|

Halkların kötürümleştirilmesi

Maruz kaldığımız mağduriyetler/mağlubiyetler karşısında tepkilere sığınmak yerine içerik/çözümleme üretmemiz gerekir. Neye karşı çıktığımızı anlatırken, neyi savunduğumuzu ya da neyi önerdiğimizi de anlatabilmeliyiz.

Yeni Şafak
04:00 - 24/07/2017 Pazartesi
Güncelleme: 10:37 - 25/07/2017 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

İslam dünyası toplumlarında sorumluluğu kendi bünyemizde aramak yerine tarihe yüklemek gibi kronik bir alışkanlık var. Bu alışkanlık, Müslümanları tarihin her döneminde ölümcül yanılgılara sürüklüyor. Kendi zaafları olabileceğini, bunları aşmaları gerektiğini konuşmayan/tartışmayan toplumlar ve kültürler için sürüklenmekten başka bir çıkar yol kalmıyor. Kendi zaaflarını, sorunlarını, hastalıklarını konuşmak ve bunları aşmak yönünde bir isteğe sahip olmamak, sorunların biriktirilmesi, çoğaltılmasıyla sonuçlanıyor. Toplumlarımız bugün, biriktirilmiş sorunlarla uzlaşmış, bütünleşmiş bir şekilde, bu sorunlara boyun eğerek hayatlarını sürdürüyor. Yenilmekle boyun eğmenin birbirinden çok farklı şeyler olduğunu kaydetmek gerekiyor.

BÜYÜK FİKİRLER, DÜŞÜNÜRLER ÜRETEMİYORUZ

İslam dünyası toplumlarında, aziz İslam’ın ve tarihin kişisel yorumlara, içeriğe, iradeye ve üretime kapatılmasıyla birlikte, Müslüman kitlelerin, toplumların ilgileri ve yetenekleri bütünüyle sınırlandırılmış ya da dondurulmuştur. Bu suretle toplumlarımız, temel ilke ve ölçütleri olmayan, ancak putları olan toplumlara dönüştürülmüşlerdir. İslam’ın yerine geçen, geçirilen geleneksel/tarihsel/mistik/efsanevi kültür, tarihin her döneminde ve bugün Müslüman toplumları aldatan, istismar eden, araçsallaştıran, uyuşturan ve körleştiren yüzlerce ego-manyak “mehdi” icat edebiliyor, ama küresel entelektüel hayata İslami bağlamda katkıda bulunabilecek, eleştiriler ve öneriler sunabilecek filozoflar, hikmet adamları, entelektüeller, düşünürler yetiştiremiyor.

Büyük sayılara ve büyük paralara hükmeden cemaatlerin bağımsız/eleştirel bir düşünüre sahip olduğu görülmemiş, duyulmamıştır. Büyük sayılara ve büyük paralara sahip olan yapıların büyük fikirlere sahip olmaması, büyük fikirlere ihtiyaç duymaması, benzersiz bir çürümenin ifadesidir.

Hangi dönemde olursa olsun, icat edilen “mehdiler” halkların her alanda kötürümleştirilmelerine neden olmuşlardır. Burada, modern-seküler tarihin şekillenmekte olduğu 16. yüzyılda, Osmanlı ulemasının Sultan Süleyman’ın “mehdi-mesih” olduğuna inandığını, aynı yüzyılın sonlarında yine aynı ulemanın kıyamet beklentisi içerisinde olduğunu hatırlamak ve kaydetmek, geleneksel kültürün yapısal sorunlarına işaret etmek açısından düşündürücü olabilir.

ROMANTİK-HAMASİ İKLİMDEN KURTULMALIYIZ

Müslümanlar olarak, tarihsel bilincimizi, vizyonumuzu ve stratejik düşünme yetkinliğimizi kaybettiğimiz için, tarihin son yüzyıllarını, Batı’yı siyasal ve felsefi referansların mutlak kaynağı olarak taklit ederek geçirdik. Başta Türkiye olmak üzere, toplumlarımız, ahlaki-felsefi-fikri bütünlüğe, entelektüel bağımsızlığa, nitelik ve tutarlılığa, düşünsel dürüstlüğe ve içtenliğe sahip düşünce adamı kadrolarına sahip olsaydı, Batılı seküler siyasal ve felsefi referansları mutlaklaştırmak yerine, aynı Batı tarafından tarih dışı sayılan İslami siyasal-felsefi referansların meşruiyetinin nasıl yeniden tarihe kazandırılabileceğini konuşuyor olacaktık.

