|

Kendini bilmek

Yazının başına aldığımız beyitte Nuri Pakdil, “kendini bil” yerine “kendinle tanış” der. Tanışmak, tanış olmak belki de kendini bilmenin bir üst basamağıdır. “Bilme”de bir eylem söz konusu değildir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/12/2017 Çarşamba
Güncelleme: 06:09 - 12/12/2017 Salı
Yeni Şafak
İnsanın en temel sorunlarından biri de kendini bilmek, kendini tanımaktır.
İnsanın en temel sorunlarından biri de kendini bilmek, kendini tanımaktır.
ARİF AY
SAHRA
Haydi ademoğlu kendinle tanış

Uzak dediğin yer en çok bir karış

İnsanın en temel sorunlarından biri de kendini bilmek, kendini tanımaktır. Eski çağlardan beri dinlerin, felsefenin ve tasavvufun gündeminden hiç düşmeyen bu sorun, günümüzde daha somut, daha elle tutulur bir halde güncelliğini koruyor. Geçmişle kıyasladığımızda günümüz insanı, kendini bilmek, kendini tanımak hususunda geçmişin insanından daha cahil ve daha geri durumdadır.Modern öncesi zamanlarda insan en azından doğayla iç içe, onun bir parçası olarak yaşıyordu ve kendinin bir nebze olsa da farkındaydı.Onu fıtratından uzaklaştıracak unsurlar yok denecek kadar azdı. Oysa günümüz insanı, eşya tarafından kuşatılmış ve esir alınmış durumdadır. Onu kendinden uzaklaştıracak, hatta kendine yabancılaştıracak, kendini unutturacak o kadar çok alet edevat, yerine getirilmesi gereken dayatılmış görevler var ki saymakla bitmez. E. M. Cioran’ın dediği gibi: “İnsanlık, gelişmesinin başlarında, kendini mutsuzlukla denediği zamanlarda, onun bir gün seri halde mutsuzluk üretebileceğine kimse inanmazdı.” Evet, günümüz insanı mutsuz ve bu mutsuzluk bulaşıcı bir hastalık gibi herkese sirayet ediyor. Çünkü “Dinî tecrübe konusunda artık sadece teferruatlı bilginin endişelerini yaşayan modernler, Mutlağı, onun çeşitlerini inceler ve ürpertilerini mitoslara saklarlar –tarih meraklısı bilinçler için başdöndürücü olan o mitoslara. Artık dua etmez olunduğundan, dua üzerine uzun uzadıya yorumlar yapılır. Artık hayret nidaları yoktur: sadece teoriler...” vardır. (E.M. Cioran, Burukluk, Metis Yayınları s.62) “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmeyi istedim ve mahlûkatı yarattım.” Bu Kutsî Hadis’ten yola çıkan mutasavvıflar “varlığın birliği” (vahdet-i vücut) anlayışını ortaya atmışlardır. “Yaratılan her şeyde Yaratan’ın yansıması vardır.” görüşü insanın da hakikatin kaynaklarından biri olduğu sonucuna götürür bizi. Yunus Emre’nin “Beni bende demen, bende değilim/ Bir ben vardır, benden içeri” sözü tam da şu hakikati işaret eder: “Kendini bilen Tanrı’yı bilir.”

KALBİ KURTARAN YOLCULUK

Sokrat’tan günümüze “Kendini bil.” uyarısı Doğu ve Batı felsefesinin ana konularının başında gelir. Mısır’daki Luksor tapınağının giriş bölümünde “Beden Tanrı’nın evidir.” İbaresi yer alır. Bu ibare İslâm tasavvufunda “Kalp Allah’ın evidir.” şeklinde karşılığını bulur. Platon, hocası Sokrat’tan devraldığı “Kendini bil.” uyarısının hayata geçirilmesi için bilgelik, cesaret ve ölçülülük gibi üç erdemin insanda bulunmasının zorunlu olduğunu söyler. Kendini bilmek için marifet sahibi olmak gerekir. Mutasavvıflara göre vasıtasız (akıl ve nakil) olarak elde edilen bilgidir marifet. Onların nezdinde bu bilgi akıl ve nakil yoluyla elde edilen bilgiden daha kıymetlidir. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat/56) Mealindeki ayette geçen “ibadet etsinler” ibaresini mutasavvıflar “beni tanısınlar” şeklinde yorumlarlar. Kime ibadet ettiğimizi bilmemiz gerekir. Dolaysıyla Allah’ın huzurunda olduğumuzun şuurunda olmaktır marifet.

“Bayram özünü bildi/ Bileni anda buldu/ Bulan ol kendi oldu/ Sen seni bil sen seni.” Hacı Bayram-ı Velî’nin bu sözleri, insanın kendine yolcuğunun, bir arayış içinde oluşunun göstergesidir. Bu kalbî yolculuk, bir arınma hâlidir; dünyanın insanı oyalayan, onu çepeçevre kuşatan yüklerinden kurtulmaktır.

