|

Gezi’den sanat çıkar mı?

Günümüz sanat olaylarının değerlendirildiği “Sanat Dünyasının Senaryoları” adlı eserde yazar Burak Delier Gezi olaylarına da değiniyor. Gezi hem mana hem de amaç bakımından başka bir yere sürüklenmişken buradan sanatın çizgisini geçirmek ne kadar mümkün?

Yeni Şafak ve
03:00 - 11/05/2016 Çarşamba
Güncelleme: 01:10 - 11/05/2016 Çarşamba
Yeni Şafak
AHMET EDİP BAŞARAN


Senaryo, farklı okuma imkânlarını içinde barındıran bir kelime. İçinde bulunduğunuz düşünsel pozisyon gereği kendinizi hem etken hem edilgen bir düalizm içinde bulabilirsiniz. Sonuçta bir senaryo varsa insan bu senaryonun ya öznesi ya da nesnesi olur. Figüran olma bahsine girmiyorum bile. Ki, figüran olup anonimleşmektense bazı senaryoların nesnesi olmak da günümüzün tercihler skalasında önemli bir artı değer. Belki de yükselen değer. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi…



Yoksa senaryoların, kurguların, mizansenlerin ortasında kendi ontolojik gerçekliğini kaybetme tehlikesi yaşayan insana sanatın nasıl bir faydası dokunabilir? Bu, başlı başına sanatın işgal ettiği yerin sorgulanmasına, sanatın nedenselliğine dair tartışmalara kapı aralar. Hatta giderek sanatın işlevsizliğinden dem vurmaya başlarız ki, bu başlı başına bir yıkımdır. Tarkovski'nin ilkeler bahsinde söylediğini burada sanat bahsinde niçin anmayalım? İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayatla olan saf ilişkisini yitirir, diyordu usta yönetmen. Ben sanatı insanın gerçekle (hadi hakikatle diyelim) kurduğu o dolaylı/dolaysız ilişkinin tam merkezinde görme taraftarıyım. Yukarıda merkeze yaklaştıkça gerçeğe ve eyleme yaklaşma iminden bahsederken kastettiğim biraz da bu.



ÖZGÜRLÜĞÜN SENARYOSU YOKTUR


Burak Delier'in “Sanat Dünyasının Senaryoları” başlıklı kitabını okurken, sanat, senaryo, sanatın nedenselliği bağlamında olumlu/olumsuz bunları düşündüm. Güncel sanat meseleleri etrafında dönen yazıların bir araya getirilmesinden oluşan kitabın son kısmında Delier'le yapılmış üç söyleşiye de yer verilmiş. Doğrusu dışarıda içeriden daha çok tanınan bir sanatçıymış Burak Delier. (Bunu kitabı okurken öğrendiğimi itiraf etmeliyim.) Türkiye'de ve Avrupa'nın değişik şehirlerinde açtığı sergilerle, uluslararası bienallerde yaptığı sanat işleriyle tanınıyor. Dolayısıyla Delier'in güncel sanat derken kastettiği daha çok müze, galeri ya da farklı sponsorlar eşliğinde düzenlenen sergi çalışmaları. Haliyle görsel imajlar, fotoğraflar, objeler Delier'in uğraşı alanları.



Avangard bir çabanın içinde denebilir Delier için. Özellikle postmodern dönemde sanatçılar dekonstrüksiyon olarak isimlendirdikleri yapıbozumcu veya postyapısalcı yaklaşımlarla veya daha farklı deneysel çalışmalarla var olan sanat kuramlarının alanını genişletme ve derinleştirme kaygısı güttüler. Bu, biraz da kendilerince tıkanmış gördükleri alanları buna benzer albenili teorilerle açma girişimleriydi belki de. Bu sanatsal kuramların, bu felsefî mülahazaların uzan uzadıya izahı burada gereksiz.


Delier'in deneysel sanat işleri, belli farkındalık eşikleri yaratmak, iktidarla ve egemen faşist (!) tahakkümle sınırları daraltılan özgürlük alanlarını genişletmek için kendince bir misyon üstlenmiş denebilir. Delier'in kitaptaki yazılarının merkezinde de bu iktidar – özne – özgürlük ilişkileri var. Delier'in sözünü ettiği sanatta içkin olan çelişkiler, paradoksal yaklaşımlar kuşkusuz Delier'in yazdıkları için de sonuna dek geçerli ve tartışmaya açık mevzular. Paradoks, paradoksu çağırır.



