|

Diyanet İşleri Başkanlığı yıpratılmamalı

Bizzat şahsî tecrübelerime dayanarak şunu ifade etmek isterim ki, bazı eksiklikleri olmakla birlikte özellikle ortaöğrenim okullarındaki Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, son derece hayırlı hizmetlere vesile olmaktadır. Bu okullardaki öğrenci ve öğretmenler, bu hafta boyunca Resûl-i Ekrem’i (s.a.v.) anma, anlama, tanıma ve sevme noktasında epey güzel kazanımlar edinmektedirler.

Yeni Şafak ve
04:00 - 30/05/2017 Salı
Güncelleme: 03:30 - 30/05/2017 Salı
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Son birkaç haftadır, Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri etrafında yapılan tartışmalar, Türkiye’nin “dindar ve muhafazakâr mahalleleri”nde önemli gündem maddelerinden birini haline gelmiştir. Bazı çevrelerin, bu etkinliklerin FETÖ ile bağlantılı olduğunu, hatta kutlamanın isminin ve tarihinin, bizzat bu örgüt ile irtibatlı kişilerin yönlendirmesiyle belirlendiğini söyledikleri görülmektedir. Bu etkinliğin, dönemin başbakanı merhum Turgut Özal’ın himâyesi ve desteğiyle 1989 yılında başlatılmasına öncülük eden, o dönemin Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay, 6 Mayıs 2017’de, Yeni Şafak gazetesindeki “Düşünce Günlüğü” sayfasında bu mesele hakkında yapılan dedikodulara birinci elden cevap vermiş; bizzat bu faaliyetin başında bulunan kişi olarak, başlangıç safhasında yaşananları, gayet ikna edici bir dille açıklığa kavuşturmuştu. Ancak bu çevreler, bu açıklamalardan tatmin olmamış olacaklar ki, meselenin daha da üzerine giderek, -kasıtlı ya da kasıtsız- maalesef maksadını aşan söylemlerle konuyu Diyanet İşleri Başkanlığı müessesesini ve onun hâlihazırdaki yöneticilerini hedef alan bir kampanyaya dönüştürdüler.

Bu meselede, şahısları savunmak ya da hedef almak gibi bir amacımız yoktur ve de olmamalıdır. Zira şahıslar geçici, müesseseler ise kalıcıdır. Ancak kurumların insan ile kâim olduğu gerçeğini de dikkate alarak, kurumlara ya da şahıslara açık bir haksızlık yapıldığında “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmamak” gibi bir vazifemizin olduğu da unutulmamalıdır. Bu sebepledir ki, Kutlu Doğum Haftası hakkındaki iddialarla alâkalı bazı hususları, şahsî tecrübelerimiz ışığında, âdil ve hakperest bir bakışla ele almaya gayret edeceğiz.

ELEŞTİRİLER, İDDİALAR
VE GERÇEKLER

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Hoca’nın, 17-25 Aralık sürecinden önce, Hadislerle İslâm isimli eserin Fetullah Gülen’e takdim sadedinde yazdığı iddia edilen bir yazıdan hareketle, kendisini FETÖ’ye derin bir sempatisi olan biriymiş gibi göstermek, insaflı bir yaklaşım değildir. Eğer bu süreçten önce, bu yapı hakkında kimlerin ne yazdığına ve ne söylediğine bakılacak olursa, siyasetçilerden sanatçılara, işadamlarından akademisyenlere kadar, Türkiye’nin büyük çoğunluğunun bu yapıyla irtibatlı olduğu ya da buna ciddi ve sahici bir muhabbeti olduğu sonucunu çıkarmak gerekecektir. Ayrıca Kutlu Doğum Haftası’nın FETÖ’nün bir projesi olduğu iddiası da, somut hiçbir delile dayanmamakta, ya ciddi bir art niyetin ya da paranoyak şüpheciliği andıran bir zihniyetin ürünü gibi görünmektedir. Esefle görüyoruz ki, günümüzde bazı insanlar, sevmedikleri kimseleri ve kurumları karalayacak ciddi bir malzeme bulamayınca, bir bahane uydurup onların FETÖ sempatizanı, hatta kripto FETÖ'cü olduklarını fütursuzca söyleyebilmektedirler. Diyanet İşleri Başkanlığı da maalesef bu yaftalamadan nasibini almış görünmektedir.

