|

Göreliliğe savrulmak hiçliğe savrulmak demektir

Müslüman aydınlar, akademisyenler, bir bilinç mücadelesi vermek, eleştirel kamusal alanlar oluşturmak yerine, sisteme, milliyetçiliğe ve devlete dahil olmak suretiyle, bir kez daha kolektif bir belirsizliğe sürükleniyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 19/12/2016 Pazartesi
Güncelleme: 00:24 - 19/12/2016 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu



İslami düşünce, kültür, ilahiyat hayatı; İslam dünyası toplumlarının, dokunulmaz ve tartışılamaz kılınarak, kutsallaştırılarak dondurduğu gelenek aracılığıyla, içe ve geçmişe dönmek suretiyle, kendi kendisini tarihin dışına çıkarmıştır. Toplumlarımız, düşünce hayatımız, bu hayati konuyu sorgulama konusu yapamadığı için, bugün de bu dondurulmuş gelenekle dini hayatını sürdürmeye çalışıyor. Dondurulmuş gelenek, din'i, ruhun terbiyesi ile ilgilenen, kalbin temizliği ile ilgilenen bir boyuta hapsetmiştir. Sözünü ettiğimiz gelenek bireylerin, bireyselliklerini yok ederek, özbilinç yoksunu bireylerden her şeyi tek boyuta mahkum eden topluluklar oluşturdu.



Her şeyi, ancak varolanla ölçebilen toplumlarımız hiç bir zaman bir yenilenme, yeniden inşa iradesi ortaya koyamadı. İslam, toplumsal/sosyal/siyasal hayata karşı, ahlaki sorumluluğa ve eyleme çok önem verdiği halde, bu sorumluluk bir şekilde ihmal edilmiş, Müslümanların gündemi, soyut/spekülatif metafizik tartışmalarla israf edilmiştir. Müslüman aklı'nın entelektüel iflası ya da teslimiyetçi mahiyeti sebebiyle bugün de yeniden inşa sorunu hiç bir şekilde gündeme getirilemiyor, bilinç merkezli bir yenilenme tasavvuru üzerinde çalışılamıyor, İslamın yeniden tarihe dönüşü konusu düşünce, bilinç ve eyleme yansıtılamıyor.



YAPISAL SORUNULARI TARTIŞMAYI ERTELİYORUZ


İslam dünyası toplumlarının içe ve geçmişe kapanarak kendi kendilerini etkisiz hale getirdikleri tarihten bu yana, sömürgeci bilginin/dilin/söylemin/tarihin/dünya görüşünün otoriter hakimiyetiyle, bu hakimiyetin dayattığı paradigmaların sınırları içerisinde düşünüyor, konuşuyor, üretiyor, yazıyor, tartışıyor ve yaşıyoruz. Toplumlarımızın zihin dünyaları gelenek, hamaset ve esatirülevvelin tarafından düşüncesizleştirildiği için, ontolojik emperyalizmin zihin dünyalarımıza el koyarak sömürgeleştirmesi hiç de zor olmadı. Sekülerizmin toplumlarımızdaki halen tartışılamayan, yüzleşilemeyen, reddedilemeyen konumu bu sömürgeleştirme yoluyla gerçekleştirildi. Sekülerizmin meşrulaştırılması tartışma ve sorgulama konusu olmaktan çıkarılması, sömürgeleştirmenin içselleştirildiği anlamına gelir. Tarihin taşrasında, dışında, kıyısında yaşadığımız halde bunun farkında olmamak çok derin bir patoloji ile melül bulunduğumuzu gösterir. Tarihi hamasetle sınırlandırmak, tarihi kötüye kullanmaktır. Böylesi bir durum, temel sorunları, yapısal sorunları hiç bir zaman konuşamayacağımız anlamına gelir. Nitekim, toplumlarımız yapısal sorunları konuşmuyor, her nasılsa, bunları erteliyor.



