|

Dışı renksiz içi cenksiz erler kitabı

Ayşe Rahşan Gürel tarafından kaleme alınan “Azizan” isimli kitap, Erkam Yayınları arasından okuyucuyla buluştu. Kitap, tasavvuf deryasının göz kamaştıran, gönül fetheden nakışları içerisinde adeta tuale yansıyan renk cümbüşleri misali ya da bal yapılmak üzere binlerce çiçeğin tozundan derlenen bir lezzet kitabı.

Yeni Şafak ve
04:00 - 12/11/2016 samedi
Güncelleme: 20:54 - 11/11/2016 vendredi
Yeni Şafak
Salih Zeki MERİÇ



Bu, arayışla başlayan bir kitap. Nedret'in arayışı. Gönlüne düşen katıksız 'aşk ateşi'nin bedenini saran ızdırâbı ile hakîkati arama eylemini, kemâlât yolculuğunu ve bu yoldaki âdâbı şeker-şerbet misâli tatlı talı anlatan bir kitap. Tasavvuf deryasının göz kamaştıran, gönül fetheden nakışları içerisinde adeta tuale yansıyan renk cümbüşleri misali ya da bal yapılmak üzere binlerce çiçeğin tozundan derlenen bir lezzet kitabı. Bu kapıdan girmeyen, bu yolun lezzetini tatmayan bilemez gönlüden gönüle akışın ne olduğunu. Bilemez bakışlarla büyüyen başakların hikmetini. Ve bilemez bir iken iki olmayı, aynîleşmeyi, sevmeyi ve sevilmeyi…Arap, Fars ve klasik Türk edebiyatını zamanın ehil hocalarından tahsil etmiş bir târih profesörüydü Nedret Baycar. Bir ilâhîyat fakültesi bünyesinde kadim eğitim usûlleri üzerinde çalışıyor, bir tasavvuf târihi kürsüsünün ihdâsı için köklü projeler yürütüyordu. Ceddi Anadolu'ya Buhârâ'dan gelmiş, Amasya'ya yerleşmişti. İnsanlığın soy kütükleri konusunda araştırmaları vardı. Târih denilen şablonun, kendi sınırlarına uymayan bilgileri nasıl saf dışı edebildiğini iyi biliyordu. Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş Velî, Mevlânâ Celâleddin ve pek çok İslâm mücahidiyle ilgili tutarsız, mesnetsiz yakıştırmalar, yamamalar, karalamalar, târihî araştırma adı altında umûma sunuluyordu.



DERYA GÖNÜL BİR ADAM



Yıllarca bir kitabın peşinde iz süren ve türlü tevafuklara muhatap olan derya gönül bir adamdı aynı zamanda Nedret. Haluk isminde, gönülleri birbirine akmış bir talebesi vardı. Haluk, hocasının uzun zamandır izini sürdüğü bir esere ulaşmak için adeta seferber olmuştu. Hocasının akademik çevrede engellenemez yalnızlığını görüyor, onun ömrünü adadığı bu tasavvuf klasiklerinin neşri ile her sefer yeniden doğduğunu gördüğünde büyük bir mutluluk duyuyordu. O da, mis gibi âharlı varaklar arasında kendinden geçer, bu yılların mührünü taşıyan birbirinden değerli yazma eseri, matbu esermiş gibi rahatlıkla okuyabilirdi. Yaşadığı ortamda klasik akademisyen bakış açısından usanıp bir şeylerin hep yarım kaldığını hisseden rikkat sahibi bir insan, adeta hayatının kitabını arıyor. İstanbul'daki bütün kütüphanelerde zikrini duyduğu Râmitanlı Şeyh Ali'nin Mahbûbül-ârifîn adlı eseri arıyor. Nedret bu eserin, Rutbetül-hayât ile Risâle-i Kudsiyye arasında bir köprü vazifesi göreceğini düşünüyor ve aradaki halkada hiçbir bozulma olmadan şerîat-ı mutahhara izindeki bu mübarek yolun Bahâeddin Nakşibend, İmam Rabbânî, Hâlid-i Bağdâdî ve şanlı şehit Es'ad Erbilî'ye, sonrasına ve günümüze nasıl berrak bir su gibi tertemiz olarak ulaştırabildiğini göstereceğini umuyordu.Fedakâr öğrencisi Haluk, hocasının aradığı kitabı bulmaya adeta ahdediyor. Ve nihayet Haluk'un araştırmaları meyvesini veriyor; kitabı buluyor. Kitaba ulaşan Nedret'in sevinci tarifsiz oluyor. Asıl hikâye işte bundan sonra başlıyor… Ali Râmitanî'nin Mahbûbül-ârifîn adlı eseri Azîzân'ın mayasını oluşturuyor. Peygamber Efendimiz'den başlayan altın silsile ile mayalanan manevî yol, her durakta, her devirde biraz daha genişliyor, büyüyor. Peki, Azîzân ismi nereden geliyor? Hâce Ali Ramitanî Hazretleri, sohbetlerinde kendi kelâmını dile getirirken edeben, sözlerinin bu güzel manevi yolda kendisine himmet eden büyüklerine ait olduğunu, onların feyzinin bereketiyle konuştuğunu ifade etmek için “Azîzân” ifadesini kullanır ki, kelâmını kendine mâl etmez. Bu ince edeb, Hazretin asırlar boyu “Azîzân” olarak künyelenmesine vesile olmuştur. Tıpkı Hâce Abdülhâlık Gücdevânî Hazretlerinin 'Hâcegân' olarak künyelenmesi gibi…



