|

Kartallar yalnız uçar

Hayatı bir nehre benzeten ve kendine özgü bir üslup ve düşünceyle cümlelere yükleyen Sezai Karakoç’un ‘fırtınalı denizlerde sahile selametle çıkmak için çırpınan bir sanatkâr” olarak ortaya çıktığını görmekteyiz.

Yeni Şafak ve
04:00 - 10/08/2016 mercredi
Güncelleme: 00:55 - 10/08/2016 mercredi
Yeni Şafak
ŞAKİR DİCLEHAN


İnce ve duyarlı ölçüler içinde düşünce dünyamıza ışık tutan Sezai Karakoç, ülkemizde yaşayan büyük bir şair, bilge ve düşünür olarak renk, çizgi, şekil ve ses gibi, sanatı süsleyen dünyamızda taht kurmayı başarabilmiş, kararlı bir tutumla düz bir çizgideki yürüyüşünü sürdürerek güçlü bir sanatkârlık örneği göstermiştir.



Bir oluşumun, uzun uzun hazırlanmayı gerektirdiği bilincini taşıyan Karakoç'un, kalıntı haline gelmiş ve kendine İslam adını yakıştırmış bir tabakanın düşünce ve eylemlerini değil, taptaze bir neslin ortaya çıkışını sağlayan “Diriliş” öğretisine olan ihtiyacı göz önünde bulundurmak suretiyle yola çıktığını söyleyebiliriz. Hayatı bir nehre benzeten ve kendine özgü bir üslup ve düşünceyle cümlelere yükleyen Karakoç: “Hayat, liriktir evet. Trajik olduğu kadar mutluluk dokusu da taşır. Bazen kopuk kopuk, kesiktir. Bazen bir ırmak gibi akıcıdır. Son, belki bir gölde, bir denizde kaybolmaktır nasibi ırmağın ya da bataklıkta ve çölde.”



ŞİİRİN İLK KIVILCIMLARI


İlk sanat ve şiir idrakini, babasının işi dolaysıyla gittiği Maden'de yaşadığı esrarengiz bir olaya bağlayan Karakoç: “Evimizin büyüklüğü-Maden'deki evlere özgü bir durumdur bu- bazı yerlere gece inemeyişimiz, alt katlarda cin görüldüğü şeklinde sözler söylenmesine sebep olurdu. Bir kere de evde yapayalnız kalmıştım. Salon gibi bir yerdeydim. Orada yarı karanlıkta birden cinler sükun ettiler gibi geldi bana. O kadar kalabalıktılar ki şaşırmıştım. Kadınlar, çocuklar, çok renkli ve süslü elbiseler giymişler. Çalgıcılar, eğlenceler içinde düğün yapıyorlar, gelin götürüyorlardı. Belki de bir şey görmedim. Ama nerden aklımda kalmışsa, tıpkı görmüşüm gibi hatırlıyorum.” Karakoç, hayali de olsa bu anıdan hareketle Ahmet Hamdi Tanpınar'la ortak bir kaderi, birbirine çok benzeyen ve yakın bir yazgıyı paylaştıklarını kaydeder. Çünkü Tanpınar da üç yaşında iken, kendine burada rastladığını ve Maden'deki karlı bir günde yaşadığı bir olay üzerine şiirin ilk kıvılcımlarının bu kasabada çaktığını söyler.


Ömür boyu, şiirlerini bir elmas yontucusu gibi durmadan yontan ve sonuçta en mükemmelini ortaya koymaya çalışan şair: “Kendi ruhunda bütün insanlığın ortak duygularını ferdi bir macera gibi yaşamalı, sonra da onlara kişisel bir şekil vermelidir” diyerek bize aşk, ızdırap, ümit ve özleyişlerinden bahseder. Onun, 'fırtınalı denizlerde sahile selametle çıkmak için çırpınan bir sanatkâr” olarak ortaya çıktığını görmekteyiz.



DÜŞÜNCENİN ANA HEDEF ÇİZGİLERİ


Sezai Karakoç, tarihi bir taşra kasabası olan Ergani'den büyük bir şehre, imparatorluklara başkentlik etmiş İstanbul'a geliş amacını, adeta bir manifesto olarak “Tayf” başlıklı yazısında açıklar: “Kaybola kaybola son silüeti de sönükleşmeye yüz tutmuş öte dünya aşılı bir dünya inşa etmek için inanışta, düşüncede ve ruhta bir canlanış boy versin diye kalem eritiyoruz. Belki bütün söylediklerimiz birkaç kelimeyle özetlenebilir. Ama o birkaç kelimeyi ve o kelimeleri insana yaklaştıran bütün kelimeleri, bir ömür boyu söylemek zorundayız. Ta o birkaç kelime buz tutmuş kalpler kendisine bir yer yapıncaya kadar. Bizim de yazarlık ödevimiz ve sorumluluğumuz bu. Topluma karşı bir sorumluluğumuz ve ödevimiz vardır. İnandıklarımızı, doğru bulduğumuz şeyleri söylemek. Büyük nehirlerin kıyısından büyük şehirlerin ortasına bir “Tayf” gibi inmişsek işte bunun için. Şehirlerin kapalı ve kirlenmiş havasına taze dağ havası getirmek, işte bütün hevesimizin özü, niyetlerin arılığı, düşüncelerin aydınlanışı, ruhların sağlamlaşması, davranışların tazeliği. İşte bizim için ana hedef çizgileri.”






ASIL ÇAĞRI MÜSLÜMANLARA


1955 yılında okuldan mezun olan Karakoç, Maliye Bakanlığı bünyesinde 1959 yılında kontrolör olarak Anadolu'ya turnesine çıkar. 1965'te görevinden ayrılarak “Diriliş” dediği düşünce dünyasını ve buna bağlı bir nesli oluşturmak için kitaplara yönelir. Hakikat dediği İslâm Medeniyet ve düşüncesini, kendine özgü bir üslupla ifade etmeye çalışır. Bunun için de bir dergiye ihtiyaç duyarak Diriliş dergisini kurar. İlk düzyazı eseri “İslamın Dirilişi”dir. Bu kitapta Avrupa, Asya, Afrika ve İslam Dünyası'nın durumunu ele alarak düşüncede, inanışta, edebiyat ve sanatta dirilişi ele alır. Bunun için de eylemi önerir. Yahudi, Hristiyan, Doğulu, Afrikalı herkese seslenir. Fakat asıl çağrısı Müslümanlaradır: “İslâm, insanı bir kere daha çağırıyor. Bakalım, insan, bu çağrıya yabancı ve ilgisiz kalacak mı? Hemen bir dağa bitişik aydınlık bir kasabada çeşmelerin gün doğmadan insanı çağırışı gibi, baharda tarlaların çiftçiyi çağırışı gibi, şubat ayında sonsuz kar havasının gece yarısında oyuna doymamış çocukları, arkadaşlarının dili ve sesiyle çağırışı gibi, haziranın çağırışı gibi İslâm, insanı çağırıyor.”



Sezai Karakoç'un bu çağrısına tahammül edemeyen rejim, İslâm propagandası yaptığı gerekçesiyle onu mahkemeye verir. Mahkum olan Şair daha da yalnız kalır, kitapları takibata uğrar fakat şunu iyi bilmektedir:


“Gökte kargalar sürüyle


Kartallar yalnız uçar”


#Sezai Karakoç
il y a 8 ans