|

Hikayeniz iyiyse sınırı aşıyorsunuz

Kudüs’te ve Filistin’de İsrail devleti keyfi tutuklamalara ve gözaltılara devam ediyor. Filistinli yönetmen Mai Masri de 1980’lerde Şatilla katliamının yaşandığı dönemde suçsuz yere gözaltına alınan ve mahkum edilip bebeğini hapishanede büyütmek zorunda kalan bir kadının hikayesini anlatıyor. Çektiği film için, Masri, “İyi bir hikâye anlatıcısı iseniz buradaki insani duygu seyirciye geçiyor ve artık bu noktada tüm sınırları aşıyorsunuz, herkese dokunuyor bu hikâyeler” yorumunu yapıyor.

Yeni Şafak ve
03:00 - 1/05/2016 Pazar
Güncelleme: 19:13 - 30/04/2016 Cumartesi
Yeni Şafak

atilla'nın Çocukları belgeseliyle tanınan ve ait olduğu coğrafyada yaşanan insan hakları ihlallerini çektiği belgesellerle dünyaya duyuran Filistinli yönetmen Mai Masri'nin ilk kurmaca filmi 3000 Gece İstanbul Film Festivali'nin Sinemada İnsan Hakları Yarışması kapsamında gösterilmişti. İlk gösterimi Masri'nin de doğup büyüdüğü yer olan Ramallah'ta yapılan ve üç ay boyunca Filistin'de gösterimde kalan film, dünyanın en prestijli festivallerinden de ödüller almış. Filistin vatandaşı olduğu için Kudüs'e ve Mescid-i Aksa'ya giremeyen Mai Masri, “Ürdün'de doğdum. Ailem oraya yerleşmişti. Bir noktaya kadar girip çıkabiliyorduk Kudüs'e ama 1967'den sonra giremedik bir daha” diyor.



Sinema yolculuğu ve 3000 Gece'ye dair sorular yönelttiğimiz Masri, filminin festivallerde gördüğü ilgiden büyük memnuniyet duyduğunu söylüyor ve ekliyor: “Film, Toronto, Londra festivaline katıldı. İspanya'da ve Los Angeles'taki festivallerde ödül kazandı. İsviçre'deki bir insan hakları film festivalinden de ödül aldık.” Çok duygusal ve olumlu tepkilerle karşılaştığının da altını çizen Masri, özellikle Amerika'da kazandığı ödülün kendisini çok şaşırttığını kaydediyor. Tecrübeli yönetmen 3000 Gece'nin bu kadar olumlu tepkiler almasını ise şuna bağlıyor: “İyi bir hikâye anlatıcısı iseniz buradaki insani duygu seyirciye geçiyor ve artık bu noktada tüm sınırları aşıyorsunuz, herkese dokunuyor bu hikâyeler.” Mai Masri'nin kamera arkasına geçmesinin sebebi de aslında hikâyelerini başkalarına ulaştırmak... “Filistinliyim ama Beyrut'ta büyüdüm. Beyrut'ta yaşarken öğrenci hareketleriyle de sanatla da çok ilgiliydim. Aktif bir öğrenciydim. Yüksek öğrenimimi ABD'de yapma şansım oldu. O dönemde de sanatla ilgilendim” diyen Masri, sinemanın duygularını aktarmak için çok iyi bir mecra olduğunu farkettiğini, duygularını en iyi şekilde dışa vurabileceği alan olduğu için sinemaya sarıldığını anlatıyor.



HOLLYWOOD'A GİRERSENİZ RUHUNUZU KAYBEDİYORSUNUZ


İlk belgeselini 1982 yılında Lübnan'da İsrail işgali döneminde çeken Masri, filmlerinde üç aşağı beş yukarı hep işgali anlattığını söylerken kamerasını daha çok sesi duyulmayan, geride kalan kadınlar, çocuklar gibi dezavantajlı gruplara odakladığının altını çiziyor. Tanıklıklarını hep insanî bir bakış açısıyla kayda aldığına dikkat çeken Mai Masri, üretim süreçlerinde büyük ölçüde kendi kişisel olanakları ile film yaptığını, Ürdün, Filistin ve Lübnan'dan yardım aldığını, en önemli ve yoğun desteği ise Fransa'dan aldığını söylüyor. Masri'ye göre insan hakları konulu belgesel ve filmler çeken çok fazla kadın yapımcı olsa da anlatılması gerekenler düşünüldüğünde bu sayı aslında hiç de yeterli değil. “Benim için film yapımının en zor kısmı bunu dağıtacak birini bulmak. Çünkü burada kısıtlı sayıda, sadece festival seyircisine ulaşabiliyorum. Benim amacım bu filmi gerçekten Türk halkına gösterebilmek. Benim için işin en zor kısmı bu.” diyen Masri, 3000 Gece'nin Türkiye'de vizyona girmesini çok önemsiyor. Dünya festivallerinde bu kadar beğeni kazanmışken hikayelerinizi -her ne kadar Yahudi lobisinin denetim ve etkisi altında olsa da- Hollywood sinemasına da taşımak istemez misiniz diye sorduğumda “Çok zor ama bunu istiyor muyum emin değilim açıkçası. Öyle bir sektöre girdiğiniz zaman üzerinde çok fazla baskı oluyor. Bir açıdan ruhunuzu kaybediyorsunuz ve özgürce hareket edemiyorsunuz. O yüzden kendi usulümce, zorluklarla film yapmayı tercih ediyorum.” cevabını alıyorum başarılı yönetmenden.