TARİHİ VE TASAVVUFİ ROMAN



Yazarın kitabına almadığı ama farklı kaynaklarda geçen başka bir rivayet ise şöyledir:



Bir defâsında Ali Râmitanî Hazretleri'nin evinde yiyecek adına iki-üç gün bir şey bulunmadı. Evdekiler ve misâfirler açlık sebebiyle çok üzüldüler. O sırada Ali Râmitanî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç ikrâm olarak bir şeyler getirdi. Bu nâzik anda gelen yiyeceklerden Ali Râmitanî hazretleri çok memnun oldu, yiyecekleri ev halkına ve misâfirlerine ikrâm etti. Sonra o talebesini çağırdı ve “Getirdiğin bu yiyecekler sıkıntılı bir ânımızda imdâdımıza yetişti. Sen de bizden ne murâdın varsa iste. Çünkü hâcet kapısı şu anda açıktır.” buyurdu. Talebe de; “Efendim ilimde ve evliyâlıkta size benzemek istiyorum.” dedi. Ali Râmitanî Hazretleri; “Ağır bir iş arzu ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın.” buyurdu. Genç ise; “Tek murâdım evliyâlıkta aynen size benzemektir.” dedi. Bunun üzerine Ali Râmitanî hazretleri ona teveccüh etti, kalbini mânevî bakışlarıyla temizledi. Genç, Allah'ın izniyle Ali Râmitanî Hazretlerinin manevi derecesine kavuştu. Bu hâle kırk gün dayandı, sonra vefat etti. Bu hadiseden sonra ona bir anda kendi mânevî makamlarını verip kendisi gibi yaptığı için, iki azîz mânâsında kendisine Azîzân ismi verildi. Bundan dolayı büyükler şöyle derler:Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa/Kalbindeki dünya düşüncesini senden almazsa/ Onun ile sohbetten etmez isen teberrî /Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri. Kitabın müellifi Ayşe Rahşan Gürel Hanımefendi. Edebiyatçı ve akademisyen. Uzun yıllar hocalık yapmış. Tasavvufi manada çalışmalara imza atmış. Talebe yetiştirmiş. Yılların birikimini sargın bir dille bu kitaba aktarmış. Kitabı, tarihî ve tasavvufi roman olarak tanımlayabiliriz. Azîzân olarak bilinen Ali Râmitanî merkezde olmakla beraber aynı dönemlerde yaşamış gönül ehli zâtların da içinde bulunduğu bir olaylar silsilesi ile tasavvufi erkân güzel bir şekilde anlatılmış.



