|

Karanlık Çağ 2.0

Aydınlanma projesinin krizi kaçınılmaz olabilir; zira bu, gerek kapitalizmin gerekse demokrasinin iç kusurlarının ürettiği tekerrür eden bir olgu. 1930’larda iktisadi kriz ve milliyetçiliğin yükselişi, nicelerinin demokrasi veya kapitalizmin faşizm ve komünizm gibi alternatiflerinden çok daha tercihe şayan olduğundan şüphe duymalarına yol açmıştı.

Yeni Şafak
04:00 - 2/05/2017 Salı
Güncelleme: 05:26 - 2/05/2017 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Robert Kagan- Brookings Enstitüsü

Liberalizme duyulan güven krizine stratejik düzenin çöküşünün eşlik etmesi bir tesadüf değildi. O dönemdeki soru şuydu: Acaba dışarıdaki güç ABD, devreye girip de İngiltere ile Fransa’nın artık sürdüremediği veya sürdürmek istemediği düzeni kurtaracak veya yeniden yapılandıracak mı? Şimdi ise soru şu: Acaba ABD, kendi kurduğu ve varlığı tamamen Amerikan gücüne bağımlı olan mevcut düzeni sürdürmeye istekli mi, yoksa düzenin çökmesi ve bir kaos ve çatışma yaşanma riskini almaya hazır mı?

Böyle bir isteklilik bir süredir şüphe uyandırıyordu, daha Trump’ın ve hatta Obama’nın seçilmesinden de evvel. Soğuk Savaş’ın akabindeki çeyrek yüzyılda Amerikalılar, kendi menfaatlerine tam anlamıyla hizmet etmediği halde niçin küresel düzeni koruma gibi sıradışı ve çok büyük bir sorumluluğa katlandıklarını gittikçe daha fazla sorguladılar. 20. Yüzyıl'ın iki dünya savaşı felaketinden sonra ABD’nin bu anormal rolü niçin üstlendiğini artık çok az insan hatırlıyor. Soğuk Savaş’tan sonra doğan milenyum neslinin İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan siyasi, iktisadi ve güvenlik yapısının önemini idrak edebilmeleri pek de beklenemez. Keza Amerikan “emperyalizm”inin kötülüklerine ve saçmalıklarına vurgu yapmayı bir saplantı haline getirmiş lise ve üniversite ders kitaplarından da bu konuda pek bir şey öğrenmeleri mümkün değil. Gerek 20. Yüzyıl'ın ilk yarısının krizleri gerekse 1945’te bunlara üretilen çözümler çoktan unutulup gitti bile. Sonuç olarak Amerikan kamuoyunun bu küresel rolün beraberinde getirdiği zorluklara ve maliyetlere karşı sabrı artık taşmış durumda. Geçmişteki başarısız ve maliyetli Kore (1950’ler) ve Vietnam (1960’lar ve 1970’ler) savaşları, yine 1970’lerdeki petrol krizi ve felç edici stagflasyon gibi iktisadi altüst oluşlar, –2000’lerdeki başarısız Irak ve Afganistan savaşları ve 2008 Finansal Krizi’nin tetiklediği ölçüde– Amerikalıların küresel müdahilliğe karşı çıkarmasına yol açmamıştı.

OBAMA’NIN İKİRCİKLİ YAKLAŞIMI

Obama küresel müdahillik konusunda ikircikli bir yaklaşım sergiledi; ancak onun temel stratejisi, içeride ve dışarıda askeri harcamaları ve uluslararası taahhütleri azaltarak ülkesinin küresel varlığında kısıntıya gitmekti. Eylemlerinde ve söylemlerinde daha evvelki Amerikan stratejisini eleştirip reddetti; dünyada çok daha pasif bir rolü ve Amerikan menfaatlerinin çok daha dar bir tanımını destekleyen içerideki milli ruh halini güçlendirdi. Obama yönetimi, George W. Bush yönetiminin Irak ve Afganistan fiyaskolarına Amerikan gücü ve nüfuzunu yeniden tesis etmek yerine daha da azaltarak karşılık verdi. Her ne kadar yönetim Asya’da ve Pasifiklerde Amerikan dış politikasını “yeniden dengeleme” vaadinde bulunsa da fiiliyatta bu, küresel taahhütleri azaltmak ve müttefiklerin güvenliği pahasına revizyonist güçlerle uzlaşmak anlamına geliyordu.

