|

Cumhurbaşkanlığı sistemi ve Türk siyasal kültürü

Türkiye’de tam demokrasiye geçilememesinin sebebi, R.Dahl’in isabetle belirttiği üzere, atamayla gelen bürokrasi elitlerinin seçilen hükümetin emrine tam olarak girmemesidir. Ali Fuat Başgil’in aday olması örneğinde olduğu üzere, istemedikleri adayı zorla adaylıktan vazgeçiren onlardır. Cumhurbaşkanını kafalarına göre belirleyemeyince yargının vesayeti devreye girerdi.

Yeni Şafak
04:00 - 8/02/2017 Çarşamba
Güncelleme: 00:59 - 8/02/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
illüstrasyon: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
illüstrasyon: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
PROF. DR. İshak Torun– Abant İzzet Baysal Üniversitesi


Anayasa değişikliği süreci olumlu neticelenirse Türkiye'de hükümet sistemi değişecek. Parlamenter hükümet sistemi yerine başkanlık (cumhurbaşkanlığı) sistemi gelecek. Bu geçiş sürecinde üç temel tartışma göze çarpıyor: Birincisi rejimin değişip değişmediği tartışması, ikincisi sistem değişikliğinin Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili olup olmadığı tartışması, üçüncüsü ise ihdas edilecek sistemin Türk siyasal geleneğine ve kültürüne uygun olup olmadığı tartışması.



KUVVETLER AYRILIĞI DAHA GÜÇLÜ


Birincisi: Cumhurbaşkanlığı (veya Başkanlık) bir siyasal sistem değil, hükümet (devlet) sistemidir. Siyasal sistem totalitarizm, otoritarizm ve demokrasiyle ilgiyken, hükümet sistemi başkanlık, yarı başkanlık ve parlamentarizmle ilgilidir. Bundan dolayı mevcut değişimin siyasal sistemi (rejimi) değiştirdiği iddiası en azından biçimsel olarak gerçeği yansıtmıyor. Bununla birlikte başkanlık sistemine geçiş bir hükümet sistemi değişikliğiyle sınırlı kalmayacağı, doğrudan veya dolaylı olarak siyasal sistemi değiştireceği iddiası veya beklentisi vardır. Cumhurbaşkanlığı sistemi endişeli laik Batıcılara göre demokratik rejimi, muhafazakârlara göre ise vesayet rejimini sonlandıracaktır.



Endişeli laiklere göre bu değişim kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve laiklik gibi demokrasinin temel ilkelerini ortadan kaldıracaktır. Oysa başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı parlamenter rejimdekinden bile güçlüdür. Yasama ile yürütme bir birinden net olarak ayrılmaktadır. Anayasa değişikliğiyle kuvvetler ayrılığı değil, yürütmenin ayrılığı ortadan kalkacak. Değişiklik teklifinde buna halel getirecek bir madde de bulunmuyor. Yine mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı anayasa değişikliğinde açıkça tanımlanıp vurgulanıyor. Sadece HSYK'ya üye seçiminde meclise büyük inisiyatif tanınıyor. Mevcut uygulamada meclisin seçtiği üyeleri hakimler seçiyordu. Anayasa Mahkemesi üye sayısı ve atama usulünde ise her hangi bir değişiklik teklifi bulunmuyor. Geriye kaldı laiklik. Yine cari laiklik ilkesine hiç dokunulmuyor.



Aslında laik Batıcıların bu ülkede demokrasi dertleri hiç olmadı. Çünkü demokrasi imtiyazlı azınlıkların aleyhine işleyen bir sistem. İmtiyazlı elitler kaçınılmaz bir şekilde Baasçı refleksler taşır. İmtiyazlarından vazgeçmeyen elitistlerde bu refleksler anti demokratik kültürü besler. Doğu toplumlarındaki Batıcı azınlıklar gerçekte demokrasiye hasmane tavır almışlardır. Ancak demokrasi kavramını söylemleştirmişler, yani demokrasiyi imtiyazlarını meşrulaştırmak için kullanmışlar. Bunu iç ve dış odaklı darbelere karşı aldıkları tavırlardan biliyoruz. Onlar Türk siyasi tarihindeki –askeri- bürokrasinin yaptığı darbeleri “ama”lı cümlelerle meşrulaştırırken, 15 Temmuz halk hareketini ve Adnan Menderes, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan gibi liderlerin halk tarafından büyük teveccühle seçilmelerini ise yine “ama”lı cümlelerle değersizleştirmişlerdir.