Uluslararası tepkiler farkındalık yaratıyor


Sinema sektörü Filistin sorununa nasıl bakıyor? Destek veren kimi ünlülerin boykot edildiğini biliyoruz. Sizin için ne ifade ediyor bu destekler?

Batı dünyasında Filistinlilerin haklarını savunan sanatçıların sayısı çok fazla değil ama Javier Bardem ve Penelope Cruz gibi birkaç sanatçının verdiği desteğin çok önemli ve cesurca olduğunu düşünüyorum. Eleştiri ve tehdit alıyorlar. Hatta bu durum ilerde alabilecekleri işlerin de önüne geçebiliyor, engel olabiliyor. Bu durum bana Güney Afrika'yı ve Apartheit'in nasıl bittiğini hatırlatıyor. İnsanların uluslararası alandan gelen boykotları, tepkileri ve bu anlamda farkındalık yaratmaları insan hakları ihlallerinin bitmesinde çok etkili oluyor. İşgal karşıtı Yahudilerin de desteğiyle Filistin'deki işgalin ve insan hakları ihlallerinin bitebileceğini umuyorum. Filmin de bu anlamdaki tavrı çok net diye düşünüyorum.





Filmde mutlak iyi ya da kötü İsrailli yok


Filistin vatandaşıyım, Filistin pasaportum olduğu için Kudüs'e giremiyorum. Bu yüzden filmi Ürdün'de çektim. Filmdeki bütün oyuncular da Filistinliydi. Ama şunu söyleyebilirim Filistinli oyuncular aslında İsraillileri canlandırırken İsraillilerden daha da etkili olabiliyorlar çünkü durumu çok iyi biliyorlar. Filmde soruşturmayı yapan müfettiş rolündeki kişi de bir Filistinli ve kendisi dört yıl boyunca hapiste kalmış ve bunların hepsini yaşamış. Dolayısıyla herhangi bir İsrailli oyuncudan çok daha iyi biliyor öyle bir durumdaki İsraillinin nasıl davrandığını. Ama benim amacım burada hiçbir şeyin siyah ya da beyaz olmadığını göstermek. Mutlak iyi ya da mutlak kötü İsrailli yok. Bir taraftan işgale inanan İsrailliler var ama bir taraftan da Filistinlileri savunan bir avukat var.



Gerçek olay çok daha korkunç


3000 Gece, suçsuz olduğu halde mahkum edilen ve çocuğunu hapishanede büyütmek zorunda kalan bir kadının hikâyesini anlatıyor. Ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek filme yansıyanların?

Gerçekte yaşananlar çok daha korkunç filmde gördüklerinizden. Sayısız tecavüz ve işkence hikayeleri var fakat ben sadece acıyı göstermek yerine bir denge kurmak istedim. Gerçek olaylara dayansa da bu bir kurmaca film. Orada annelik duygusunu, hikayenin insani tarafını, hapishanedeki kadınlar arasındaki dayanışmayı göstermek ve umut vermek istedim. Dolayısıyla sadece gerçek hayattaki acıya ve çok daha korkunç olaylara yoğunlaşsaydım umut veremeyecektim insanlara. Bir yandan da gerçeklerin unutulmaması için finalde 1980'lerde çektiğim Beyrut'taki rehine krizi sonrası mahkumların serbest kalma anına ait arşiv görüntülerini kullandım. Ama melodramik ve ideolojik bir film yapmadığım için henüz bu filme karşıt bir saldırı olmadı, kimse filmi engellemeye, sansürlemeye çalışmadı. Çünkü söylemek istediklerime katılmayanlar, karşıt görüştekiler de aptal değiller. Bu filmi engellemeye kalktıklarında ne kadar korkunç şeyler yaptıklarının insanlar tarafından daha çok farkedileceğini biliyorlar. Ve o yüzden filmi kendi haline bırakmayı tercih ediyorlar.



Askeri hapiste çektim


Filmin çekimlerinde zorluklarla karşılaştınız mı?

Belgesel filmlerimi çekerken çok sorun yaşamıştım. Bu filmi Ürdün'deki bir askeri hapishanede çektim. Dolayısıyla politik anlamda sorun yaşamadım ama benim ilk kurmaca filmim olduğu için yapım aşamasında sıkıntılar yaşadım. Bir hapishanede film çekmenin teknik birtakım zorlukları vardı. Bir çocukla çalışmak çok kolay değildi. Oyuncularımın bir kısmı amatördü.


l Filmde çocuk kahramanın varlığı çok dikkat çekiyor ama hikayeyi çocuğun gözünden anlatmıyorsunuz. Bu tercihin nedeni nedir?


Çocukların bakış açısı ile anlatmayı seviyorum ama burada daha gerçekçi bir bakış açısı ile anlatmak istedim hikayeyi. Hapishanede çocuk doğurmuş bir kadının hayatı, o çocuk orada nasıl büyüyecek, nasıl bir çocukluğu olacak gibi soruların cevabını aradım. Daha uzaktan ve gerçek bir durumu anlatmayı tercih ettim.


#Şatilla katliamı
#Kudüs
#Mai Masri
8 yıl önce