|

Edebiyat semamızdan kayan bir yıldız...

Yeni Şafak
04:00 - 12/03/2015 الخميس
Güncelleme: 21:27 - 11/03/2015 الأربعاء
Diğer
Gündem
Gündem
“Her kemalin bir zevali vardır.” Böyle diyor merhum Said Nursi. Sadece kemalin mi? Her baharın bir kışı, her gündüzün bir gecesi, her yokuşun bir inişi, her zirvenin bir düşüşü, her şöhretin sönüşü olduğu gibi her faninin de muayyen bir ömrü var. Ve ömründe muayyen bir zevali. Dünya çapında bir şöhrete malik olsak bile bu yazgı değişmiyor hiçbir zaman. İster başında taç olarak gözlerimizi açalım bu fani dünyaya, ister bir dilenci çocuğu olarak, ister dünyanın en aristokrat ailesinin bir ferdi olarak bu yazgı veya kader yine değişmiyor. Edebiyat semamızdan mücella (parlak) bir yıldız daha kaydı. Bütün kayanlar ve batanlar gibi bir daha geri gelmemek üzere. Erken yaşlarda şöhreti yurt sathının dışına taşan, onlarca kitab’a imza atan, yüzlerce ödüle layık görülen ve uzun yıllardan beri Nobel’e aday gösterilen Kürt kökenli edebiyat yıldızı bu güzide ödülü alamadan ayrıldı aramızdan. O ayrılırken ardından söylenenler yine bilindik, rutin şeylerdi. Belki de insanoğlunun ölüm karşısındaki o ezeli çaresizliği o rutin şeyleri her defasında tekrarlamaya mecbur ediyordu. Belki de daha bilmediğimiz ve adını henüz koyamadığımız daha başka, daha değişik bir şey. Her şöhretin ölümü duyarlı insanların duyguları üzerinde buruk bir hüzün ve keder keder bırakır ama bu şöhret edebiyat semasından olunca benim gibi “edebiyat hastası”, “kelam aşığı” ve söz müptelası olanlarda bu hüzün ve keder daha da katmerlenir ve bu iki duygunun ötesinde tarifsiz bir melenkoliye dönüşür. İhtimal ki ruh akrabalığı diye tabir edilen o zarif veya mel’un şey böyle bir dönüşümün nedeni oluyor. İrfan geleneğimizde “bir alimin ölümü  bir alemin ölümü gibidir” şeklinde çok veciz ve manidar bir söz vardır ki serapa doğrudur. Neden bir edebiyatçının ölümüde aynen öyle olmasın? Belki öyledir ama ‘hangi edebiyatçı’ diye sormak da itiraz edenlerin en doğal hakkı. Kısacası ölüm o zalim pençesi Yaşar Kemali de yakaladı hem de doksan iki sene gibi uzun bir zamandan sonra.         

Ölümünün Ardından Söylenenler…

Yaşar Kemal’i Yaşar Kemal yapan içindeki çocuğun hiçbir zaman ölmemesidir. Onca baskı, hapis, ölüm tehdidi, kötü kötü adamlar, bolca kıskançlık… Buna rağmen her zaman gülümser, her zaman iyimserdi. Onu özel bir kişi yapan sadece romanları değil, birleştirici insanlığıdır. Onu Yaşar Kemal yapan birleştirici ama baskıya boyun eğmeyen yanıdır. Türkiye’de yaşayıp bunca baskıya rağmen ayakta durmak başını dik tutmaktır. Bu ülkede yaşayan insanların hikayesini bütün dünyaya dinletebilmenin mümkün olduğunu ondan öğrendim. Ondan çok şey öğrendim. Ona hep yakın olmak, ona arkadaş olmak istedim. Türkçe var oldukça Yaşar Kemal de olacaktır… (O.Pamuk)

Sadece Türkiye edebiyatında değil dünya edebiyatında da bir şelaleyi andıran görkemli coşkuyu bir anlatım biçimine dönüştürmüş, insanları ve doğasıyla birlikte bütün hayatı böylesine coşkuyla anlatmış yazar çok azdır… (Ahmet Altan)

Yaşar Kemal ile edebiyatımızda bir dönem bitti, büyük yazarlar devri kapandı. Orhan Kemal’lerin, Nazım’ların, Dağlarca’ların sonuncusuydu o. Dipten gelen bir romancı, destancı, öykücüydü Yaşar Kemal. Cumhuriyet tarihinin özeti. Romanlarında, öykülerinde Dede Korkut, Karacoğlan ve Dadaloğlu konuşuyordu. Sesinde halk hikâyeleri, tarla işçilerinin türküsü, kaçakçıların ağıtları, çobanların heyemolası vardı…(A.Çolak)