II. Abdulhamit'i “hürriyet” söylemiyle tahtından indirip tek parti istibdadını tesis etmişler. Milli Mücadele'yi yapan demokratik meclisi hemen feshedip, tek adam ve tek parti hükümetini kurmuşlar. 1950 sonrası Sovyet korkusu ve ABD desteği aşkına kabul ettikleri demokratik sistemi ilk fırsatta darbeyle onlar devirmiş. “Ama”lı anayasalar yazdırıp demokrasinin içini boşaltan, özellikle yargı makamlarına kritik atamaları yaparak vesayet rejimi kuran yine onlar.



DEMOKRASİNİN TESİSİNDE BÜROKRASİ ENGELİ


Türkiye'de tam demokrasiye geçilememesinin sebebi, R.Dahl'in isabetle belirttiği üzere, atamayla gelen bürokrasi elitlerinin seçilen hükümetin emrine tam olarak girmemesidir. Seçimle gelecek hükümete supap olsun diye Cumhurbaşkanı yetkilerini artırmışlar. Nasıl olsa Cumhurbaşkanı hep onların tekelinde kalmış. Ali Fuat Başgil'in aday olması örneğinde olduğu üzere, istemedikleri adayı zorla adaylıktan vazgeçiren onlardır. Cumhurbaşkanını kafalarına göre belirleyemeyince yargının vesayeti devreye girerdi.



Yüksek yargı hep seçilmiş iktidarın başında Demokles'in kılıcı gibi sallanmıştır. Canları çektiğinde parti kapatmışlar veya “….kapatırız ha!” demişler. Nitekim hükümet sistemini bugünkü sorunlu haline getiren şey Anayasa Mahkemesi'nin Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgiliverdiği zorlama 367 kararı değil midir? Maalesef bu iki başlı sistem cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini mümkün kılan referandumla beraber iyice kronikleşmiştir.



İkincisi: Tayyip Erdoğan'ın parti üzerindeki otoritesi ve Ak Parti'nin tek başına iktidar olması sayesinde belki Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında uyum sorunu yaşanmamaktadır. Yürütmedeki iki başlılık fiilen aşılmaktadır. Aksi halde ortaya çıkacak yönetim boşluğu, yürütmedeki iki başlılık Türkiye'yi sosyal, ekonomik ve siyasal krizve müdahalelere bütünüyle açık hale getirecektir. İki başlı rejim sorununu ivedilikle çözmek gerekiyor. Bunun için, güçlü bir Türkiye için başkanlık sistemine geçmek gerekiyor.



Türkiye'nin demokrasi ve özgürlükler kadar güvenlik, sosyal ve siyasi istikrar ve kalkınma öncelikleri de bulunuyor. Demokrasiyi istikrar, kalkınma ve güvenlik gibi diğer önceliklerle birlikte düşünmek, mümkün olduğunca optimum kompozisyona ulaşmak gerekiyor. Bu açıdan başkanlık (cumhurbaşkanlığı) sistemi Türkiye'nin tarihsel, toplumsal ve stratejik konumuna daha elverişli görünüyor.



Bizimle benzer konumdaki Güneydoğu Asya ülkeleri daha fazla demokrasiyle değil, güçlü ve sürekli hükümetlerle gelişmişlerdir.Güçlü ve istikrarlı siyasi yapıya belki Türkiye'nin konumu itibariyle çok daha fazla ihtiyacı var. Kalkınma ile demokrasi dönüşümlü olarak bir birini etkilemektedir. Demokrasinin yerleşik olduğu ülkeler aynı zamanda ekonomik bakımdan da gelişmiş ülkelerdir. Yani, kalkınmayı demokrasi etkilediği gibi demokrasiye de kalkınma etkiliyor.



