|

Kendi düşüncelerimizle düşünmek

Müslüman toplulukların, belirsizlik, gerilim, kriz dönemlerinde bütünüyle İslam’a sığınmaları gerekirken, maddi/dünyevi kimi çıkarlar için, sağcılıkla, milliyetçilikle, popülizmlerle ittifak yapmaları kabul edilebilir, anlaşılabilir bir durum değildir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 6/02/2017 Pazartesi
Güncelleme: 01:35 - 6/02/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


İnsanları, kendi kanaatleri, düşünceleri, iradeleri, tercihleri olmayan, özne olarak davranma iradeleri ellerinden alınmış nesnelere dönüştüren bir gelenek, zihniyet ve otorite yaklaşımı sebebiyle, İslam dünyası toplumları yüzyıllardır kendi kendilerini engelliyor, zayıflatıyor ve güçsüzleştiriyor. Toplumlarımız, bir yanda geleneğin baskıları, bir diğer yanda da kolonyalist düşüncenin baskıları sebebiyle, kendi düşünceleriyle düşünemiyor, kendi düşünceleri temelinde bir dünya oluşturamıyor, kendi düşünceleriyle içerik üretemiyor, kendi düşünceleri doğrultusunda eylem-etkinlik-pratik oluşturamıyor.



Kolonyalistlerin, sömürgecilerin hiç bir zaman düşünmemizi istemeyecekleri, düşünmemize izin vermeyecekleri tek şeyin İslami meşruiyet olduğunu bilmek, hatırlamak, anlamak gerekiyor. Modern ideolojik meşruiyet nezdinde, İslami meşruiyet talebi, imkansızı istemek gibi bir şey olduğu için, Müslümanlar kendilerini “demokratik meşruiyet” diliyle, söylemiyle savunmaya, konumlandırmaya çalışıyor. Ancak buna rağmen, Müslümanların demokratik meşruiyet talebi, emperyalist dünya tarafından her zaman çok büyük bir şüphe ile karşılanıyor. İslami meşruiyet talebi, bugünün dünyasında akla hayale sığmayacak bir olay olarak değerlendiriliyor olacak ki, bu noktada toplumlarımızda hiç bir kamusal tartışma cereyan etmiyor. İslami meşruiyet talebi bugün, düşünülebilir olmanın sınırları dışına çıkarılmıştır, çıkarılabilmiştir.



İSLAMİ SORGULAMAYA TABİ TUTULMUYORLAR


Bizler, Müslümanlar olarak, ideolojik sınırlar içine hapsedildiğimiz için, sömürgeci dil-bilgi-felsefe'ye meydan okuyan siyasal ve felsefi bir proje üzerinde konuşmuyor, hapsedildiğimiz sınırlar içerisinde konuşulmasına izin verilen şeyleri konuşuyoruz. Modern-seküler-aydınlanmacı ideolojik düşünce, kültür, felsefe mutlakiyetçilikleri, ahlaki, felsefi, İslami sorgulamalara tabi tutulmadığı için, kendileri karşısında sessiz kalındığı için, bugün de egemenliklerini sürdürüyor.



Modern-seküler ontolojik düzenle, dünya görüşüyle hesaplaşamayan bir toplum ve kültür, bir istiklâl, istikbâl ve bağımsızlık mücadelesinden söz edemeyeceği gibi, bir “medeniyet tasavvuru”ndan da söz edemez. Bir “medeniyet tasavvuru”ndan söz edebilmemiz için, İslami yapıların, hareketlerin, kuruluşların, sömürgeci dil, felsefe ve tarihe meydan okuyan bir proje ya da pratikle ortaya çıkması zorunludur. Kendilerini modern, seküler, demokratik sınırlar içerisinde konumlandıran bir bünyenin “medeniyet tasavvuru” klişesini kullanabilmesi için, sözünü ettiğimiz ideolojik sınırlardan çok az da olsa bağımsız olması gerekir. Bugün, imkansız gibi görünen, imkansız olduğu telkin edilen, imkansız olduğu ısrarla vurgulanan İslami meşruiyeti bir olgu haline getirebilmek için, baştan beri sözünü ettiğimiz ideolojik sınırlardan bütünüyle bağımsız bir düşünce/kültür/felsefe/siyaset hayatının oluşturulması, hayati önemi olan bir konu ve yükümlülüktür.