Methiye ve Hicviye  Arasında…

Dikkat ederseniz bütün bunlar “methiye” babında belki de saygın bir ölünün ardından nezaket icabı söylenmiş olan cümleler. Ve kabul emeli ki bu methiyeler bir bölümü doğru olmakla birlikte gerçeğin bütününü yansıtmak noktasında olabildiğince kifayetsiz. Şöhretli bir yazarı, sadece methiyeler üzerinden tanımak, tanımlamak ve tanıtmak yetmez onun için o methiyeler kadar belki de ondan daha önemlisi zekice yapılmış “hicviyeler” gerekir. Gerçi ikisi de bünyesinde ifrat ve tefrit ile malul ancak bir bütünün iki kopmaz parçası olması hasebiyle daha tarafsız bir betimleme açısından bunu yapmaya mecburuz. Yaşar Kemal’e hicviye denilebilecek seviyede en ağır eleştirileri yönelten sima hiç kuşkusuz ki düşüncenin gökkuşağı, merhum Cemil Meriç:     

Çoksun Bir Muhayyile, Ayıklanmamış Bir dil…

“Yaşar Kemal, haddini bildiği zaman bir ümmî-i âriftir. Bir köy odasında tatlı tatlı Hz. Ali cenkleri anlatabilir, kasaba kahvesinde saz çalmak da gelir elinden. Coşkun bir muhayyile, ayıklanmamış bir dil, tam bir “halk ozanı”. Bu zekî Anadolu çocuğunu, azgın bir graphoman yapan, mesuliyetsiz tenkitçilerle reklâm esnafı. Biz Yaşar Kemal’’in bu çıkarcı veya ideolojik övgülerle kendinden geçmemesini temenni ederdik. Mütevazi kabiliyetleri olan bu arkadaş, Nobel peşinde koşacağına daha çok okusa, daha az yazsa, hem kendisi hem edebiyatımız için hayırlı olurdu.”

Bu satırlarda bir eleştiriden çok bir takdir daha doğrusu müşfik bir ağabeyin bilgece yapılmış nasihatleri dikkati çekiyor. “Coşkun bir muhayyile, ayıklanmamış bir dil, tam bir “halk ozanı”. Bunlar Kemal’i özetleyen cömertçe yapılmış şümullü iltifatlar.  Meriç adeti olduğu üzere fazla ayrıntılara girmeden ve dahi takılmadan özet, genel ve umumi cümlelerle meramını ifade eder. Üstadın her eleştirisinde dikkati çeken “dil hassasiyeti” burada da kendini gösterir: “ayıklanmamış bir dil” ne demek? Yeterince üzerinde düşünülmemiş, rafine edilmemiş, yontulmamış, belli bir estetik miyardan geçilmemiş, musikisiz bir dil demek. Peki Kemal’in dili böyle mi? Sizi bilmem ama bence tam da öyle. Meriç’in dil eleştirisine muhatap olmamış bir yazar yoktur dense yanlış olmaz. Çünkü onun gözünde “kamus namustur”. Geçelim Yaşar Kemal’in bir kitabı için söylediklerine: 

Bir Karalama Tomarı…    

“Demirciler Çarşısı Cinayeti”, gerçek bir cinayet... şuura, zevke ve Türk diline karşı işlenmiş. Ne bu karalama tomarının, ne Yusufcuk Yusuf’un romanla en uzak bir münasebeti var. Hele [Hilmi Yavuz’’un ifadesiyle] “bilimsel dünya görüşü”, insanı kahkahadan çatlatacak bir yakıştırma.” Ben Yaşar Kemal’’i sevmem. Nazarımda okur yazar bile değildir.”

Görüldüğü gibi eleştiri dozu yavaş yavaş hicviye seviyesine irtifa ediyor. Binlerce insan tarafından okunan ve birçok ödül alan meşhur bir eser için “karalama tomarı” demek büyük bir cesaret ister. Yaklaşık elli yıl dünya ve Türk romanı üzerine düşünen, kafa yoran ve yazan biri olarak Meriç’in Yaşar Kemal’in bazı kitapları için biçtiği kıymet hükmü böyle. Ama bununla da yetinmez üstad, Peyami Safayla Yaşar Kemal’i karşılaştırdığı bir yerde eleştiri doznunu daha da ağırlaştırır:

Etiyle, İhsaslarıyla Yazan Bir İlkel…

“…Peyami romancı olarak Sartre’dan, gazeteci olarak Roger Caillos’dan daha mı küçük? Sanmıyorum. Quo Vadis’i, almanak gibi Batı'nın bütün kulübelerine uçuran rüzgar konusu sadece. Yani Batı  Quo Vadis’te kendi resmini alabildiğine güzelleştirmiş olarak bulduğu için Quo Vadis milyonlarca satıldı. Peyami, Pierre Emmanuel için bir rakiptir. Daha etoflu, daha derine inen, daha nüanslı bir zeka. Yaşar Kemal bir Afrikalı. Etiyle, ihsaslarıyla yazan bir ilkel. Ve bir sirk hayvanı gibi enteresan. Batı, İnce Memet’i bizi küçük görmek için çevirdi. Haçlı seferlerinden beri kendine göre bir şark (doğu) yaratmıştır Batı. İnce Memet o imaja uyduğu için hoşuna gider. Yaşar Kemal Batı'da hiç kimsenin rakibi değildir. Nebatat bahçesinde tatsız tutsuz bir ot. İbn-i Haldun hala karantinadır. Şöhretin terkibi de bazı yemeklerinki gibi tiksindirici. Mutfağa girince iştahınız kapanır. Yaşar’ı üniversal yapan reculiyeti. Yahudi kızı İnce Memet’i İngilizce'ye çevirmese dünya edebiyatı bu şaheserden ebediyen mahrum kalacaktı. Neden Orhan Kemal milletlerarası olamadı? Köy romanını Yaşar’dan önce, Yaşar’dan güzel yazdığı halde? Cevap basit: felek karşısına bir Yahudi kızı çıkarmadı. Peyami’yi kim çevirecekti Fransızca'ya? Peyami üsluptur, nüanstır. (Cemil Meriç, Jurnal I, İletişim yay. s.361-362)

Kimin dilinden veya kaleminden sadır olursa olsun, ölçüsü incelikle ayarlanamamış haklı bir eleştirinin bile inandırıcılığı kalmıyor; nesnelliği bir anda yitiveriyor. Tenkidi “hiciv’’, takdiri “medhiye’’ karakterine dönüştüren başka bir şey değil, sadece ölçüsü. Bazı sübjektif ve hatta insafsız denebilecek bazı hükümleri istisna edecek olursak ana hatlarıyla üstat Meriç sizce de haklı değil mi? Kimdir İnce Memet? Tabiî ki biz değil. Kemal’in yalanı, kurgusu ve fantezisi. Daha doğrusu şark tahayyülü. Eser baştan sona oryantalist bir hüviyet taşımakta. Biz olmayan, bizden olmayan ve bizi anlamayan yabancı, soğuk ve sathi bir dünyanın tasavvur ve terennümü. Üslup, Peyami, Tanpınar ve Fazıl’a nisbetle kömür gibi siyah, heyecansız ve musikisiz. Öyleyse Batılılar neden sahip çıkıyor? Nedeni merhum Meriç’in de dediği gibi çok basit ve çok açık: Çünkü onlar bizi “İnce Memet”te görmek istedikleri gibi görüyorlar da ondan. Kemal, sadece dönüştüren, değiştiren ve başkalaştıran bir ayna. Tıpkı “Devlet Ana” yazarı gibi. Kaldı ki Yaşar Kemal, bütün çağdaşları gibi mazi akıl almaz cebri yöntemlerle en güzide değerleriyle birlikte yıkılırken nerdeydi, hal bütün haşmetiyle inşa edilirken nerdeydi, istikbal bütün sefaletiyle kurgulanırken nerdeydi, genç beyinler izm’lerin deli gömlekleri içinde iğdiş edilirken nerdeydi? Tabiî ki rezil ve ezik bir sükut içinde. Yoksa yaşamıyor muydu? 

Gökyüzünü Tek Başına Tarif Etmek Gibi…

Her şeye rağmen şunu teslim etmek zorundayız: “Bir yazarla ilgili söylenen hemen hemen her şey doğrudur ama hiçbiri tam doğru değildir. Gökyüzünü tarif etmeye çalışmak gibidir büyük bir yazarı anlatmaya çalışmak, masmavi olduğunu, parıldadığını, sonsuzluğa doğru genişlediğini de söyleyebilirsiniz, simsiyah olduğunu da, bulutlarla kabardığını da, bazen morumsu renklere büründüğünü de, kar ya da yağmur yağdırdığını da söyleyebilirsiniz. Hepsi doğrudur ama hiçbiri gökyüzünü tek başına tarif etmeye yetmez.”
#Said Nursi
#kelam aşığı
#Yaşar Kemal
٪d سنوات قبل