EŞİTLİKÇİ TOPLUM YAPISI BASKIN


Üçüncüsü: Başkanlık sistemi Türk siyasal kültürüne daha uygundur. Osmanlı Sadrazamı Said Halim Paşa fırka (parlamenter) sisteminin iktibas edilmesini olumsuz olarak değerlendirir: Parlamenter sistem, eşitsizliğin, sınıf ayrımlarının keskin olduğu parçalı toplum yapısına sahip Avrupa'da gelişmiştir der. Demokrasi Avrupalıların çatışma, çözülme ve bölünme sorunlarını sulh ile çözmede işlevsel bir araç olarak ortaya çıkar. Avrupa toplumu hep ruhbanlar, soy aristokrasisi, toprak aristokrasisi ve burjuva gibi bir birinden keskin çizgilerle ayrılan sınıflardan oluşmuştur. Bu eşitsiz yapı her zaman çatışma ve ihtilafları beslemiştir. İşte fırka (parlamenter demokrasi) düzeni bu eşitsiz sınıfları savaşmadan, kavga ettirmeden uzlaşma ve sulhun kurumsallaşmasından başka bir şey değildir. Oysa fırka sistemi bizi bölüp, hizipleştirmiştir. Çünkü bizde keskin sınıflar yoktur; eşitlikçi toplum yapısı söz konusudur.



Türkler hep güçlü bir devlet merkezi etrafında toplanmıştır. Öte yandan Türk siyasal kültürü dini, etnik ve kültürel farklılara dayalı bir sivil toplumdan beslendiği için hoşgörü içerir. Hoşgörü ise demokratik siyasal kültürün en önemli unsurlarından biridir. İlginçtir! Cumhuriyetin siyasal elitleri Osmanlı'nın merkeziyetçi devlet geleneğini ve otoriter siyasi kültürünü aynen devam ettirirken, farklılıklara dayalı sivil toplum kültürünü dışlamışlardır.



SİYASAL KÜLTÜRÜMÜZE DAHA UYGUN


Osmanlı'nın merkeziyetçi siyasal yapısı, nizam-ı âlem stratejisi, arz yönlü ekonomi politikası, tımar sistemi, devşirme kurumu ve evlat katlı gibi uygulamaları merkeziyetçi, üniterci bir siyasal kültürü yaratmıştır. Tasvir ettiğimiz bu yapı dini, nesebi, toprak ve ticaret sınıflarının ortaya çıkışını engellemiştir. Ahmet Tabakoğlu Osmanlı toplum yapısını aynı adla ele aldığı makalesinde bunları özetler. İbrahim Yasa'ya göre siyasal merkeziyetçilik aslında Bizans dâhil, Japonya hariç bütün Doğu'nun 2000 yıllık geleneğidir. Bu gelenek Cumhuriyet'e aynen intikal etmiştir. Anayasamızda ve siyasal kültürümüzde yerleşmiş “üniter yapı” kurumu Osmanlı'daki siyasal merkeziyetçiliğin devamı niteliğindedir.



Siyasal kültür konusunda Osmanlı ile federasyon yapısını eşleştirmek yaygın hatalardan biridir. Yapılan hatanın sebebi Osmanlı'nın siyasi yapısıyla iktisadi ve idari yapısını karıştırmaktır. Ahmet Tabakoğlu'ndan iktibasla, Osmanlı idari ve ekonomik bakımdan yerinden yönetim ve/veya yerel yönetimci iken, siyasal bakımdan katıksız bir merkeziyetçidir. Öyle ki merkeziyetçilik Osmanlı'da ve onun uzantısı sosyolojik kesimde adeta bir fetiştir. Devletle din, devletle ekonomi, devletle evlat karşı karşıya kalırsa tercih hep devletten yana olmuştur. Devlet-i aliyeyi inşa eden bu kültürdür.



Sonuç: Yürütmedeki iki başlılık Türkiye'nin bir sistem sorunudur. Başkanlık (cumhurbaşkanlığı) sistemine geçmek alternatif çözüm yollarından biridir. Cumhurbaşkanlığı sistemi toplumun siyasal kültürü, ülkenin stratejik konumu, kalkınma ve güçlü olma ihtiyacıyla uyumludur. İlke olarak siyasal sistem değil, hükümet sistemidir. Dolayısıyla yapılacak değişikliği demokratik siyasi sistemin değişikliği olarak öngörmek doğru değildir.





#Cumhurbaşkanlığı sistemi
#Recep Tayyip Erdoğan
#AK Parti
#ABD
7 yıl önce