Bugün, içerisinde yaşadığımız romantik-hamasi iklimle büyülendiğimiz için, ideolojik mutlakiyetçiliğin iktidarı karşısında, ideolojik tüketim aracı olarak kullanılan kültürel iktidar karşısında neler yapabileceğimizi hiç mi hiç konuşmuyoruz. Düşünce hayatımız, kültür hayatımız, İslami bilginin/dilin/referansların özgürleştirilmesi, bağımsızlaştırılması ve siyasal/tarihsel gündeme kazandırılması konusunda ikna edici, kapsamlı, sistematik hiç bir çalışması olmadığı halde, konjonktürel hassasiyetler doğrultusunda, yoğun bir biçimde “devrim”den söz ediyor.

YENİLGİLERLE YÜZLEŞİP ÇÖZÜM ÜRETMELİYİZ

Toplumlarımız, mağduriyetlerimize sebep olan yapısal sorunları aşmaya çalışmak yerine, mağduriyetleri bir propaganda aracı olarak kullanmayı çok seviyor. İçerisinde bulunduğumuz günlerde Siyasal Siyonizmin Kudüs ve Gazze’ye yönelik olarak gerçekleştirdiği yeni barbarlık/kuşatma karşısında, Müslümanlar olarak yalnızca şiir yoluyla, şiir yazarak yardım etmeye çalışıyor, siyasal yardımda bulunamıyoruz. Yenilgilerin ardından yakınmak yerine, yenilgilerle yüzleşmeye cesaret edebilecek bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız. Ahlaklı olmak, ahlakçı davranmakla ahlakçı olmak, ahlakçılık yapmak çok farklı şeylerdir. Hangi dönemde olursa olsun, ahlaki tercihlerde bulunmak, ahlaki davranmak zor ve onurlu, ahlakçı davranmak ise kolay ve onursuzdur. Maruz kaldığımız mağduriyetler/mağlubiyetler karşısında tepkilere sığınmak yerine içerik/çözümleme üretmemiz gerekir. Neye karşı çıktığımızı anlatırken, neyi savunduğumuzu ya da neyi önerdiğimizi de anlatabilmeliyiz.

Sosyal medya yoluyla özellikle genç kuşaklar iletişim kapitalizminin hizmetine giriyor, iletişim kapitalizminin mantığına, yasalarına tabi olarak, küresel düzeyde, internet rejimi tarafından gönüllü köleler haline getirilebiliyor. Gönüllü köleler küresel iktidarın kültürel boyutuna yönelik hiç bir eleştirel tavra sahip değiller. Genç kuşaklar bir yanda popülizmler ve hamaset yoluyla bir ufuk sapması yaşarlarken, bir diğer yanda da sosyal medya köleliği yoluyla bir başka ufuk sapmasına maruz kalıyor.

UFKUMUZU YENİDEN KAZANMALIYIZ

Hangi toplumda olursa olsun, siyasal oportünizm bütün temel insani/ahlaki ilkeleri geçersiz kılarken, insani/ahlaki bir dünya arayışını imkansız kılan etnik/mezhepçi bencillikler ve ihtiraslar İslami ufkun belirsiz hale gelmesine neden oluyor. İslam dünyası toplumlarında belirsizlikler derinleştikçe, aynı ölçüde endişeler de derinleşiyor, grup kimlikleri önem kazanıyor, insanlar alt-kültür dayanışmalarına yöneliyor.

İslami ufuk kaybı, İslami varoluş kaybıyla yakından ilgilidir. İslami ufuk sapması ile ilgili olarak hiç bir mazeret öne sürülemez. İslami ufku kaybettikten sonra, kazanabileceğimiz hiç bir şey yoktur.

ATASOY MÜFTÜOĞLU
#İslam
#Batı
#Sosyal Medya
7 yıl önce