GEZİ'NİN MEDUSA'LAŞMASI


Delier, “Sanat Dünyasının Senaryoları”na 'Peki Gezi'den sonra nasıl bir sanat?' cümlesiyle başlıyor. Gezi'yi kerteriz alan bu köktenci yaklaşımın kendi içinde sorunlu olduğunu söylemek gerek. Delier'e göre birçok sanat projesi ve sanat alanındaki politik diskur ve tarz Gezi'yi önceliyormuş. Hatta hepsi Gezi kafasındaymış. (s.15) Bir proje olarak sanatın eğer politik diskurlar ve dinamikler içinde karşılığını görmek istersek bunun örneklerini çok eskilerde görmek mümkün. Ben, meselenin başka bir boyutuna eğilmek taraftarıyım. Delier'in kitapta birkaç yerde daha Gezi merkezinde yaptığı analizlere bakarak söylüyorum bunu. Gezi evet, Delier'in de belirttiği gibi başlangıçta “kendiliğinden” gelişen ve bütün kendiliğinden gelişen sivil itaatsizlik eylemlerinde olduğu gibi oldukça masum ve haklı taleplere yaslanıyordu. Bunu hiç kimse inkâr edemez sanırım. Ancak birkaç gün sonra gelişen olaylar, Gezi'yi hem anlam hem amaç bakımından bambaşka bir kılığa büründürdü.



Öncelikle bir sahibi yoktu ilk günlerde bu eylemlerin. Ancak olaylar büyüdükçe “sahipler” çoğaldı ve tam da Gezi'nin eleştiri konusu yaptığı iktidar-özne ilişkisine benzer bir ilişki tarzı daha sakil daha berbat bir görünümle arzı endam etti. Sanatçı payesiyle ortalıkla dolaşan bazı zevatın meselenin ağaç olmadığına dair söylemleri, meselenin aslında ne olduğuna dair bazı soruları da gündeme getirdi doğal olarak. Elbette mesele ağaç değildi, mesele ağaç olsa kitabını yayınlattığı Koç Üniversitesi kurulurken talan edilen ormanları (ağacı değil) en çok Delier'in sorun etmesi gerekirdi. Gezi'yi kerteriz alan, Gezi'yi bir milat olarak selamlayan yaklaşımların Gezi'ye yaptıkları en büyük haksızlık da bu paradoksta değil mi? Ne yazık ki dağ bir fare bile doğuramadı. Çünkü Gezi, bizzat Gezi eylemlerini “sonuna dek” destekleyenler tarafından mitolojik bir erişteye, handiyse bir medusa efsanesine dönüştürüldü. Gezi'yi, yapılan her işte kendine kerteriz alan bütün yaklaşımlar, Gezi'yi mitoslaştıran bu retorik, ilk günlerinde önemsenen, dikkate alınan o Gezi ruhunu öldürdü. Çünkü bir gerçeğin ölmesini istiyorsanız onu mitoslaştırın. Olan budur. Gezi'ye bakıp taş kesilmemizi isteyen tiplerin anlayamadığı acı gerçek de budur. Bir “proje”, bir “senaryo” değil düpedüz acı bir gerçek.



FUTBOLDAN, SANATIN SÖMÜRGELEŞTİRİLMESİNE


Delier'in İtalyan futbolcu Balotelli'nin kaçan golü üzerine yazdığı metin ise, kitabın bir diğer ilgi çekici bölümü. Kapitalizmin sömürgeleştirdiği futbol sadece bir oyun değil. Balotelli, bomboş pozisyonda topu kale yerine “bilinçli” olarak dışarıya atarak başka bir şey yapıyor. “Balotelli bir anlığına oyuna katılmamayı seçti” diyor Delier. Sanatsal çalışmalarda buna benzer bir eylemin yapılıp yapılamayacağına dair öngörüler ve tahminler sezdim Delier'in yazdıklarında. Bunu niçin söylüyorum? Delier, 'Karşı Güç Olarak Sanat' başlıklı yazısında sanatın sömürgeleştirilmesi bağlamında şunları söylüyor: “Müzeler/koleksiyonlar/galeriler devasa şirketlerin, holdinglerin, kurumların, zengin ailelerin toplumdan gasp ettiği artı değeri, kendilerine tekrar simgesel değer (prestij) olarak döndürdükleri mekân haline gelmiştir. Sanat, bütün insanî alakalarını yitirerek bir prestij kaynağı, soyut değerlerin, kültürün ticarileştiği, araçsallaştırıldığı bir alan olarak sömürgeleştirilmektedir.” (s.111) Sanatın sömürgeleştirilmesine karşı, bu oyuna katılmayarak oyunu bozacak –tıpkı Balotelli gibi- bir ruha bir iradeye muhtacız. Fakat bu kadar senaryo içinde gerçek yani hakikat kimin ne kadar umurunda?







• • •


Sanat Dünyasının Senaryoları


Burak Delier


Koç Üniversitesi Yayınları


Mart 2016


195 sayfa




#Sanat Dünyasının Senaryoları
#Burak Delier
#Gezi olayları
8 yıl önce