|

Değerli şeyler-değersiz şeyler

İslami sorumluluk bilinci, seküler algıların/yapıların tarihdışı/toplumdışı kıldığı, İslami bütünlüğü, yeniden insani/toplumsal ve tarihsel alana kazandırabilecek bir zihinsel/ahlaki mücadeleyi zorunlu kılıyor.

Yeni Şafak
04:00 - 20/07/2015 Pazartesi
Güncelleme: 22:24 - 19/07/2015 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


Gerçeklerin dünyası, değerlerin dünyasından, ahlakın dünyasından bağımsız hale geliyor. Değerlerin dünyası göreceli bir dünyaya dönüşüyor. Değerlerin dünyasından uzaklaştığımız ve değerleri göreceli hale getirdiğimiz için çok kişisel ve çok yapay dünyalarda yaşamaya başlıyoruz. Günümüz insanı, bireysel arzularını, beklentilerini, ihtiraslarını gerçekleştirdiği takdirde kendisini “özgür” sayıyor; doğru olanı, iyi olanı, ahlaki olanı temsil ettiğinde değil, insanlar, ihtiraslarına/beklentilerine olan bağımlılıkları arttıkça, özgürlüklerini de o ölçüde kaybettiklerini farkedemiyor.



Liberal zamanlarda, bütün toplumlarda, İslam toplumlarında da, ahlaki boşluklar derinleşerek büyüyor, insanların ahlaki sorunlar karşısında, kültürel sorunlar karşısında, toplumsal sorunlar karşısındaki ilgisizlikleri/kayıtsızlıkları gözle görülebilir bir biçimde artıyor. Günümüz insanı yalnızca çıkarlar konusunda, ekonomik sorunlar karşısında çok duyarlı. Kamusal akıl, düşünceye/kültüre/bilgeliğe/felsefeye kesinlikle ihtiyaç duymuyor. Kendilerini sayıların dünyasına hapseden her tür iktidar biçimi de, düşünsel/kültürel/felsefi konuları/sorunları/ilgileri gündemlerine almıyor.



KİŞİSELLİK KÜLTÜ ÖNE ÇIKTI


İnsanın, toplumun içsel/manevi/deruni hayatına kayıtsız kalan her eylem yaklaşımı, bir biçimde faşist tezahürler sergiliyor. Modern-seküler-liberal zamanlar kişisellik kültü'nü öne çıkardı. Bu durum bireyin bir otorite olarak ortaya çıkışına, birey dışında her tür otoritenin reddine yol açtı. Liberal zamanlara özgü, liberal bencillik, sınırlarının farkında olma bilincini ve ahlakını yok sayan bir anlayış oluşturdu. Modern ideolojiler hiç bir alanda bir bütünlük bilinci oluşturamadılar. Rasyonalist felsefeler din'i olan ne varsa hepsini pervasızca reddettiler, ancak daha sonra “bilim”i din haline getirmek suretiyle kendi kendileriyle çeliştiler.


Birey'i putlaştırarak otoriteyi reddetmenin hangi ölçüde yanlış olduğu, otoriteyi putlaştırarak bireyi reddetmenin de bir o kadar yanlış olduğu gereği gibi anlaşılamadı.



Modern-seküler-liberal zamanlar din/iman/ahlak/ maneviyat gibi hayati konuları ikincil plana iterken, seküler algı biçimlerini, algı yapılarını birincil konuma yerleştirdi. Seküler algıların/yaklaşımların/yapıların belirleyici hale gelmesiyle birlikte Müslümanlar İslami inançlarını/imanlarını, İslami amaçlarını bütünüyle ifade edemeyecek bir çerçeve içerisine hapsedildiler. Bugün, Îslami inançlar/değerler/ölçütler/ahlak/hikmet kamusal dile, kamusal bilince ve akla kesinlikle yansıtılamıyor. Kamusal bilince yansıtılabilen şeyler “geleneğe saygı” klişesinden ibarettir.



GERÇEĞİ BÜTÜN BOYUTLARIYLA KAVRAYAMIYORUZ


Dışsal bir müdahaleye, baskıya, yönlendirilmeye maruz kalan, ya da bu tür kısıtlamalara, müdahale ve yönlendirilmelere açık olan toplumlarda/kültürlerde büyük düşünürler, büyük filozoflar-bilgeler vb. yetişmiyor, yetiştirilemiyor. Hangi yönden gelirse gelsin, dışsal bir kısıtlamaya, yönlendirilmeye maruz kalmaya başladığımız andan itibaren, bağımsız akletme/düşünme/sorgulama yeteneğimizi kaybediyoruz, bu durumda gerçeği bütün boyutlarıyla kavrayamıyoruz.



Dışsal bir kısıtlamaya maruz kalmaksızın inanarak, bu inançlar doğrultusunda amaçlar edinerek, bu amaçları gereği gibi temsil edebilecek bir ahlaka ve içtenliğe sahip olduğumuzda çok etkin, çok güçlü ve çok onurlu bir varoluşa sahip oluyoruz. İnançlarımızı ve amaçlarımızı koşullara göre biçimlendirmeye çalıştığımızda, pasif/kişiliksiz ve edilgen varoluşlar sergilemeye başlıyoruz. Heyecan uyandıran şeyler hayatımızdan çıkıyor. Bütün bunlar cesaret kırıcı bir duruma işaret ediyor. İslami sorumluluk bilinci, seküler algıların/yapıların tarihdışı/toplumdışı kıldığı, İslami bütünlüğü, yeniden insani/toplumsal ve tarihsel alana kazandırabilecek bir zihinsel/ahlaki mücadeleyi zorunlu kılıyor. Bugün, hayatımızda İslam'ın yalnızca duygusal/kültürel bir bölümü var. Koşullar tarafından belirlenen toplumların/kültürlerin bağımsız bir bütünlük iradesi ortaya koyması düşünülemez.



DEĞER SİSTEMİ OLUŞTURMALIYIZ


Koşulların sınırları, içerisine hapsedilen bir inancın, düşüncenin, kültürün özgürlüğünden söz edilemez. Ahlaki olmaktan, ahlaki davranmaktan, ahlakı temsil etmekten ancak, gerçeğin eksiksiz bir biçimde ifade edilmesi halinde söz edebiliriz. Ahlaki ilkelere kayıtsız kalmak, dünyada, bütün iyi şeylere, bütün güzel şeylere, bütün doğru şeylere kayıtsız kalmak gibidir. Bir ahlak sistemi, düşünce sistemi, siyasal sistem, bir değer sistemiyle birlikte düşünülebilir. Aynı şekilde sanat/edebiyat hayatı da bir değer sistemi içerisinde sürdürüldüğünde bir anlam ifade edebilir.




Algılarımıza ve bilincimize hükmeden iradenin mahiyetini teşhis ederek, bu iradeyle yüzleşmemiz gerekir. Ahlak olmayınca herkes doğru olanı değil, çıkarları neyi gerektiriyorsa, onu yapıyor, düşünerek, aklederek, fikrederek, ahlaki olarak doğruladığımız şeyleri yaktığımızda değerli olanı yapmış oluruz. Çıkarlar doğrultusunda, koşulların dayattığı şeyleri seçtiğimizde, temsil ettiğimizde, değersiz şeyler yapmış oluruz.

#Atasoy Müftüoğlu
#maneviyat
#Liberal zamanlar
#sekülerizm
#İslami sorumluluk bilinci
9 yıl önce