Seküler bir dünyada bütünü, bütünlükleri düşünmek ve yaşamak hiç bir şekilde mümkün olamaz. Bütünlük bilinci bozulunca her şey bir yığın ayrıntıya dönüşür. İslami bütün, bütünlüğü temsil bilincini, ahlakını, hassasiyetini, sorumluluğunu kaybetmek göreliliğe savrulmak demektir. Göreliliğe savrulmakla, hiçliğe savrulmak arasında hiç bir fark yoktur. Hiçliğe savrulduğumuz için, bugün küçük ayrıntılarla, küçük hesaplarla, tek boyutluluklarla, bağnazlıklarla, dar görüşlülüklerle, ufuksuzluklarla, etnik ve mezhep bencillikleriyle tek insanlık fikrine yabancılaşıyor, tek insanlığa yabancılaşmanın, tek Allah'a yabancılaşmak kadar vahim sonuçlar doğurabileceğini unutuyoruz.



Modern-seküler zamanlarda, modern-seküler paradigmalar savaşında, bu savaşa entelektüel anlamda katılmadan, bu savaşta İslami dünya görüşünü gereği gibi savunmadan bu savaşı kaybettik. Paradigma savaşlarını kaybettiğimiz için, bu savaşlarda zihin dünyamız ele geçirildiği için, bugün, bağımsız bir kültür üretemiyoruz, bağımsız eğitim politikaları oluşturamıyoruz, mağlupların, madunların, maruz kalanların dilini/söylemini kullanmaya devam ettiğimiz için, insanlığın dünyasına kendi meselelerimizi anlatamıyor, sesimizi duyuramıyor, kendi zaaflarımızın/ihmallerimizin/yetersizliklerimizin nedenleri üzerinde atmaya çalışıyoruz. Bu nedenle de, her konuda, her gün, gündelik algılar etrafında edilgen cevaplar vermeye çalışıyoruz.



KOLEKTİF BİR BELİRSİZLİĞE SÜRÜKLENİYORUZ


Paradigmalar savaşını kaybettiği için, İslami bilgi/dil/içerik üretme iradesini de kaybeden İslami düşünce ve kültür hayatı, Müslüman aydınlar, akademisyenler, bir bilinç mücadelesi vermek, eleştirel kamusal alanlar oluşturmak yerine, sisteme, milliyetçiliğe ve devlete dahil olmak suretiyle, bir kez daha kolektif bir belirsizliğe sürükleniyor. İslami düşünce ve kültür hayatının, kendisini konumlandırdığı yeni bağlam, ulusalcı ve devlet merkezci çerçeveyi aşma birikimine/cesaretine sahip olmadığını gösteriyor. Kimi istikrarsızlık ve kriz dönemlerinde yaşandığı üzere, her toplum bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda da görüldüğü gibi, kendisini soğuk-buz gibi bir rasyoneliteye mahkum edebiliyor. Bu durum ahlaki-ilkesel başarısızlıklarımıza işaret eder. Şeyleşmenin ve metalaşmanın felsefesi olan, Anglo-Amerikan felsefesi, piyasa ideolojisine teslim olan insanlık dışı bir dünya oluşturdu. Böyle bir dünya, bütün insanlara yönelik, ortak insani/ahlaki/vicdani kaygıları hassasiyetleri temsil etmiyor. Bu nedenle, her tür değerden bağımsız depresif modern-seküler akıl, İslama ve Müslümanlara yönelik büyük-temelsiz önyargılar oluşturuyor. Kazananlar, kazandıkları için, üstün ya da değerli olarak değerlendirilebiliyor. Kapitalist-küresel imparatorluğun oluşturduğu piyasa faydacılığı hiç bir ahlaki öfkeye/direnişe geçit vermiyor. Bu nedenle de, bütün toplumlarda nihilizm yayılıyor.





#İslami düşünce
#Sekülerizm
#Müslüman aydınlar
7 yıl önce