HER ÇİÇEKTEN BİR BAL



Kitabı okurken, Tasavvuf bahçesinin bin bir çeşit çiçeklerinin göz alıcı renklerini görebiliyorsunuz. Toplumun manevî direkleri olan zâtların size o güzel sesleri ile fısıldadıklarını, Mevlânâ'nın, Muhammed Bahâeddin Nakşibendî gibi zâtalrın sesini duyuyorsunuz. Ali Râmitanî'nin sağına ve soluna yerleşen isimlere baktığınızda Anadolu'yu, Orta Asya'yı imar eden ruhun kaynağındaki isimleri görüyorsunuz. Yazar o manevi doku kahramanlarını ve gönlündeki 'Azîzân'ı tarif ederken şu ifadelere yer veriyor:''Hâce Ali Ramitanî Hazretleri, Buhârâ'nın Râmitan kasabasında doğuyor. Hayatının bir asra yakın dönemini Harezm'de geçiriyor. Kabri bugün Türkmenistan'ın Taşhavuz vilayetinin Köne Ürgenç yerleşmesinde. Buhârâ yakınlarında da bir makam-kabri bulunmakta. 130 senelik bereketli ömrüne neler sığdırdığını hakkındaki birkaç varaka bakarak kestiremiyoruz. 1194 yılında doğan Hace Ali Râmitanî Harezm'e geldiğinde, aralarında bazı mükâlemelerin geçtiği bir 'Harezm şahı'ndan bahsediliyor kaynaklarda. Harezmşâhlar Devleti 1231'de 'uluğ' sultanları Celâleddin Harezmşâh'la son bulduğuna göre bu meçhul şahın ismi, aslında o kadar da sırlanmış olmasa gerekti. Celâleddin Mengüberti, Cengiz Han ve Sultan Alâeddin Keykubad, Azîzân'ın hikâyesinin sağ yanında yer alırken sol tarafına Ebul Hasan Harakânî, Yûsuf Hemedanî, Abdulhâlık Gucdevanî, Ârif Rivegerî, Mahmûd Encirfagnevî ve Muhammed Baba Semmasî hazeratı yerleşti. Ve Muhammed Savcı Bey! O da Yapıcılar ve Kurucular arasında büyüyen bir Yazıcı olarak 'Yaz!' emrini yerine getirdi. İlbilge, Gülnihal, Gülbahar, Emine Selcen ve Gökçenur… Durabilecekleri en asil duruşlarıyla hikâyede var oldular. Hepsi erlik makamının sağlam kulpuna tutunmuş kırk ercesine erlerinin yanında durdular. Hepsi ünsiyetin kutbu olan 'kadın'dılar!''''Azîzân, Harakânî Hazretlerinin bıraktığı yerden sancağı devralan gök armağanı öncü ruhların uzun hikâyesidir. Gayret kuşağını tevekkül ipiyle dokuyup beline sarmış mana erlerinin, “Takdir-i Ezel gayrete âşıktır!” diyerek 'hakîkat medeniyeti'ne giden yolda kurdukları 'gayret devleti'nin 'ana' yasalarından bahsetmektedir. Her kap ancak içindekini sızdırır. Bunun içindir ki herkesin Yunus'u başkadır Mevlânâ'sı başka. Bu kap da gönlündeki Azîzân'ı yazdı; 'aşk' diliyle! Kabul ola! Aff ola!''Yazar, kitabı için 'dışı renksiz içi cenksiz erler kitabı' tanımlamasını yapmış. Ve adeta bir bal arısı gibi her çiçeğe konup balözü toplamış. Mesnevî'den Reşâhata, Yûnus'tan Muhammed Esad Erbîlî'ye kadar damla damla katreler sunmuş okuyucuya.





Azîzân, sahasında kaleme alınmış örnek kitaplardan biri. Yazarının böyle bir iddiası yok ancak okuyunca o hakkı siz teslim ediyorsunuz.



Akıcı bir uslûbu ve her satırının güçlü kelimelerden oluşması okurken bütün satırların altını çizmeye zorluyor sizi. Her ifade yeni bir ruh dirilişi sağlıyor insana. Bölüm başlarına konulan sözler ise sizi kitabın bir sonraki bölümüne hazırlıyor. Bu ifadelerin tefekkür dünyamızı ören öncü şahsiyetlerden seçilmesi de ayrı bir ehemmiyet kazandırıyor esere.



Kitabın en başında bulunan ithaf ise hem yazarın ruh dünyasını hem de kitabın muhteva derinliğini en güzel bir şekilde ortaya koyuyor: ''Bedr-i hafâ Hazret-i Sâmî Efendi'ye; acz ile…''



Umarız, kitabın içinde zikri geçen âbide şahsiyetlerin yapıcı onarıcı manevî tesirleri okuyucuyu kucaklasın ve ümmet mayasındaki birleştiricilik ruhunun yeniden vücut bulmasına vesile olsun.





• • •


Azizan


Ayşe Rahşan Gürel


Erkam Yayınları


2016


416 sayfa



#Ayşe Rahşan Gürel
#Azizan
#Erkam Yayınları
il y a 7 ans