|

İran nükleer mutabakatı ve yeni düzen

Yeni Şafak
04:00 - 4/08/2015 Salı
Güncelleme: 21:36 - 3/08/2015 Pazartesi
Yeni Şafak

Yrd. Doç. Dr. Talha Köse • Şehir Üniversitesi




2015 yılının Temmuz ayında Viyana, uluslararası toplum açısından çok önemli yeni bir anlaşmaya ev sahipliği yaptı. Modern Avrupa diplomasisinin temel dönüm noktalarından biri olan Viyana Kongresi'nin imzalanmasından 200 yıl sonra; şehir, bu sefer Ortadoğu diplomasini şekillendirecek yeni bir anlaşmaya sahne oldu. Beş yıldan uzun süredir Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ve Almanya ile İran arasında devam etmekte olan İran nükleer müzakereleri sonuç verdi. Bu anlaşma ile İran, nükleer programının sıkı bir denetim altına alınması karşılığında yeniden uluslararası sistemin meşru bir aktörü olarak sisteme dahil oldu.



VİYANA'NIN SEMBOLİK ANLAMI


Anlaşmanın Viyana Kongresi'nden 200 yıl sonra aynı şehirde imzalanmış olmasının sembolik bir anlamı vardı. Viyana Kongresi'nde, Napolyon'un yayılmacı emelleri kontrol altına alındıktan sonra Avrupa'nın büyük devletleri arasında güçler dengesine dayalı bir düzen kuruldu. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı'na kadar devam eden bu düzen dönemi, Uluslararası İlişkiler uzmanlarına göre, Avrupa diplomasisinin nispi olarak en istikrarlı -100 yıllık- dönemi olarak kabul edilmektedir. İran nükleer mutabakatı işler hale getirildiği takdirde Ortadoğu'da güçler dengesine dayalı yeni düzenin en önemli köşe taşı olacaktır. Bu düzenin ana çerçevesi nasıl olacağı, bundan önceki dönemle ne gibi farklılıklar göstereceği ve gerçekten sürdürülebilir ve istikrarlı bir düzen olup olmayacağı önemli sorular olarak önümüzde durmaktadır.



DEĞİŞEN DENGELER


Soğuk Savaş'ın ideolojik eksenli kutuplaşmasının sona ermesi 90'lı yıllarda Ortadoğu'da önemli bir güç boşluğu oluşturdu. Devrim sonrası bölgede etkinliğini artırmaya çalışan İran'ı dengelemesi için bölgede önü açılan Saddamlı Irak, bu boşluktan istifade ederek kendi hakimiyet alanını genişletmeye çalıştı. Körfez Savaşı sonrasındaki yıllar bölgede Amerikan hegemonyasının oluşmaya başladığı yıllardı. Amerikan hegemonyasına karşı İran öncülüğünde Suriye, Lübnan Hizbullah'ı ve Hamas gibi örgütlerin dahil olduğu bir direniş hattı oluşturuldu. Buna karşın başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez monarşileri de Amerika'nın bölgedeki müttefikleri oldular. Bölgedeki Amerikan hegemonyası ise 2003 Irak işgali ile iyice perçinlendi. Irak ve Afganistan'ın işgali, bölgede iki can düşmanından kurtulmuş olan İran açısından bir dönüm noktası oldu. Aynı dönemde ortaya çıkan belirsizlik ortamında İran, mezhepçilik siyaseti üzerinden bölgesel etkinliğini artırdı. İran eksenli direniş bloğunun ABD ekseninin karşısında olması, ABD'nin Körfez monarşileri ve bölgedeki diğer müttefikleri Türkiye ve Mısır ile olan müzakerelerinde elini zayıflatıyordu. Bush döneminde, Neo-Conlar bölgeye “demokratikleşme gündemi” dayatmaya çalışsa da bu dayatmanın daha fazla kaos ve Amerikan düşmanlığı ürettiğini görmek fazla vakit almadı.



