|

Ensâr olmak ya da muhâcire sahip çıkmak

Millet olarak eksiklikleri ile birlikte “ensâr” olmayı inşallah başarabildiğimizi düşünüyoruz. Algı operasyonlarına ve çeşitli fitne-fesat merkezlerinin propagandalarına ve yanlış yönlendirmelerine aldırış etmeden “ensâr” lık görevini sürdüreceğiz. Zira, Ensâr olabilmek Müslüman olmanın gereğidir. Ensâr olabilmek, insan olmanın hazzını yaşamaktır. Ensâr olabilmek, ancak erdemli toplumun altından kalkabileceği bir sorumluluktur.

Yeni Şafak ve
04:00 - 20/07/2017 Thursday
Güncelleme: 07:22 - 20/07/2017 Thursday
Yeni Şafak
Ensâr olmak ya da muhâcire sahip çıkmak
Ensâr olmak ya da muhâcire sahip çıkmak
Doç. Dr. Kerim Buladı- İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Kur’an, Medine İslam Devleti’nin ve medeniyetinin inşasında temel sayılabilecek “Ensâr” ve “Mühâcir” şeklinde iki önemli kavramdan söz eder. Bu kavramlar, aynı zamanda Medine İslam Devleti’nin ilk kurucu üyelerinin ve öncü neslin birbirlerine karşı gösterdikleri fedakârlığın, diğerkâmlığın ve dayanışmanın göstergeleridir. Bu kavramların anlamlarına geçmeden önce, İslam Medeniyetinin bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma medeniyeti olduğun tekrar hatırlatmakta yarar vardır.

“Ensâr”; yardım eden, medetkâr/imdada yetişen/destek veren anlamlarına gelen “nâsır” kelimesinin çoğuludur. Medine sâkinlerinden/yerlilerinden Evs ve Hazrec kabilesine mensup Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) tarafına yardım eden ve destekte bulunan zatlara, yaptıkları yardımlardan dolayı özel isim olarak ensâr/yardım edenler denilmiştir(1). Hêcera, bir yerden bir yere gitmek, hicret eylemek, bir insandan, bir mahalden ayrılmak anlamlarındadır. Muhacir ise, hicret eden, ayrılan, bir mahalden çıkıp bir başka mahalle gitmek manalarına gelir(2).

HİCRET VE MUHÂCİR

Hz. Peygamber’in risâletinin 13 yıllık kısmı Mekke’de geçmiştir. Bu zaman içerisinde başta Hz. Peygamber olmak üzere Müslümanlar büyük baskı görmüş, şiddete maruz kalmış ve zulme uğramışlardır. Birinci ve ikinci Akabe biatlerinden sonra Medine’de Müslümanların sayısı artmaya başlamış ve artık Medine, Müslümanların sığınabileceği bir güvenli liman haline gelmiştir. Mekke’de Müşriklerin zulüm ve işkenceleri giderek artıyordu fakat bütün bunlara karşı Müslümanların dayanabilecek gücü kalmamıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Müslümanlara Medine’ye hicret etmelerini emretti. Müslümanlar, Kureyş’ten korkularından dolayı gizlice hicret ediyorlardı. Müslüman muhacirler, dinleri ve Allah’a ibadet imkânı bulmak için vatanlarından ayrılıyorlardı. Bu yüzden onlar, vatanlarından, babalarından ve çocuklarından ayrılmaya aldırış etmiyorlardı. Onlar, sadece Allah ve Rasûlünün hoşnutluğunu istiyorlardı. Hz. Peygamber’in yanında, Ebu Bekir, Ali, Suheyb ve Zeyd b. Hârise ve hicret etmeye imkân bulamayan çaresiz ve zayıf kimseler kalmıştı(3).