Kutlu Doğum Haftası’nın, milâdî takvime sabitlenmesinin doğru olmadığı, zira bunun dinî bir etkinlik olduğu ve dinî etkinliklerin, günlerin ve gecelerin belirlenmesinde hicrî takvimin esas alınması gerektiği, dolayısıyla Mevlid Gecesi’nin bulunduğu haftayı Kutlu Doğum Haftası yapmak gerektiği iddiası da yersiz bir iddiadır. Zira bu haftanın belirlenmesi, taabbudî ve itikâdî bir hafta ihdâsı ve icâdı değildir. Kimsenin böyle bir iddiası yoktur. Maksat, bu haftayı bir vesile edinerek Resûl-i Ekrem’i (s.a.v.) ve onun kutlu mesajını başta genç nesiller olmak üzere Türk milletine anlatmaktır. Bunun için de bu haftanın, milâdî takvime göre ayarlanması zarurettir. Zira bu etkinliklerin yaygın ve kolay bir şekilde yapılabilmesi için, hava koşullarının uygun olması gerekir. Ayrıca bu haftada yapılan etkinliklerin belki de en önemli muhâtapları ortaöğrenim kurumlarında okuyan öğrencilerdir. Türkiye’de eğitim-öğretim faaliyetlerinde milâdî takvim esas alındığına göre, bu etkinliklerin, ortaöğrenim okullarında her yıl sürekli ve düzenli bir şekilde icrâ edilebilmesi için milâdî takvimin esas alınması, bir gerekliliktir. Bu programlar, Mevlid Gecesi esas alınarak hicrî takvime göre düzenlenecek olursa, hicrî takvim ile milâdî takvim arasındaki farklılık dolayısıyla her sene, farklı tarihlerde kutlanacaktır. Böyle olunca da hem yazın aşırı sıcağına ve kışın aşırı soğuğuna denk geldiğinde bu programları yapmak zorlaşacak, hem de yaz tatilleri ve yarıyıl tatillerinde, ortaöğrenim okullarındaki öğrenciler ve öğretmenler, bu programlardan mahrum kalacaklardır.

Öte yandan, Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin, Mevlid Gecesi’nin yerini alması endişesi, haklı bir endişedir. Türk milletinin Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) olan muhabbet ve hürmetinin bir nişânesi olarak asırlardır derin bir vecd ve yoğun bir feyz ile kutladığı Mevlid Gecesi, daha nitelikli etkinlikler ve daha geniş katılımlı programlarla kutlanmaya devam etmelidir. Bu hafta, Mevlid Gecesi’ni gölgede bırakacak bir alternatif kutlama haline gelmemelidir.

SOMUT TEKLİF YOK

Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin muhtevasıyla ilgili eleştirilere gelince, bunların haklılık payı vardır. Zira bu hususta maalesef pek çok eksiklikler ve yanlış uygulamalar mevcuttur. Ancak bu konuda eleştiri yöneltenlerin, bu etkinliklerde ne gibi faaliyetlerin yapılması gerektiği konusunda somut teklifleri yoktur. Halbuki onlardan beklenen, yalnız eksiklikleri görüp bunlar üzerinden eleştiri yapmak değil, ideal etkinliklerin neler olduğunu da açıklamalarıdır. Üç-beş ağaca kızıp koca bir ormanı yakmak ne kadar doğruysa, bu etkinliklerdeki bazı hatalara ve eksikliklere bakıp bunları tamamen kaldırmayı teklif etmek de ancak o kadar doğru olabilir. Zira bir usûl kâidesinin de ifade ettiği gibi “Bir şeyin tamamı elde edilemiyor diye tamamı terk edilmez (Mâ lâ yüdraku küllühû lâ yütrakü küllühû)”.

Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri gerekçe gösterilerek Genelkurmay Başkanlığı tarafından 27 Nisan muhtırasının verildiği sene, öğretmen olarak görev yaptığım lisede, -o lisenin tarihinde bir ilk olarak- Kutlu Doğum programı düzenlemiştik. O programda, daha önce dinî hassasiyetlerinin olduğuna hiç şahitlik etmediğim bazı öğretmen ve müdür yardımcılarının, program esnasında son derece duygulandıklarını, hatta ağladıklarını müşâhede etmiştim. Programdan sonra da, bu kişiler, hayatlarında ilk defa Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kendilerine bu kadar güzel anlatıldığını ve böyle manevî bir atmosfer yaşadıklarını söylemiş ve programın her sene tekrarını istemişlerdi. Öğrenciler de hem programın provaları esnasında hem de programda oldukça duygusal anlar yaşamışlar ve bu duygu yoğunluğu o haftalarda yaptığım din derslerine de çok olumlu bir şekilde yansımıştı. Eminim ki, benim yaşadıklarımın benzerlerini binlerce öğretmen arkadaşımız yaşamıştır. Belki bazı öğretmenler ve öğrenciler için, Hz. Peygamber (s.a.v.) hakkında bilgi edinebilecekleri ve onu tanıyabilecekleri tek vesile, bu haftada yapılan etkinliklerdir. Dolayısıyla bu haftanın kaldırılması ya da tarihinin değiştirilmesi durumunda, bu hayırlı hizmetlerden mahrum kalınacaktır. Bugün yaşanan tartışmalar, yaşadığım tecrübeler ışığında değerlendirildiğinde şöyle tuhaf bir manzara ile karşılaşılmaktadır: 27 Nisan muhtıracılarının yapamadıklarını, bazı insanlar ve çevrelerin dinî gerekçelerle yapmaya çalıştıkları görülmektedir. Bu manzara da, insanı hayrete düşürmeye fazlasıyla yetmektedir.

ÖNEMLİ KAZANIMLAR
SAĞLIYOR

Bizzat şahsî tecrübelerime dayanarak şunu ifade etmek isterim ki, bazı eksiklikleri olmakla birlikte özellikle ortaöğrenim okullarındaki Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, son derece hayırlı hizmetlere vesile olmaktadır. Bu okullardaki öğrenci ve öğretmenler, bu hafta boyunca Resûl-i Ekrem’i (s.a.v.) anma, anlama, tanıma ve sevme noktasında epey güzel kazanımlar edinmektedirler. Dolayısıyla bu haftanın tarihini değiştirmek, bu etkinliklerin sürekliliği ve düzenliliğini engelleyeceği için, Kutlu Doğum Haftası’nın milâdî takvime göre devam etmesi, daha doğrudur.

Mevlid Gecesi’nin, asırlardır hicrî takvime göre kutlandığı, bu sebeple Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin milâdî takvime göre kutlanmasının bid’at olduğu iddiası da itibar edilecek bir iddia değildir. Zira Mevlid Gecesi uygulaması, ilk defa Şiî Fâtımîler devrinde hicrî 4. asrın sonlarında başlamış; Sünnî muhitte ise hicrî 6. asırda yaygınlık kazanmıştır. Yani bu açıdan, Mevlid Gecesi’nin kendisi de aslında bir bidattir; lâkin bir bid’at-i hasenedir. Dolayısıyla Kutlu Doğum Haftası’nın tarihinin, milâdî takvime göre belirlenmesi de bir bidattir; lâkin bir bid’at-i hasenedir. Bir başka ifadeyle, daha önce benzeri olmayan yeni bir uygulamadır; ancak yerinde ve doğru bir uygulamadır. Kaldı ki, Kutlu Doğum Haftası, Mevlid Gecesi’nin bir alternatifi olarak kutlanmamaktadır. Mevlid Gecesi, asırlardan beri kutlanıldığı şekliyle hicrî takvime göre kutlanılmaya devam etmektedir. Bu etkinliklerin milâdî takvime göre belirlenmesinin, kasıtlı olarak Hıristiyanların paskalya törenleri ile aynı tarihe denk getirildiği ya da FETÖ liderinin doğum tarihine denk getirildiği iddiasına inanmak için ise, ya çok saf olmak ya da çok art niyetli olmak gerekecektir.

Devam edecek.

Yrd. Doç. Dr. Mahmut AY

İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi
#FETÖ
#Mevlid Gecesi
#Resûl-i Ekrem
7 yıl önce