Amerikalılar açısından bölgede hegemonyasını sürdürmek hem asker kaybı hem de maddi maliyet idi. Üstelik bu politika, İslam Dünyasının genelinde Anti-Amerikancılığı da körüklemekteydi. Obama döneminde, Amerika'nın stratejik önceliği Uzak Doğu'ya odaklanma politikası oldu ve bu çerçevede Ortadoğu'daki Amerikan angajmanının düzeyi düşürülmeye çalışıldı. Amerika, bölgede güçler dengesine dayalı ve kendisinin bu dengeyi arka plandan yönetebileceği yeni bir kurgu oluşturmaya çalıştı. Bu yeni düzenin en temel parametresi ise sistem dışında dengelenmeye çalışılan İran'ın sisteme dahil edilerek bölgedeki etkin güçlerin dahil olduğu yeni bir güçler dengesi oluşturulması idi. Sisteme dahil edilmesi ile İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır gibi diğer önemli aktörleri dengeleyebilecek bir duruma geliyordu.



YENİ DÜZENİN KODLARI


İran'ın uluslararası sisteme yeniden dahil edilmesi, Ortadoğu'nun geneline yayılmakta olan mezhep geriliminde İran liderliğindeki Şii blokunu kısmi olarak güçlendirecektir. Yemen, Lübnan, Irak, Bahreyn ve hatta Afganistan'daki Şii aktörlerin hamisi konumundaki İran, bu anlaşma ile bölgedeki güçler dengesinde konumunu sağlamlaştıracaktır. Bu yeni durum, bölgede İran'ın nüfuz alanını genişletme çabalarından tedirginlik duyan Sünni aktörlerde de bir değişime neden olacaktır. İran'ın muhtemel etkinlik alanı karşısında Sünni blok kendi içindeki çelişkileri azaltma yönüne gitmeyi tercih edebilir. Bu da İhvan gibi ılımlı Sünni siyasi ve toplumsal hareketlerine yeniden alan açabilir. Suudi Arabistan'da Kral Selman'ın işbaşına gelmesi ile birlikte bu tabloda tedrici bir değişim yaşanabileceği öngörülüyordu.



Daha önceleri Türkiye'nin bölgesel etkisini sınırlandırmak için çabalayan Suudlar açısından ise Türkiye'nin konumu da bölgesel rakiplikten, stratejik olmasa bile taktik müttefik konumuna evrilebilir. Türkiye, İran'a karşı bir Sünni blok oluşturulmasına sıcak bakmamakta; ancak bu vesile ile de olsa Sünni aktörler arasında daha sıkı bir işbirliği ve eşgüdümün oluşmasının olumlu sonuçları olabileceğini düşünmekte. Ortadoğu'nun güvenlik mimarisindeki bu yeni parçalanma yerel aktörlere daha fazla sorumluk yükleyecektir. İsrail Amerika'nın bölge siyasetini doğrudan şekillendirmediği bir düzenin oluşmasının doğurabileceği belirsizliklerden dolay kaygı duymaktadır. Ancak İsrail'in güvenliği Amerika'nın kırmızı çizgisi olmaya devam edecektir.



BÖLGESEL DÜZEN


Bölgesel rekabet ve düzen arayışı sarmalında, bütün aktörler bölge içindeki ve uluslararası aktörlerle işbirliği arayışları içinde olacaklardır. Bu arayışlar, bölge dışı aktörlerin bölge üzerindeki rekabetine de sahne olacaktır. İran ve Suud'un zıt kutuplar, Türkiye'nin daha çok arabulucu rolde, Mısır'ın ise kırılgan aktör olabileceği bu yeni bölgesel sistem; Irak, Suriye ve Yemen'deki güç boşlukları doldurulana kadar türbülanslar yaşayacaktır. Böylesi bir ortamda, herhangi bir kutbun tarafı olmaktansa aktif bir üçüncü taraf ve arabulucu rolünün Türkiye'nin uzun vadeli çıkarlarına daha fazla hizmet etmesi beklenebilir. ABD ve Batı'nın bu tabloda bütüncül bir politika belirlemek yerine Irak konusunda İran'a, Yemen konusunda Suud'a ve Suriye konusunda ise kısmen Türkiye'ye yakın strateji belirlemesi muhtemeldir. İran'ın uluslararası sisteme entegre olduğu bu yeni düzenin en önemli test alanı ve meydan okuması Suriye iç savaşı olması muhtemeldir. Bu savaşın bölgesel ve önemli uluslararası aktörlerle ne şekilde yönetildiği Suriye'nin olduğu kadar Ortadoğu'nun da kaderini belirleme potansiyeli vardır.


#neocon
#Viyana Kongresi
#dış politika
9 yıl önce