Doğup büyüdükleri vatanlarını, babalarını, çocuklarını bırakarak ve öteden beri çalışarak çabalayarak kazandıkları malları terk ederek sırf Allah rızasını elde etmek için dinleri uğruna hicret eden bu vefâkar ve sadakat sahibi müminlere Kur’an, muhacir sıfatı ile hitap etmiş ve onları övmüştür. Onların doğruluğu, vefâkarlığı, malları ve canları ile cihad edişleri çeşitli âyetlerde örnek olarak sunulmuştur. Bunlardan birkaçı şöyledir:

“Bu mallar (ganimet olara elde edilen mallar) özellikle, Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk ararken ve Allah’ın dinine ve peygamberine yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhacirlerindir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir”(4).

“İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”(5).

“Rableri, onlara şu karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katındadır”(6).

“İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir”(7).

“Sonra şüphesiz ki Rabbin, eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda cihad edip sabreden kimselerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra da çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”(8).

Âyetlerden açıkça anlaşılacağı üzere ekonomik imkânların paylaşımında muhâcirlerin öncelik hakkı vardır. Onlar, Allah’ın rahmetine ve bağışlamasına daha yakındırlar. Onlara cennet vaadi yapılmıştır. Allah katında mertebeleri üstündür. Onlar, başarıya erenlerdir. Bu izahlardan da anlaşılacağı üzere muhâcir olmak, kolay değildir. Belki de imtihanların en büyüklerindendir. Vefâkarlık, sadâkat, acılara, yokluklara, ayrılığa karşı, sabır ve metanet göstermek muhâcirliğin temel dinamikleridir.

ENSÂR OLMAK

Ensâr olmanın da bir takım yükümlülükleri, zorlukları ve adanmışlıkları vardır. Mekke’de her şeyini bırakarak Allah’ın dini uğruna hicret edenlere, daha henüz yeni İslamla müşerref olmuş Medineli Müslümanlar, hiç tereddüt etmeden evlerini açmış, onları bahçelerine, tarlalarına ve arazilerine kardeş gibi ortak yapma fedakârlığında bulunmuşlardır. Bunlar da ensâr olmanın vazgeçilmez ilkeleridir. Bu sayede Medineli Müslümanlar, ensâr olma şerefine ve Kur’an’ın övgüsüne mazhar olmuşlardır. Kur’an, onların bu cömertliğinden, adanmışlığından ve sehâvetinden sitayişle bahseder. Aşağıdaki âyetler bu gerçeği şöyle vurgulamaktadır:

“İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin velileridir...”(9).

“Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir”(10).

Anlamını sunduğumuz bu âyetler, ilk Müslümanların başka bir deyişle Hz. Peygamber’in dava arkadaşlarının tarihte eşine az rastlanır özellikteki birbirlerine yaptığı yardım ve fedakârlığı anlatmaktadır. İndiği günden bugüne ve kıyamete kadar bütün Müslümanlara bu âyetler, taşıdığı mesajlarla şöyle gönderme yapmaktadır: “Nasıl, İslam’ın ilk yıllarında bütün zorluklara, yokluklara ve baskılara rağmen müminler birbirleriyle yardımlaşmış, kendilerine hicret edenlere en başta gönül dünyalarını açarak bütün maddi ve manevi kazanımlarını paylaşma yarışına girmişlerse, ihtiyaç sahibi olmalarına rağmen, cömertliğin zirvesine ulaşarak kendilerine muhâcirleri tercih etmişlerse, siz de aynı fedâkarlığı ve cömertliği göstermek için yarışın. Kıyamete kadar, bu müsabaka devam edecektir. İslam uğruna malından, en sevdiklerinden ve vatanlarından hicret edenler olacaktır. Eğer böyle yapar, nefsinizin cimriliğinden ve hırsınızdan korunursanız ancak kurtuluşa bu sayede ereceksiniz”.