Yazının başına aldığımız beyitte Nuri Pakdil, “kendini bil” yerine “kendinle tanış” der. Tanışmak, tanış olmak belki de kendini bilmenin bir üst basamağıdır. “Bilme”de bir eylem söz konusu değildir. Oysa, tanışmak, tanış olmak, içinde eylemi de barındırır: Ortak hareket etmeyi, birlikte yürümeyi, tanışmanın gereğini yerine getirmeyi ... İnsanın Rabb’ini bilmesi için dağlar, ovalar aşması, uzaklara gitmesi gerekmez. Onun bize uzaklığı bir karış bile değildir. Çünkü O, bize şah damarımızdan daha yakındır. Onun evi kalbimizdir. Şu Kutsî Hadis’te buyurulduğu gibi: “Ben yere göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım.” Ademoğlu, kainatla ilgili pek çok bilgiye sahiptir ama kendini bilme noktasında son derece cahildir. Üstelik bu cehaletini örtmek için binbir bahane üretir. Mevlânâ böyleleri için şunları der: “Zamanımızdaki bilginler, kılı kırk yarıp kendisiyle ilgili olmayan şeylere bütün teferruatıyla pek iyi vakıftırlar. Onlara her şeyden daha yakın olan bir şey varsa o da onların benliğidir. Fakat kendilerine her şeyden daha yakın olanı, yani kendilerini bilmiyorlar.” (Mesnevi,III,2648) Yunus Emre de “İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsen/ Bu nice okumaktır.” derken, Mevlânâ ile aynı noktada buluşurlar. J. J. Rousseau da “kendini bilme”nin bilgilerin en yararlısı olduğuna vurgu yapar: “İnsanların sahip oldukları bilgiler arasında en yararlı olmasına rağmen en az sahip olunan bilgi, insanın kendi hakkındaki bilgisidir. Delphes tapınağındaki “Kendini Tanı” yazıtının tek başına ahlakçıların hacimli kitaplarından çok daha önemli ve güçlü bir temel kural içerdiğini söylemeye cesaret ediyorum.” der. (İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, s.79)

Sahra, çöldür ve yalnızlığın, sessizliğin mekânıdır. Burdaki yalnızlık Tunuslu sinema yönetmeni Nacer Khemir’in dediği gibi toplum içindeki yalnızlıktan çok, evren içindeki yalnızlıktır.

“KENDİNİZİ TANIMAYA BAŞLADIKÇA ÖZGÜRLEŞİRSİNİZ.”

Beyitin anlamını tamamlayan ‘sahra’ sözcüğü aynı zamanda marifet bilgisine sahip olmak için gerekli olan sükûtu ve yalnızlığı da içinde taşır. Günümüz insanı büyük bir bozgunu ve bu bozgunun oluşturduğu büyük bir kaosu yaşıyor. Her şeye sahip oldu ama kendini kaybetti: Kendine sahip değil. Akrebin kendini zehirlemesi gibi sürekli kendini zehirliyor. Çağın karanlığı gittikçe yoğunlaşıyor. Yeryüzünün her köşesi cehenneme dönüşmek üzere. “Sen kendini tanımadığından neşeni kaybettin, huzura kavuşamadın. Eğer kendini tanısaydın, sende kimin misafir olduğunu bilirdin; memnuniyetsizlik, huzursuzluk denilen şeyler sana bir daha gelmezdi.” diyen Mevlânâ, bu çağın insanına sesleniyor adeta.

Kendini bilmeyenler, dünyaya nizam vermeyi sürdürdüğü sürece yeryüzünde zulüm, haksızlık hiç bitmeyecektir. “Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünüyor; kimse kendini değiştirmeyi akıl etmiyor.” diyen Tolstoy da “Dünyada düzeltebileceğimiz, daha iyi yapmayı başarabileceğimiz ilk ve en mühim kimse kendimizdir.” diyen Huxley de sorunun özünü ortaya koyuyor .

Kendini tanıma yolculuğu dünyevî zincirleri kırmakla başlar. Bu bir özgürleşmedir. Tanrı’dan başka kimseye boyun eğmemek olan gerçek özgürlüktür. Jean Paul Sartre’ın şu sözü –nihilist olmasına karşın- tam da bu hakikati içerir: “Kendinizi tanımaya başladıkça özgürleşirsiniz.”

Kendini bilmek, kendini tanımak, içinden çıkılmaz gibi görünen pek çok sorunun çözümünün anahtarıdır. Sözü Yunus Emre’yle bağlayalım: “Gelin Tanış olalım/ İşi kolay kılalım.”

*Osmanlı Simitçiler Kasidesi - 24

#Kendini Bilmek
#Hayat
6 yıl önce
default-profile-img