoruz sanki hiç yaşamamışız gibi.

BÜYÜDÜKÇE İMKANSIZI ÖĞRENİYORLAR
Öykülerinizdeki kurguları nasıl oluşturduğumuzdan bahsedebilir misiniz biraz? Mesela kaçan ayak parmağının peşine düşen bir çocuk var. Çok güzel ve ilginç bir hikaye...

Hikâyeleri yazarken en çok kurgu üzerinde kafa yoruyorum. Bazen günlerce düşünüyorum iyi bir sorunsal bulabilmek için, bazen de rastladığım bir cümle beni harekete geçiriyor. Gazoz Kapakları Birliği’ndeki hemen hemen bütün öyküler çarpıştığım cümlelerin ürünü. Örneğin ‘Ayak Baş Parmağım ve Şapkası’ hikâyesi, kahvaltı sofrasında oğlumun bana armağanı oldu ve ohâlâ bunun farkında değil. Masanın altında gölgede kalan başparmağını göremeyince “Anne! Ayak başparmağım yok!” demişti şakayla karışık, hikâye de böylece soframıza teşrif etmişti. Yine ‘Do Notasının Peşinde’de, keman öğrenmeye yeni başlayan küçük bir kızın sabırsızlıkla bütün notaları birden öğrenme merakı, hikâyenin kapımı çalmasına yetmişti. Kurgu genellikle insanlarla özellikle çocuklarla olan temasımdan ortaya çıkıyor. Bu toplumda birlikte yaşıyoruz paylaştığımız o kadar çok şey var ki… Bir günün kısacık anında bile yüzlerce öykü çıkacak malzemeyle burun buruna geliyoruz. Çocuklara değilse bile büyüklere bu ilginç, sıra dışı gelen kurguları olaylara alışılmışın dışında bir noktadan bakmakla açıklayabilirim. Nasıl ki fotoğraf ve resim sanatında ışık - gölge önemliyse, bulunduğunuz yere ve ortamın aydınlatmasına göre fotoğrafını çekeceğiniz ya da resmini yapacağınız obje insanı hayrette bırakacak bir değişime uğruyorsa hikâyede de farklı bir noktada durup olaylara oradan bakmak okurda kurgu için orijinallik duygusunu uyandırabiliyor.

Hikayelerinizde ayrı tatlar var. “Küçük İncir Kuşu” isimli hikayede ise gerçekle öykü birbirine karışıyor. Biraz da bu hikayenizden bahsedebilir miyiz?

Küçük İncir Kuşu hikâyesi diğer hikâyelere göre daha somut, daha net, elle tutulur ögeler taşıyor, özellikle küçük yaştaki okurların da kolayca anlayabileceği türden bir öykü. Göç yolunda sürünün gerisinde kalan küçük bir kuşun karla ve soğukla olan ilk tecrübesini, mücadelesini nahif, yumuşak bir tonda anlatmaya çalıştım. Yazarken mesaj kaygım yok ancak illaki öyküde bir mesaj aranacaksa, bu öykü için; zor şartlarda yılmadan mücadeleye devam etmek, duanın gücüne inanmak, şartlar ne olursa olsun umudu yitirmemek olurdu. Bunu anlatırken gerçek ve kurmacanın iç içe geçtiği bir kurgu düşündüm. Daha ilk paragraflarda anlatıcı “…Şeker Dede’nin kahramanları bir solukta hikâyeden çıkıp gerçek hayata karışırdı” diyerek olacakların sinyalini verdi aslında. Bu iç içe geçmiş kurgunun çocuklar tarafından gizemli bulunduğunu düşünüyorum. Caddede eski paltosuyla titreyerek yürüyen Akakiyeviç’le karşılaşmak ya da Eminönü-Üsküdar vapurunda Halit Ayarcı’nın yanına oturmak hayret verici olduğu kadar güzel olmaz mıydı? Çocuklar imkânsız kelimesinin anlamını büyüdükçe öğreniyorlar, her şeyin ihtimal dâhilinde olduğu bir dünya bizim için inanılmaz olsa da onlar için mümkün. Çocukluğun büyüsü de bence burada yatıyor.


• • •

Gazoz Kapakları Birliği

Arzu Kadumi

Şule Yayınları

Nisan 2017

88 sayfa

#Çocukluk
#Öykü
7 yıl önce