7 yıla yakın süregelen acımasız ve kuralsız savaştan dolayı ülkemize sığınan ve muhâcir durumuna düşen Suriyeli kardeşlerimizin ruh hallerini, psikolojik durumlarını, onlara niçin yardımcı olmamızın gerektiğini bu âyetlerin yardımıyla daha iyi anlama imkanı buluruz. İslam kardeşliğinin zirvesinin bir tezahürü olan ensâr ve muhâcir kavramlarının derûni anlamlarını ancak yukarıdaki âyetlerin sunduğu mesaj çerçevesinde düşünürsek doğru dürüst anlayabiliriz.

Muhâcirlere sahip çıkmak, onlara maddi ve manevi yardımda bulunmak, aynı zamanda Allah’ın dinine ve Peygamberin getirdiği vahyin anlaşılmasına yardımcı olmanın bir yansımasıdır (Haşr, 59/8).

EMPATİ YAPMAK

Birkaç mahallî ya da bireysel bazı olumsuzlukları görerek ya da sosyal medyanın algı operasyonu ile “işimize ortak oldular, onların yüzünden maddi sıkıntıya düştük, görgü kuralı tanımıyorlar, toplumun huzurunu bozuyorlar, onların burada ne işi var. Geldikleri yere geri dönsünler” gibi yaklaşımlarla “ensâr” sıfatını ve olgunluğunu kazanamayız. Kim ister, kurulu düzeninin bozulmasını. Kim ister, evini ocağının terk etmeyi. Kim ister, bağını bostanını, ekip biçtiği tarlasını bırakmayı. Kim ister, doğup büyüdüğü yerinden, mahallesinden ayrılmayı. Kim ister, kardeşi de olsa birkaç lokma alabilmek için onun bunun gözünün içine bakmayı. Kim ister, sıcak ve soğuğa rağmen çadırlarda kalmayı. Kim ister, çocuklarının eğitimsiz kalmasını, kim ister, gözlerinin önünde oğlunun, eşinin, akrabalarının en gelişmiş silahlarla katledilmesini. Kim ister, akrabalarından, dostlarından uzakta olmayı, kim ister, itilip kakılmayı. Kim ister, ezilmişliği, yokluğu ve her şeyden önce çaresizliği vicdanının derinliklerinde hissederek yaşamayı? Bu soruları sürekli güdeme taşıyarak empati yapmak zorundayız.

Millet olarak eksiklikleri ile birlikte “ensâr” olmayı inşallah başarabildiğimizi düşünüyoruz. Algı operasyonlarına ve çeşitli fitne-fesat merkezlerinin propagandalarına ve yanlış yönlendirmelerine aldırış etmeden “ensâr” lık görevini sürdüreceğiz. Zira, Ensâr olabilmek Müslüman olmanın gereğidir. Ensâr olabilmek, insan olmanın hazzını yaşamaktır. Ensâr olabilmek, ancak erdemli toplumun altından kalkabileceği bir sorumluluktur. Ensâr olabilmek, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmanın temel kuralıdır. Ensâr olabilmek, Kur’an’ı ve İslam’ı anlayabilmenin en zirve noktasıdır. Kısacası inanıyorsak, İslam dini gibi bir dinin mensubu olmakla şerefyap isek ensâr” olmak, ensâr kalabilmek, ensar ruhu ile ebediyete yürümek, müminliğimizin şiarıdır. Bu vasfımızla mümin olmanın kıvamına ereceğiz.

Yazımızı, Hz. Peygamberin ümmetine olan düşkünlüğünü bütün hücrelerinde hisseden Milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy’un dizeleri ile bitirmek istiyoruz. İslam ümmetinin sıkıntıya düştüğü bir zaman diliminde şairimiz şöyle seslenir.

Hiç sıkılmaz mısınız Hz. Peygamber’den

Ki uzaklardaki bir mü’mini incitse diken,

Kalb-i pâkinde duyarmış o musibetten acı.

Sizden elbette olur rûh-u Nebi davacı.

#Ensâr
#Muhacir
7 years ago