RESET POLİTİKASI PUTİN’İ CESARETLENDİRDİ

Obama yönetimin göreve geldiğinde Rusya’yla ilişkileri “resetleme” girişimi, Amerika’nın güvenilir bir müttefik olduğu nâmına vurulan ilk darbeydi. Nitekim Rusya’nın 2008’de Gürcistan’ı işgalinin hemen ardından gelen bu adım, dışarıda Moskova’nın saldırganlığını ödüllendirme gibi görüldü. Bu resetleme, aynı zamanda ABD’nin Orta Avrupa’daki müttefikleri pahasına yapıldı; zira Kremlin’i yatıştırmak için Polonya ve Çek Cumhuriyeti’yle askeri işbirliği programları gözden çıkarıldı. Dahası bu uzlaşma girişimi, Rusya’nın Batı’ya karşı politikasının giderek sertleştiği bir dönemde geldi – bu sırada Putin’in kendi halkına karşı baskıcı politikalarından bahsetmeye ise gerek dahi yok. Bu resetleme, bırakın Rusya’yla daha iyi ilişkiler kurmayı, Putin’e daha da sert bastırma cesareti verdi. Ardından 2014’te Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline ve Kırım’ı ilhakına Batı’nın yetersiz mukabelesi geldi. Her ne kadar bu mukabele, Bush yönetiminin Rusya’nın Gürcistan’ı işgaline sönük mukabelesine kıyasla çok daha iyi olsa da (Ukrayna’da en azından Avrupa ve ABD ekonomik yaptırımları devreye soktu), yine de Amerikan yönetimi Rusya’yı daha evvel kendi ilan ettiği çıkar alanına geri dönmeye zorlamakta isteksizlik gösterdi. Aslında Obama, Rusya’nın Ukrayna’daki ayrıcalıklı konumunu açıkça kabul etmiş durumda; her ne kadar ABD ve Avrupa ülkeleri Ukrayna’nın egemenliğini koruma arayışında olsa da. Suriye’ye gelince, Beyaz Saray yönetimi pasif kalarak Rus müdahalesine fiilen davetiye çıkardı ve caydırmak için hiçbir şey de yapmadı; böylece zaten giderek artmakta olan ABD’nin Ortadoğu’dan geri çekildiği izlenimini daha da güçlendirdi. (İlk defa bu izlenim, 2011’de bütün Amerikan birliklerinin Irak’tan gereksiz yere ve akılsızca geri çekilmesiyle yaratıldı.) ABD, Suriye’den Avrupa’ya mülteci akınını artıran Rus adımlarına da herhangi bir mukabelede bulunmadı, hem de bu akış Avrupa’nın demokratik kurumlarını açıkça tahrip etmesine rağmen. Obama yönetiminin yolladığı mesaj, bunların hiçbirinin gerçek anlamda Amerika’yı ilgilendiren problemler olmadığıydı.

HESAP HATASI

Obama yönetimi, Doğu Asya’da ABD’nin çıkarlarını ve nüfuzunu teyit edici nitelikteki aslında takdire şayan olan çabalarının fiilen altını oydu. Sözde “Asya’ya Kayış” stratejisinin sadece bir söylemden ibaret olduğunu ispatladı. Genel savunma harcamalarının yetersizliği, ABD’nin -hayati olan- bölgesel askeri varlığını anlamlı bir şekilde artırmasını engelledi ve ayrıca Obama yönetimi, bu stratejinin kritik bir iktisadi bileşeni olan Transpasifik Ortaklığı Anlaşması’nın büyük ölçüde kendi partisinden yükselen muhalefetin bir kurbanı olup Kongre sürecinde ölümüne göz yumdu. Ayrıca Asya’ya Kayış stratejisi, özellikle Ortadoğu’ya ilişkin hem başkanın söylemleriyle hem de yönetimin politikalarıyla beslenen, ABD’nin geri çekildiği ve harcamalarıyla taahhütlerini azaltarak küresel varlığında kısıntıya gittiği genel algısından da muzdarip oldu. Nitekim Amerikan birliklerinin Irak’tan vakitsiz, gereksiz ve stratejik bakımından maliyetli geri çekilişi, ardından İran’la nükleer program konusunda varılan anlaşma ve daha sonra Suriye cumhurbaşkanına karşı kuvvet kullanma tehditlerine bağlı kalmama dünyanın da gözünden kaçmadı. Obama yönetiminin Amerikan stratejisinin Asya’ya yönelmesi gerektiğine dair ısrarına rağmen Amerikan müttefikleri, Çin’den gelen bir meydan okumayla karşılaştıklarında ABD’nin taahhütlerine ne denli güvenilebileceklerini merak ediyorlar. Obama yönetimi, bir yandan Asya’daki müttefiklerine ABD’nin güvenilir bir müttefik olarak kalacağı güvencesini verirken, diğer yandan küresel alanda harcamalarını ve taahhütlerini azaltabileceği hesabında hatalıydı.

*Foreign Policy, 6.2.2017
*Bu yazının ilk bölümü dünkü gazetemizde yayınlanmıştır.
*Tercüme: Zahide Tuba Kor
#Aydınlanma
#Liberalizm
#Obama
#Rusya
7 yıl önce