YENİDEN YAPILANMANIN ANAHTARI


Yeniden yapılanma ise, farklılıklar üzerinde yoğunlaşmak suretiyle değil, ortak İslami, ahlaki, insanî yanımız ve ortak iyilikler üzerinde yoğunlaşmak suretiyle başlatılabilir. Bu noktada, algılarımızın, bilincimizin, kimliğimizin çok daha kapsayıcı ve çok daha anlayışlı olmasına ihtiyaç vardır. Aşağılayıcı-dışlayıcı emperyalist politikalara bir tepki olarak ortaya koyduğumuz öfke ve benlik duygularının yükselişi, ulusal benlik davası, siyasal romantizm, milli bilince yapılan abartılı vurgular, milli bilincin seferber edilmesi, kitleleri yanlış bilince sürüklediği kadar, İslami meşruiyet bilincine, sorumluluğuna ve mücadelesine de yabancılaştırır. “Anında evrensellik” kavramının hayatlarımızı başat bir unsur olarak ele geçirdiği bir zaman diliminde, gerçeklikten kopuk fantezilere kapılma konusunda çok daha dikkatli olmak, “anında evrensellik” tarafından gerçekleştirilen kültürel istilaya cevap verebilecek nitelikte bir dil-düşünce-içerik üretmek gerekir.



Müslüman toplulukların, belirsizlik, gerilim, kriz dönemlerinde bütünüyle İslam'a sığınmaları gerekirken, maddi/dünyevi kimi çıkarlar için, sağcılıkla, milliyetçilikle, popülizmlerle ittifak yapmaları kabul edilebilir, anlaşılabilir bir durum değildir. Olayların, koşulların gidişatını bir bütünlük içerisinde dikkatle takip etmekle, koşulların gidişatına göre tercihler yapmak birbirinden çok farklı şeylerdir. Zamana, koşullara, çıkarlara göre değişen fikirlerle, kişiliklerle hiç bir mücadele yürütülemez. Zamana, koşullara ve çıkarlara karşı dirençli bir ahlaki iradeyle İslami temellerden ve önceliklerden hiç bir şekilde ödün vermeksizin yolumuza devam edebiliriz. Kişiliklerimizin, bağlılık ve sadakatlerimizin, konjonktürel trendlere göre değişime uğraması, her umudu imkansız kılar. Umutla direniş arasında çok yakın bir ilişki vardır. Hangi nedenlerle olursa olsun, insanî yanımız zaafa uğradığında, zaafa uğramayan hiç bir yanımız kalmaz.



Dünya siyasetinin değişen gerçeklikleri; ahlaki kaygılara, hassasiyetlere izin vermeyen, halkları ulus-devlet çıkarlarıyla sınırlı bir dünyaya hapseden realizmler; insanî, vicdani, hukuki kaygılara yer vermeyen ulusal güvenlik ve egemenlik politikaları; evrensel geçerliliğe ve bağlayıcılığa sahip hukuki ilkelerin olmayışı; yalnızca askeri bir çerçeveye indirgenen ulus-devlet tarihleri; siyaset felsefesi kavramlarının somut evrenselliği... Bütün bu parametreler, tikel mücadeleleri ve güç siyasetlerini meşrulaştırırken, yine aynı parametrelerin hükümranlığı sebebiyle bugün İslami meşruiyet, İslami öncelikler ve temeller meselesini gündem konusu haline getiremiyoruz.


#İslam
#Meşruiyet
#Popülizm
7 yıl önce